Perşembe, Nisan 27, 2006

Mazeretim var.

Kafam karışık. Ne yazacağımı netleştiremedim. İçimin muzur tarafı, kokoş tarafı, ukala tarafı, yalın tarafı, naif-kırılgan tarafı, kültürlü tarafı, küfürbaz tarafı bir olmuş oyun oynuyorlar bana. Her bir taraf kendi cephesine çekiyor beni. O yüzden aşağıda okuyacaklarınızdan ben sorumlu değilim. Bana ne? Her telden yazacağım şimdi, size keyifli okumalar…

Olmuyor, gitmiyor, kalıyor
Ben şimdi evleniyorum ya, 36dan 38’e çıktım ya. İnemiyorum işte. İnanın bana. Yemiyorum bir şey abartılı. Dikkat ediyorum, tamam diyet yapamıyorum ama dikkat ediyorum kurallara. Hani gelinliğim de straptez ya (böyle mi yazılırdı bu?),bir kollarım var sanırsın Hamza Yerlikaya! Ya böyle lömbür lömbür yağ var. Kışın anlaşılmıyor tabi hep uzun kollu kazak ve gömleklerle. Şimdi gelinlik denemesinde bir giydim o straptezi, aynadan kendi kollarımdan tiksindim. Kollarımın üst tarafından bahsediyorum. Dolma gibi. Maşallah pehlivan misali. O kolları inceltmem lazım. Ama nasıl?
---------------
Akşama BJK’lılar gecesindeyim
Bu akşam Hilton’da BJK’lılar gecesi var. Kendine Gülshen (!) diyen ünlü Türk düşünürü ve bülbül sesli yeni Müzeyyen Senar’ımız, şaheser, sıfır beden ötesi insan da çıkacakmış sahneye. Karı (afedersiniz karı dedim) gece 22.de sahneye çıkacakmış. 22’ye kadar yedin, yedin, yoksa karı (pardon yine karı dedim.) ağzımıza s.çar. Ben de toplu iğneysem beni tanıyanlar bilir, oraya geç gidip o sahne aldığında “oof offf” diye bir öne bir arkaya yaylanarak sallanırken, gözünün içine baka baka tavuğun budunu “haaartt” diye ısırıp ağzıma almazsam neyim? Bakalım ben de onun sinirine dokunacak mıyım? Gerçi yine bilenler bilir, ben o aleme karizmayı çizdiren adamcağız gibi kaçar adımlarla terk etmem de orayı. Ben basmışım parayı o geceye gelmişim, işimden geç çıkmış, süslenip püslenmişim, gitmişim oraya aç bilaç. Sonra karı (yaa, elime engel olamıyorum, pardon ya gene dedim) beni herkesin içinde şamar oğlanı yapacak. Yok öyle. Canı çekiyosa bi çatal veriyim belki sıfır beden olcam diye yemiyo bişey garibim, kıskanıyo tabi karnını doyuranları. Neyse eğer bu hafta sonu paparazzi programlarını seyrederseniz, Dannn…”İzmir hiltonda gülşenle bir seyircisi saç saça baş başa kavga ettiler.” Daaannnn.. Az SONRA!....Daannnn… “ İsminin T.İ olduğunu öğrendiğimiz konuk, şarkıcı Gülşen sahnedeyken tavuğun budunu kemirmeye devam edip gülşene doğru geğirdi. Gülşenin uyarmasıyla daha da abartan T.İ isimli davetli bitirdiği tavuktan arda kalan yağlı lades kemiğini sahneye çıkıp gülşene “ladesim lades olsun mu? Nesine?” diyerek inat yaptı. Birbirine giren ikiliden sıfır beden olduğu için halsiz düşen Gülşen hastanede müşade altına alındı. Gülşeni dövdüğü için karakolda ifade veren T.İ, “vatan sağolsun, ben görevimi yaptım, eğitim şart” dedi… Daaann.. “Gülşeni döven T.İ’ye Murat Taşdemir’den ilanı aşk” Daaannn. Taşdemir T.İ’ye gel Afroditi beraber dövelim” dedi. Daaaann. Azz sonraaaa!
-----------------
Hiçbir şeye vakit bulamıyorum
İki hafta oldu, oturacağımız eve mobilyalarım geldi daha gidip göremedim evimizi. İşim yoğun, seyahatlerim var, haftaya 4 günlüğüne İstanbul’a gidiyorum, İzmir’deki işimin dışında bir de üniversitede öğretim görevlisiyim, haftada 8 saat de oraya gidiyorum, vizeler, testler, dönem ödevleri, sınav hazırla, kağıtları oku, iş yerindeki projeleri takip et, çalışanların sorunlarıyla ilgilen, orayı derle, patronun emirleriyle boğuş, okulda öğrencilere proje ver, derslere hazırlan, nişanlıya ilgi göster, anayla babayla ilgilen, nişanlının ailesine hürmet ve ilgide kusur etme, anneanne-dedeye ilgi göster, evlilik hazırlıkları ve detayları, eh tabi ilgi gösteremediğimden dolayı pek çok arkadaşım da var, onların gönlünü al, onlarla da ilgilen derken (ayy yazarken şiştim) ben kendimi bulamıyorum. Bahar yorgunluğu değil bu. Basbaya daral geldi, yorgunum, avaz avaz bağırmak istiyorum,
------------------
GEL, NE OLUR!
Gazete okumaktan çok sıkılmaya başladım artık. İçimi karalar bağlıyor.
* Zehirli varillerini tek tek k.çına sokasım gelen o koca koca büyükbaşların zehirli varilleri pisliklerini toprağa gömüp üstünü örten hayvan misali, yurdumun dört bir yanına gömmeleri, “seni gömsünler o toprağa da bir daha çıkama” beddualarımla son buluyor.
* 21 yaşında çoluk çocuk sahibi yaşı gelmiş ancak hala lisede okuduğu için bir gerizekalı olması muhtemel herifi yüce meclise 23 nisanda oturtanlara da sinir oluyorum. İçim cız etti gördüğümde. O herifi (pardon herif dedim) değil 23 nisan kutlamalarında görmek, çoktan askerliğini yapmış olması gerekiyordu. Gerçi o adamın Mehmetçikler arasında ne işi var di mi? Olsa olsa askere gitmemek için halen bu yaşta okula gidiyor ayağı yapmaktadır. Ben de 32 yaşında miniminnacık bir kız çocuğu olarak seneye 23 nisanda bir koltuğa oturmak istiyorum arkadaşlar. 1 günlüğüne de olsa beni de seçsinler, buyur otur desinler. Ben de o ceylan derisinden koltuğa oturup “egemenlik, arkamdaki duvar yazısında değil; bilakis elden giden milletimindir” diyebilmek isterim.
* Siz İstiklal marşını duyduğunda tüyleri diken diken olup ağlıyanlardan mısınız? Ben aynen öyleyim işte. Hele hele içim bir tuhaf oluyor bayrağımı dalgalanırken gördüğümde. Hergün gazete bir şehit cenazesini ve ardından ağlayan çocuklarını ve eşlerini görünce benim de gözlerimden yaşlar tane tane akmaya sonra da yağmur gibi boşalmaya başlıyor. Ne güzel 3 sene öncesine kadar durulmuştu her şey. Ne oldu da birden seçimlerden sonra dalga dalga başladı bu katliam. Ne kadar duyarsız bir millet olduk biz, Onun gibi birisi neden doğmuyor bir türlü? 1881’den beri doğmaz mı bu insan? Eğer doğduysan ve bir yerlerde bir şeyler yapıyorsan ne olur gel artık, gelirsen de ne olur Samsun’dan başla sen de. Aynen ONUN yaptığı gibi. Ya da ikinci büyük taarruz biz gavurların bol bulunduğu ve tek dişi kalmış canavar kale İzmir’den. Yine aynı eskisi gibi. Bak bizler burada seni bekliyoruz

Cuma, Nisan 21, 2006

Sandviççinin İntikamı ve Sakıncalı Düşünceler

Bu da ne biçim bir başlık demeyin anlatıcam, sabredin azcık:
Çarşamba akşamüstü uçağıyla Ankara’ya uçtuk, iş meselesi. Uçmadan evvelki saat dilimlerine dönüyoruz:
Yer: İzmir (hani bazı amerikan polisiye macera dizilerinde ekranda böyle daktilo efektiyle ekrana çat çat çat yazar ya, aynen işte böyle hayal edin)
Saat: Sabahın kör bir vakti
Yer: T.İ.’nin yatak odası
Toplu iğne Ankara’ya gidecek ve topu topu 1 gece kalacak diye yanına mümkün olan en az eşyayı almaya karar vermekte. Elindeki evrak çantasının içine pijamasını ve her tür krem ve makyaj malzemesine yer bulan iğne, yanına yedek kıyafet almadan giderek sonradan gerzeklik olduğunu anlayacağı pratikliğiyle övünmektedir.
…………..
Saat: 14 suları
Yer: Efes büfe. Karnı açtır, büfenin camına yapışmış, kaşarlı,domatesli ayvalık tostu iştahını kabartmıştır. Ancak büfedeki beyinsiz tostcubaşı T.İ.nin ayvalık tostu isteğini bir türlü kavrayamamıştır. “Domates de koyun lütfen”, “Abla domates koymuyoz biz”, “Neden? domatesleri protesto mu ediyosunuz büfe olarak?”, “yok apla, pahallı oluyo”, “…..!”, “e peki kuru kuru kaşar mı koyuyonuz?”, “istersen salça süreyim”, “neyse sen bana çift kaşar koy, ha bi de mayonez koy bari içine de yumuşasın, 1 de ayran, bak ben yandaki kuaföre geçiyorum, oraya gönder al bu da paran”
…………
Saat: yine o civarlar
Yer: T.İ öğle yemeğini yiyemeden kuaföre dalacaktır, fönü gelmiştir çünkü eğer fön çektirmezse Ankara’nın onu bünyesine kabul etmeyeceğini düşünmektedir ve kuaföre dalar, tam fön çektirirken tostu teşrif eder. “bu ne kardeşim, kupkuru bu, 2 ekmeği yapıştırmışsın tostta kaktırıyon bana, nerde bunun kaşarı, mayonezi, tüh Allah seni kahretmesin”, “apla ben bilmiyom, sadece siparişi getirdiydim”, “sen ekmek fırınında mı çalışıyon da bana 2 dilim kuru ekmek getirdin olum? Nerde bunun peyniri? Git söyle o tostçuya, koysun içine kaşar ve de mayonez, hırrrr, gırrrrr”
T.İ açtır, açlıktan nevri dönmüştür, uçağa da yetişmesi gerekmektedir. Daha ofise uğrayacak, sunuşunu şöyle bir gözden geçirecekti, velhsıl işi gücü vardır anlayın işte
…………..

Saat: 14.30
Yer: Hala kuaför salonu
Büfeci çocuk yeni paketi getirir. Açlıktan gözü dönen T.İ hırsla paketi açar ve hayli kabarık gözüken tosttan koca bir ısırık alır ve o anda “haaaarrrrşşş” diye siyah takım elbisesinin ve içindeki beyaz tişörtün üstüne mayonez ve salçalar dökülür. T.İ.nin uzun sırma saçları olduğu için fön çekilirken iştahına mani olamayan iğne, saçlarının da mayonezlenmesini önleyemez. Onun için artık her şey bitmiştir.

Ne eve gidip üstünü değiştirebileceği ne de fönlü saçlarını tekrar yıkatıp ikinci bir fön çektirmeye vakti vardır. Kendisiyle maytap geçen kuaför ve yamağına aldırmadan mayonezli saçları buraya değdi buraya değmedi şeklinde yıkatıp, üstündeki lekeli yerleri sildiren toplu iğne, ofise hızla gelir, patronuyla buluşur ve ankaraya yağlı yağlı uçar.
...............


Sakıncalı düşünceler:

Saat: Öğleden sonra
Yer: Havaalanı
Uçak: Milli havayolumuz. T.İ milli havayolunun nedense dış hatlardan uçurduğunu görür ve söylenerek dışhatlara arabayı parkederler.
...............


Yer: Uçağın içi. Uçağa biner binmez hoparlörlerden ney ve kudüm eşliğinde ilahiler çalmaktadır. T.İ umre ziyaretine giden uçağa yanlışlıkla bindiğini düşünerek inmeye kalkar. Lakin yanılmıştır, milli havayolu artık kabin içinde müzik içinde tasavvuf müziğine yönelmiştir. Bir dahaki bindiğimde bari mevlüt de okutayım diyen T.İ bu fikrini patronuna da bağırarak söyler ve çevredeki yolcuların sempatisini kazanır
..............


Yer: Gök, bulut ötesi, Canı sıkılan T.İ skylife denen dergiye bakar. Allah Allah, bu dergiye ne olmuş böyle diye düşünür? Külliyeler, medreseler, tarhananın Selçukludan beri gelişimi, saray müzelerinde sergilenen kadı, inzibat kıyafetleri, cami tanıtımları dışında dergide hiçbir şey yoktur. Derginin ilk sayfasına bakar, her hükümet değiştiğinde havayolunun genel müdürü de değişir çünkü. Aman allahım der kendi kendine…”bu da kim?” Zekeriya hocanın gençliğine benzer badem bıyıklı gözlüklü yaşlı adam ona erbakan’ı hatırlatmıştır. “Ne kadar da benziyor ona” diye düşünür. T.İ yine acıkmıştır. Bir bakar ki anası yaşındaki hostes teyze, halen görevini şevkle yapmaya çalışmakta ve cola turkaları dağıtmaktadır. Ülker markalı içecekler, Konyalı dimes meyve suları, Ülker bisküviler derken… su içer T.İ. tabi bi de salata yer :)
…………
Saat: Akşam suları
Yer: Otel odası. Nişanlısıyla konuşmasını bitiren T.İ, aynaya yansıyan mayonez ve salça bulaşmış beyaz tişörtüne bakarak içini geçirir ve yanına yedek bir şey almadığına hayıflanır. Kuaförde temizlemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır.”ertesi gün ne yapacağım ben” diye kendi kendine söylenir T.İ. Bu aralar kendi kendine konuşmayı sık sık yapmaktadır. “Delirdim ben kesin” diye söylenir”Yaa ne giyicem ben yarın sabah toplantıda? İçime tişörtümü giymesem, ceketten içim gözükür, seksi şempanze olurum, ne yapıcam ben” diye söylenen T.İ’nin gözüne yatağa çıkartmış olduğu pijamasının üstü ilişir. Yüzünde kanser aşısını bulmuş bilim adamı sevinci ve gururu ifadesiyle yatağa yatar.
……………
Saat Ertesi gün sabah saat 9 ve sonrası
Yer: Bir devlet kuruluşunun merkez binası, toplantı salonu. Bürokratlar toplanmış, projeyi sunacak T.İ, patronu ve saz arkadaşlarını beklemektedir. T.İ içeriye siyah takımı içinde süzülür. Artık 38 beden olduğunu bir türlü kavramamakta direnen T.İ, 36 bedenken almış olduğu ve üstünde düdük gibi duran ceketini bir de üstüne üstlük tüm düğmelerini kapatmış, karnını içine çekmekten kazık yutmuş gibi yürümektedir. İçine pijamasının kalpli ve ayıcıklı, kenarları pembe fistolu penyesini giymiştir. Karizmayı sıfır edici bu detaylar görülmesin diye de ceketinin önünü son düğmeye kadar kapatmıştır ancak pembe fistolar sağdan ortadan, alttan, yandan çıkmaktadır. Toplantı sırasında bir bürokrata havalı havalı edebi birşeyler anlatırken T.İ, ceket düğmesinin açılmış ve pembeli ayı kardeşin bürokratın taaa gözlerinin içine baktığını fark eder. “Umarım fark etmemiştir” diye içinden geçiren T.İ, “ulan ben proje diyorum, bütçe diyorum, ihale diyorum, şartname diyorum, eğitim diyorum, ama bedenim tiny toons, winnie the pooh diyor, barbie kalpleri diyo… ulan bi daha bospadan pijama alırsam ne olayım?, git siyah satenli güllü şeyler al di mi? Bak o zaman ceket içine giyer misin, giymez misin? Resmen maymun oldum adamların önünde” diye hayıflandı. Bürokrat ve saz arkadaşları içinse bir renk gelmişti kasvetli binalarına. Gri renkli bürokrasi tarihinde toplantılarını bir palyaço ile ilk kez yapıyorlardı. “İnsanlar İzmir İzmir diye tutturmakla çok haklıydılar demek ki. Bunun gibi palyaçolardan çok olmalı İzmir”de diye düşündü daire başkanı, “bari izinde gideyim de bizim çocuk epeydir Medrano sirkini görmek istiyordu, hiç değilse bu palyaçoyu da bulurum eğlendirir çocukları diyerek arkasına yaslandı ve “Toplu iğne hanım, çok memnum oldum, teşekkürler buraya kadar geldiniz, biz sizi en kısa sürede arıyacağız, tebrikler çok güzel bir sunuştu” diyerek palyaçoyu uğurladı.

Bu hikaye de burda bitti

Salı, Nisan 18, 2006

Kadınlar Çiçektir

Allah kadına öyle güzellikler bahşetmiş ki, farkında olana ne mutlu! Bir kadına verilmiş olan doğurganlık, annelik duygusu, emzirmesi, duygusallığı, ağlaması, gülmesi, kahkahası, üzülmesi, acıması, becerikliliği, her yükü gıkını çıkarmadan omuzlarında taşıyabilmesi, şevkati, hüznü, dayanıklılığı, koruma içgüdüsü, sevecenliği... Ha, bir de güzel bir beden vermiş hani erkekleri çıldırtan, hayvani güdülerini ortaya çıkartan o ince belli çay bardağı kıvamındaki vücudu. Uğruna nice erkeklerin şaşkoloza döndükleri kadınlar yani bizler, neden "çiçek" olmaktan vazgeçip erkeklerle bir sidik yarışına (afedersiniz sidik dedim) girmeye çalışırız?

Tamam eşitlik falan anladım da galiba bazılarımız bu eşitliği yanlış anlıyoruz.
Şimdi aşağıda görecekleriniz çiçek midir yoksa nedir?

Soruyorum: Sizce bu çiçekler neden soldu?

Cuma, Nisan 14, 2006

Arızayım arıza...

Ben arıza bir insanım arkadaşlar. Bazı şeylere takarım ama öyle böyle değil! O taktığım şeyin gönüllü savunucusu kesiliverir, bir cengavere dönüşürüm. Benim en büyük takıntım diline sahip çıkmayan, dilinden utanan gerizekalılardır. İşte, okulda, televizyonda, günlük konuşma esnasında neler neler duyuyor insan. Alın işte benim gibi bir arıza insan da oturmuş "Tiki Sözlüğü" hazırlamış. Ben de burdan duyurayım dedim, Türkçemiz ne halde...

Toplu iğne iftiharla sunar...

İşte Türk Tiki Dili Sözlüğü (Siz yine de kullanmayın, kullananlarla da bir güzel dalganızı geçin, aşağılayın, başka çare yok, Türkçemiz elden gidiyor çünkü)
Ban - ben
San - sen
Lütfaaan - lütfen
Yanee - yani
Tımam - tamam
Biliyomısaaaaan - biliyor musun
Hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ? (türkçesini çözemedim - t.iğne)
falan yapmak - ? (bunu da çözemedim - t.iğne)
hadi papaaay - Haydi baybay
intiharlardayım - Çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, tımam mı? - Senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - İnanmıyorum
regular cola - Normal kola (diyet kola değil anlamında - t.iğne)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek - parti yapmak
aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
çılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nassin - nasilsin
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
ban de ama çik mikarrna yediam - ben de ama çok makarna yedim
pantlonundan bellia - pantolonundan belli
viraenç duryo di mia - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun
kiç ünversitesia - koç üniversitesi

Bazı kalıplar ve örnekler:
abi dün manyak bi pilav yaptıaam
Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm
deermişimm sen de yeeermişinn
ay hadi öptüm şekaar
branc yapalim maaaaa
kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa
kendine iyi davran şeakear olur maa
ay cittan yaaneee
Aşkııımmm naaaeeebeeeeerr
baba iyijce disconnect falan oldun ortamlardan

Çarşamba, Nisan 12, 2006

Çok görmeyin görgüzülüğümü,napiyim çok istek aldı, illa ki görcez dediler, İŞTE GELİNLİĞİM

Çok görmeyin bana bu görgüsüzlüğümü lütfen. Çevremden arkadaşlarım, siz blog dostlarım, eş-dost herkes "kızım göstersene şu gelinliğini de görelim" dediler. Ben de utandım git gelinlikçiye, ricacı ol, ordaki ukala kızlar seni gözlerini devire devire süzüp, "ay bi de fotoğrafını mı çekeceksiniz" diyerek hor görsünler, kasım kasım kasılsınlar, "hanfendi bizim işimiz gücümüz var, bi de size moda çekimi mi yapacaz, hayret bişi ya, deli mi ne, yaşı da geçkin bişeye benziyo, buldumcuk olmuş bu...bla bla bla..." demesinler diye, çözüm buldum.

İğne işbaşında, ofiste yaptığım işi sallayarak internette gelinliğime benzer birşey ararken, birden kafama dank etti, neden gelinliği aldığın yerin web sitesine bakmıyorsun, belki orda vardır resmi diye kendi lapa beynime sordum. Aslında benim beynim lapa değildi ama bu aralar benim halimi anlarsınız, mazur görün... Şaş oldum ben. Neyse işte gene de mihrap yerinde, aklıma geldi ve "Eureka"!
İşte gelinliğim ve vallahi de bu seferki gerçek. Kurbağa resmi değil.. Ama koskoca gelinlik firması benim gelinliği bir huri hatunda denetip fotoğrafını çekmiş. Beni kullanacak değil ya! Beni giymiş olarak ancak düğün fotoğraflarımda göreceksiniz üzgünüm. Ama gelinlik sahici, aşağıda hatunun giydiği benim gelinlik oluyo. Gerçi ben onu giyen modele benzemiyorum
da değil yani :) Yani sandalyeye ben de öyle oturabilirim, ne var yani???

Cuma, Nisan 07, 2006

TA TAAAA!

Gelinliğimi aldık. Bu kadar!

Salı, Nisan 04, 2006

Sana Bir Çeyiz Tepesi Üzerinden Baktım Aziz İstanbul

Efendime söyliyim, bir İstanbul seyahati yaptık ki yorgunluktan dibim çıktı. Allahtan şansıma hava muhteşemdi. Aynı İzmir gibiydi, sıcacık, tam benlik. Cuma sabahtan ordaydık, benim önce işle ilgili bir görüşmem vardı, önce o işimi hallettik.
Sonra swisse gittik (ayıptır söölemesi benim düğünüm orda yapılacak), düğünün yapılacağı yeri gezdik, güzel bi yer, gerçi beygua gibi denize sıfır değil (bendenizin nişanını urla yolu üzerindeki güzelim Beygua’da yapmıştık. Gerçi bizim aile arasında bir nişan yemeği idi, denizin dibinde, palmiye ağaçları arasındaydı ve de İstanbul’a göre resmen bedavaydı- İzmir’imin gözünü seveyim), düğün yeri olan o güzelim otel bahçesi denizi de görmüyo, sanki orman içindesin, o kadar ağaçlık 1 bahçe ki anlatamam. Ordan oranın önerdiği ve seni mecburi yönlendirdiği (avanta mı alıyorlar ne? Şüpheleniyorum, herifi de gözüm tutmadı zaten) neyse, organizasyon firmalarına gittik, orda bir baktık hep ünlü kokoşların ve sonradan buldumcuk mankenlerin yapılmış organizasyonları, resimleri ve videoları var. Ebru Şallı, Özlem Yıldız, Demet Şener falan hepsiciğinin, bu firmalar organizasyonunu yapmışlar. Eh bi de “Toplu İğne”nin yapacaklar, boru değil. Karşılarında koskoca (!) bir değer – yani ben varım :)

Çok para istiyorlar. Yazık günah, ben olsam hayatta vermem o kadar parayı abuk sabuk detaylara ama nedek? Düğünü erkek tarafı yapar. Şimdi siz içinizden delinin zoruna bak, bulmuşta bunuyor diyorsunuzdur kesin. Masayı süslüyecekler, mum koyacaklar, nikah masasını süslüyecekler, 3-5 mum koyacaklar falan. Ama istedikleri dolarlı paraları duyunca “Oha” diyorum ve başka bir şey demiyorum. İstanbul çıldırmış olmalı.

Neyse ertesi gün de kayınvalidemle alışverişe çıktık, bol bol alışveriş yapalım diye, ama utanıyor insan, ben alışkın değilim ki bir şeyler beğenip aldırmaya. Bugüne kadar kendi paramı kazanmışım hep, her şeyimi kendim almışım, şunu beğendim, bunu alalım demek çok hem de çok zor.

Sonra eve geldik, kayınvalidem çıkarttı çeyizlik bohçalarını, görümcem, ben, kendisi gömüldük içine bohçaların, kadıncağız özenmiş oğlu için de bir sürü şey yaptırmış zamanında. Bir sürü nevresim, pike, yatak örtüsü, iğne oyası, dantel, fiskos takımı (fiskos denilen örtüler ne boka yararsa – afedersiniz bok dedim), dantel işlemeli sehpa takımları (hani en azı 40 çeşit oluyo ya tv.nin üstüne bile konmalı)… Seç, seçebilirsen, beğen beğenebilirsen.. Ay ne zor insanları kırmadan beğenmedim ya da tarzım değil demek, ne zor ben bunları kullanamam demek. Seçtik mecburen.

Evet arkadaşlar ben bu dantel olayına zaten çocukluktan beri takıkım. Nefret ederim. Annem ve anneannem zaten yıllardır her tür aforozuma karşı almakta inat edip beni çeşitli sinir hastalıklarından muzdarip bir psikopata dönüştürdükleri için, İstanbul seyahatim sırasında da çeyizime bir o kadar da eklenmiş bulundu. Sanırım önümüzdeki 20 sene İzmir ve Türkiye genelindeki tüm kermeslerde beni görürsünüz, ancak tüketirim. Ya da diyorum acaba bir e-şirket kurup bunları yurt dışına pazarlasam mı? Elimdekiler tükenince sizler de benim bu ticaretime gönüllü katkıda bulunursunuz; eminim sizlerde de benzer gömüler vardır tozlu çekmecelerde açılmadan ve kullanılmadan duran!

Perşembe, Mart 30, 2006

3 günlüğüne tükkanı kapatıyorum

Yarın kargalar bok yemeden (afedersiniz) İstanbul'a gidiyoruz nişanlımla. İzmir'den evlilik izin belgemi aldım ama salt o belgeye sahip biri olarak İstanbul'da evlenmek mümkün değilmiş. O belgeyi alıp İstanbul'daki belediyeye vereceğiz, ben imzamı atacağım ve onlar da işlemleri başlatacaklar. Tabi işin birde İzmir'deki "eziyet işlemleri" adı altındaki o belgeye almadan önceki süreç var ki o da akıllara ziyan. Devletin verdiği nüfus kağıdı onlara yetmiyor ki muhtar denen - bu güne kadar ne iş yaptığını, neye yaradığını çözemediğim kişiden devletin verdiği nüfusa ek olarak , nüfusla aynı şeyleri yazan "nüfus sureti" çıkartmak, yine üstüne üstlük nüfus müdürlüğüne gidip ekstradan, aynı nüfus bilgilerinin tümünün yazdığı ayrı bir nüfus kağıdı (bildiğimiz bilgisayar çıktısı) almak, yurdumun her yerinde geçerli olması mantıken muhtemel olan sağlık ocaklarından değil de nedense koskoca İzmir'de tek bir sağlık ocağından sağlık raporu almak, yine tek bir yerde kan tahlili yaptırmak gibi tırı vırı işlerle de uğraşmak cabası! Nişanlım İstanbul'lu olduğu için onu kabul etmediler, "de get sen İstanbul'dan al sağlık raporunu" dedi bir elinde sigara, diğer elinde şırınga olan bıyıklı, kara suratlı ve üstü beyaz önlüklü sağlık memuru. Niye dedi zavallı sevgilim, benim kanımı burda alsanız ne olur ki dedi. "Yok" dedi sapsarı dişli ve sararmış bıyıklı adam sigarasından bir fırt çekerek, (bu esnada ben koltuğa oturdum, adam sigarasını bana üfleyerek kolumdan kan almaya koyuldu...) "sen İstanbul' a gidicen ordaki belediye sınırlarındaki sağlık ocağından kanını aldıracan", peki dedi nişanlım "bari ciğerimin filmini de merak etmişsiniz, hazır gelmişken, ciğerlerimi burda görmek ister misiniz" dedi, yok dedi adam haşırt diye şırıngayı sokup benden kan alırken, "İstanbul bakacak senin ciğerine". Adam sigarasından son fırtını alırken, biz küçük emrah duruşunu aldık, kös kös geri döndük. Hadi dedim nişanlıma; "kapı açık , arkanı dön ve çık, istenmiyorsun İzmir'de artık". Gitti garibim İstanbul'da yaptırdı tahlillerini.

Şimdi gidecez beraber bi daha onaylanacağız İstanbul'da. Ha bi de sabah sadece 9-11 arası geleceksiniz dediler. Şimdi karga bok yemeden uçuş tarifesiyle İstanbul'a uçuyorum yarın sabah.

Eh hazır gitmişken, düğünün yapılacağı otele gidip bakıcaz, organizasyon firması bakılacak, davetiye-nikah şekeri bakıcaz, mobilya- çeyiz nev'i ıvır zıvır bakıcaz nişanlımın ailesiyle...

Ha bir de iki günlük koşturmada araya işle ilgili de bir toplantı sıkıştırıcam.
Pazartesi iş başı! Oooof offff, kömür gibi yanıyorum, oooff offff... ebesini seviyorum...oof offfff

Pazartesi, Mart 27, 2006

Özel bir cumartesi

Cumartesi günü benim için çok özeldi, çünkü hayatımda ilk kez gelinlik mağazasına gittim, ilk kez gelinlik denedim, ilk kez annem beni gelinlikler içinde gördü ve en önemlisi ben. İlk kez kendimi ayna karşısında gelinlik içinde gördüm. Tuhaf bir histi gerçekten. Size de oldu mu bu? Ama öyle aman aman da bir duygusallık olmadı bende. Annemi gözleri dolmuş görünce çok hüzünlendim ama. Ağlarsa, anam ağlar; gerisi yalan ağlar demişler ya. Ne kadar da doğru değil mi?

İzmir’e Beyaz Butik açıldı nihayet, randevu aldım cumartesi öğleden sonrası için ve gittim. İçerde bir sürü poşet içinde duran gelinlik vardı. İçerde gelinlikten çok çalışan kız vardı. Ayaklara galoş taktırdılar (bu galoş olayına da sinir oluyorum, sanki her şeyimiz tam da; bir galoşumuz eksikti. Hele bir gelinlik mağazasında yeri ne kadar pisletebiliriz ki? Hastane sanki!) Dıştan bakarak beğendiğim 4 tane gelinlik modeli seçtim, içeriye girildi, annem ve beni önce banyoya sokup ellerimizi yıkattılar. Dedim anneme; “evet hemşire hanım, neşter lütfen!” :) Sonra aman gelinliklere sakın dokunmayın diye anneme hafiften ayar çektiler, oysaki dokunacaksın gelinliğe, kumaşına, danteline bakacaksın diy mi ama? Annecim de korktu yazık, “ama kızım iyi de ellerimizi dezenfekte bile ettiniz, kirli değil ki elim, neden dokunmayacakmışım ki, kumaşına bakacaktım sadece” dedi. Ellenmezmiş...

Giydim, çıkardım, kafama takılacak duvak ve çiçekler de değişti gelinlik modeli değiştikçe. Ama benim aklım en çok bir tanesinde kaldı. Çok beğendim… Bakalım nişanlım da beğenecek mi? Sizin için çaktırmadan modelin resmini giyip kendimi çektim. Nasıl beğendiniz mi?



Perşembe, Mart 23, 2006

Sahibi ben değilim!

Şimdi aşağıda okuyacağınız yazıyı ben yazmadım, bir arkadaşım e-mail ile göndermiş. Yazarı anonim ama altına imzamı düşünmeden atarım. Bana nasıl tanıdık geldi anlatamam. Okurken şaşkına döndüm. Bir kadının tüm evreleri bu kadar güzel mi resmedilir! Okuyun siz de... Belki size de tanıdık birini hatırlatabilir. Bulun bakalım sizin kaçıncı evredesiniz!
Çalisan kadin olmak ….

Eskiden kadin olmak daha kolaydi. Kadinlar sadece evde olur, yemek yapar, çocuk bakardi.
Sadece esinin geliri düsükse kadin çalisirdi , çalisan kadina acinirdi. Kadin çalisiyorsa, evine bakamayacagi düsünülürdü, zaten kadin bekarken çalissa bile evlenince evinin kadini olurdu.
90 li yillara gelindiginde kadin sadece evde olmak istemedi, artik çalismak ekonomik olarak özgürlesmek istiyordu. Bütün kadinlar once üniversite okumaya ,sonra çalismaya basladi. Bu kadinin hosuna gitmisti çalisiyor, istedigi gibi harciyor, geziyordu. Artik çalisan kadin evli olmak degil bekar olup gününü gün etmek istiyordu. Yasasin özgürlük… Çalisan kadin artik iskolik olmustu, çalisiyor ve yüksekliyordu, zirveye ulasmisti. Birçok sirkette once orta kademe, sonra üst kademe yöneticiler kadin oldu. Fakat doksanlarin sonuna gelindiginde sirketler yalniz ve iskolik 30 lu yaslarinda kadinlarla doluydu.. Bu çalisan kadina yetmedi, çitayi biraz daha yükseltti. Artik evli ve basarili çalisan kadin olmaliydi.
Çalisan kadin etrafina bakindi, basarili, parali adaylar gözden geçirildi, adaylardan kel, sisman ve kisa olanlar hemen elendi, ince ruhlu, saraptan anlayan,14 Subatda müthis süprizler yapan, kimsenin bilmedigi yerlerde basbasa tatillere götüren, yasamayi seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapisildi.
Yurt disindan tasarimci gelinlikleri getirtildi, otellerde muhtesem dügünler yapilip, Maldivler'e ya da Bali'ye balayina gidildi.
Balayindan sonra çalisan kadin hizla is basi yapti artik, gündüz toplantidan toplantiya kostururken ,artik aksam yemegini de düsünmeye baslamisti. Aksam ne yenmeli, nereye gidilmeli, esinin gömlekleri, pantolanlari ütülü mü, kiyafetleri kuru temizlemeciye gitti mi geldi mi, marketten alinacaklarin listesini çikar, is çikisi git al, eve gel, hizlica aksam yemegini hazirla….
Çalisan kadin artik mutluydu, gece yatagi sicacikti, üzülünce derdini paylasan, hastalaninca ona bakan, aglayinca destek olacak bir omuza, göz yaslarini silecek sevkatli ellere sahipti. 15 saat kosturmak ona viz geliyordu.
Etraf bu sekilde kosusturan ev ve is arasi çift vardiya çalisan kadinla doluydu. Zaman geçiyordu. Çalisan kadin 35 ine yaklasiyordu, biyolojik saati "be –bek, be- bek" diye uyari vermeye basladi.. Evet çalisan kadin hemen çiglik atmaya basladi "kariyer de yaparim bebek de" ..
Çalisan kadinlar hemen sosyetik kadin dogumcularin randevularini doldurdular.
Çalisan kadinlar ajandalarina ve islerinin temposuna uygun zamani seçip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya basladi. Kimi tek, kimi ikiz ,kimi üçüz istedi.
1-2 ay sonra güzel haberler sirayla gelmeye basladi, çalisan kadinlar hamileydi.
Ama çalisan kadin hem hamile, hem güzel olmak istedi, hemen diyetisyenlere kosulup, özel hamile diyetleri alindi, bol bol kivi yenmeye baslandi. Eskisi gibi tatli, börek aserilmiyordu, karpuz, kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarisi eslerden. Çalisan kadin çocugunu eski usul büyütmeyecekti, hemen onlarca hamilelik, bebek büyütme kitaplari alindi, bir çok internet sitesine üye olundu. Yoga ve anne–baba kurslarina yazildi. Çalisan kadin artik gün gün takip ediyordu bebegini. Bugün 43.gün bebegim üzüm tanesi gibi, 59.gün parmaklari olustu, 89.gün bu gün ilk defa hiçkirdi. 210.günden sonra artik bebegin matematik zekasinin artmasi için Mozart dinletilecek.Sonunda mutlu gün geldi çalisan kadin artik anneydi ,3-4 aylik izinden sonra çalisan kadin öldürücü diyetlerle zayiflayarak incecik bir sekilde is basi yapmisti. Artik basarili bir yönetici, iyi bir es ve anne olarak 24 saat çalisiyordu. Bebek büyüdükçe, sosyallesmesi için çalisan kadin cumartesilerini çocuguna ayirdi, artik tüm anneler topluca etkinliklere katilmaya basladilar, yas günü partileri, tiyatrolar, piyano dersleri, basketbol, tenis ve yüzme kurslarinin biri bitiyor, biri basliyordu.
Çalisan kadina bu da yetmedi artik herkes çalisiyor, iyi bir es ve annelik yapiyordu, çalisan kadin çitayi birkez daha yükseltti.
O artik evinde katkisiz, saglikli ekmekler, kahvalti için ev yapimi reçel yapmali, organik gidalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazirlamali, çocuguna ve esine özel günlerde ev yapimi pastalar yapabilmeli, bu pastalari çok güzel süsleyebilmeliydi.
Evet bütün çalisan kadinlar yemek yapma kurslarina kosmaya basladilar, evlerine ekmek yapma makinalari aldilar. Simdi çalisan kadinlar toplanti aralarinda bir birlerine ekmek tarifleri vermeye basladilar, dün nefis bir çavdarli ekmek yaptim, istersen tarifini vereyim. Ben de hafta sonu harika bir pasta yaptim. evdekiler bayildi. Bir aksam gelin de size de yapayim.
Bakalim Çalisan kadin bundan sonra çitasini nereye yükseltecek ????
Bu süreç içerisinde çalisan erkek ise çitasini hiç yükseltmedi. 80 lerde, 90 larda ve 2000 lerde hep ayni kaldi…..

Pazartesi, Mart 20, 2006

Gene ebeyim!

Gayriye hanım beni ebelemiş. Hem de ne ebeleme. Ebesine burdan selam eder, ahret suallerini cevaplamaya başlarım. Saatlerdir yazıyorum okumazsanız iki elim yakanızda olur ona göre!
Rumuzunuz/Takma adlarınız? Öz
Doğum gününüz? 6 Ekim
Hiç öpüştünüz mü? Yooooo, o nası bişey ki?
Hiç koca bir kutu "Oreos" yediniz mi? O ne be? Cips gibi bişiy mi? Başka yenecek bilindik bişey bulamadın mı?
Hiç sahneye çıktınız mı? Cıktım. İlkokulda, ortaokulda bol bol. Ay bi de bale yapardım ben :) söylemeden edemiycem. 3 sene tütüler içinde kelebek misali. Bizim evde misafirler geldiğinde “kızım Aysel teyzenler görsün, ayrı bacaklarını” şeklinde gerzek muhabbetler çok olmuştur. Ve ben her seferinde caart diye ayırırdım bacaklarımı, bazen de tütülerimi giyer evde misafirlere resital verirdim. ehe he heee…Yani sahne ışıklarına alışığım ancak keşfedilemedim bir türlü ve artık çok geç. Şimdi sahne sahne diye inlersem bu sefer nişanlım ayırır bacaklarımı
Hiç araba kazası yaptınız mı? Yaptım 1 kere. Ehliyeti yeni almıştım,şehir içi ders almadan ilk arabamla, açıktan almadan bizim caddede u dönüşü yapmış ve bizim çiçekçinin park etmiş çiçek arabasının kapısına haşırt diye dalmıştım.
Hayatınızda Eiffel Kulesi'ne gittiniz mi? Gittim
En sevdiğiniz şampuan bayan? Valla ben kafama göre takılıyorum artık. Ne yeni çıktıysa alıyorum bir deniyorum önce. Şahsımın sürekli aynı parfüm ve aynı şampuanı kullandığı görülmemiştir.
En sevdiğiniz sabun? Cildim kuru o yüzden sabun kullanmıyorum. Bi de açıkçası kullanılmış sabunları elimle tutamam ben. Likit sabun en iyisi!
En sevdiğiniz renk nedir peki? Siyah, beyaz, mavi, yeşil ve gri
En sevdiğiniz gün? Sorulur mu? Tabiki cuma ve cumartesi
En sevdiğiniz gece? Yaz geceleri
En sevdiğiniz müzik grubu? Valla ben ergenken Bon Jovi hastasıydım, ha bi de U2
En sevdiğiniz reklam? Türk reklamları bana yaratıcılıktan çok uzak geliyor, o yüzden” işte bu” diyebileceğim pek bir şey yok. Sadece yıllar önve VW’nin bir dergi reklam serisi vardı: “İnsan sadece görmek istediğini görür” gibi de sloganı. Adamlar sadece tabiattan enstantaneler çekerek dergiye reklam vermişlerdi, araba ile detay falan yok, ama siz mesela gökte uçan 2 kuş görüyorsunuz ama kanatlarını öyle bir perspektiften çekmişler ki, VW’nin logosu oluyor. Ya da denize dalmaya çalışan 2 yunus. İkisinin kuyruğu öyle bir anda yakalanmış ki VW’nin logosu gibi olmuş.
Erkek arkadaşınız var mı? Varr. Nişanlım olur kendileriBirisinden hoşlanıyor musunuz? Nişanlım olur kendileri
En iyi arkadaşınız var mı? Var
Telefonunuzda hızlı arama tuşlarında sevdiğiniz arkadaşlarınızı sıralıyor musunuz? Hayır, bilmem zaten. Teknoloji ile aram pek hoş değil
En komik arkadaşınız kim? Valla hepsi kendine göre komik. Ancak sanırım onlar genelde bana çok gülerler.
En çok hangi arkadaşınızla alışverişe gidersiniz? Ben’ce ile alışverişe gideriz zevklerimiz ve kafamız çok uyar, birbirimize gaz veririz ama ben alışverişlerde genelde yanlız gezen kovboyum.
En çok kime mail yazarsınız? Arkadaslarıma yazarım, daha doğrusu gelen postayı iletirim.
En eski arkadaşınız kim? Benden 40 gün önce doğan annemin arkadaşının kızı Betil. İkimizi köşe yastığı gibi tulumlarımızla koltuğa dayayıp resmimizi çekmişler. Şimdi o bir tıp doktoru ve Antalya’da
En gürültücü arkadaşınız kim? Galiba bu kendim oluyorum. Çenemle ilgili çok yorum var arkadaşlarımdan
En çekingen arkadaşınız kim? Aslında hiçbiri çekingen değil, arkadaşım olduysa demek ki çekingenliği kırmışız demek .
Ailesini en iyi tanıdığınız arkadaşınız kim? Ayy, sana ne? Napacan ailesini?
En çok hangi arkadaşınızdan öneri alırsınız? Hepsi öneriye gerek kalmadan maşallah tüm önerilerini sıralarlar. Benim öneri almama fırsat bırakmazlar yani
Hangi arkadaşınız bütün sırlarınızı biliyor? Napacan? Arkadaşıma gidip, sırlarımı parayla satın alıp yayınlayacan mı?
En çok kimden anketler alıyorsunuz? Gayri-ihtiyari (nam’ı değer gayriye)
Hangi arkadaşınızı kıskanırsınız? Hic birini
Kimle ağlarsınız? Farketmez, sulugözlüğüm tuttu mu heryerde ve herkesin yanında ağlarım
Sürekli kullandığınız bir cümle/söz var mıdır, nedir?1.ebeni 2.kotorok 3. k.mın kenarı
Son 24 saatte.ağladınız mı? evet (Çanakkale belgeseli ile ilgili bir programda ve yine internetten gelen Çanakkale ile ilgili “Kınalı Ali Destanı”na
Birisine yardım ettiniz mi? Evet. müşteriye
gazetede bir şeyi incelediniz mi? Evet
saçınızı kestiniz mi? son 24 saatte mi? Hayır
etek giydiniz mi? ne eteği, ben donsuz geziyorum, öyle cıbıl cıbıl dolanıyorum!
birisine kötü davrandınız mı? hayır ama bu ahret sorularını başıma kaktığı için birazdan gayriyeye virüs göndercem
birisiyle alaycı konuştunuz mu?evet . bizim bir her eve lazım “vada”mız var. gerçek adı vedat. Ister ofis boy deyin, ister mutemet, ister hayat asistanı, herşeyimiz. Ama tabi ilişkiler ister istemez laçka oluyo, kendisi edirne taraflarından göçmen ve cennet mahallesindekiler gibi konuşuyo. En son ona kapçık ağızlı demiştim :)
koşuya çıktınız mı? tabiki hayır
yürüyüşe çıktınız mı? şu yağmurlar bir bitsin inşallah
sinemaya gittiniz mi? en son organize işlere gitmiştim fi tarihinde. Bu aralar evde izleyerek idare ediyorum
öpüştünüz mü peki? Oha! Sana ne
kendinizi aptal hissettiniz mi?evet özellikle gazetelerdeki ve tvlerdeki her haberi izlerken, okurken, hele hele politikacıları dinlerken sürekli!
birisine "Seni seviyorum," dediniz mi?evet
mektup yazdınız mı? hayır. çocukken askerdeki kuzenime yazardım ne bileyim onların komutanları tarafından okunduğunu! Ona hep “ne biçim bi komutanın var senin, hayvan herif, söyle de o hıyara arada bi izin versin sana diye yazardım. Garibim benim yüzümden kaç kez haftasonu izinsiz kalmıştı :)
sınava girdiniz mi? bu cumartesi ve Pazar giricem. Gene gitti güzelim haftasonum
bir şeyin üstesinden geldiniz mi?hep geliyoz herhalde. Boş boş oturmıyoruz burda
yeni birisiyle tanıştınız mı? bu sabah işe gitmek için taksiye bindim, yağmur çoktu, otobüs de yoktu, duraktan bi teyzeyi de taksiye müdahil ettim, kırıştık taksi parasını yarı yarıya.bu şekilde tanıştım kadınla
günlüğünüze yazdınız mı?blog yazıyom ya, bi de bu başımın belası ahiret anketi var. dahası ne olsun?
en sevdiğiniz filmi izlediniz mi? Hayır
hoşlandığınız birisiyle konuştunuz mu? Evet, nişanlımla sürekli.
birisine hediye verdiniz mi? hayır ama annemin doğum günü yaklaşıyo, haftaya vermem gerekecek, nişanlıya da hatırlatılacak
birisini özlediniz mi? evet, rahmetli babannemi çok hem de
birisiyle kucaklaştınız mı? evet nişanlım ile
anababanızla kavga ettiniz mi? bazen oluyo tabi, onların gözünde ben hala 32’sinde değil, 8’indeyim çünkü
bir arkadaşınızla kavga ettiniz mi? ben arkadaş arasında kavga sevmem, kavga ortamı gerer beni, kavga ortamı olduğu vakit çaktırmadan uzarım, ama benle alakası olmayan sokaktaki her kavgaya da ne hikmetse hemen dalarım, iki çift laf da ben çekmkiririm, hiç kusur kalmam
bir şeyden korktunuz mu? Evet, düğünümde 50 kiloya düşemeyip şuanki halimle (56) tüm davetliler tarafından “şişman gelin” olarak anılmaktan çok korkuyorum
En son ne zaman duş aldınız? Dün gece (yani pazar akşamı)
gece yemek yedinizmi? Evet, tüm insanlar gibi (ne salak bi soru bu böyle!)
Şu anda ne giyiyorsunuz? Ay bu soruda telefon sapıklarının sorduğu soruya benziyo. “Şu an üstünde ne var?” İş saatinde, ofisteyim, ne giyebilirim sen tahmin et bakiim!
yorgun musunuz?kesinlikle evet hele bi de 2 saattir bunları yazdım ya.
mutlu musunuz? mutluyum
pijama mı giyiyorsunuz? Evet geceleri. kışın hele asla gecelik giyemem, deli yattığım için, sabah kalktığımda tüm gecelik başıma geçmiş şekilde kalkıyorum
yemek yiyor musunuz? Malesef ne bulursam
birisiyle online olarak konuşuyor musunuz?hergün bence ile, arada nefin ile
Bu anketin bitmesine hazır mısınız? Rica ederim böyle iyi, hem kendi sinir katsayımı da denemiş oluyorum; hep merak ederdim insan nasıl katil olur diye
Bu anketi ne kadar zamandır yapıyorsunuz? Sabahtan beri.. sanki onunla doğdum, yapıştı elime
En sevdiğiniz sandviç? Bol mayonezli,az hardallı, füme etli, marul, domates ve kaşar türevi peynirli. İçi boş sandviçlerden nefret ederim, hani şu havayollarının verdiği cinsten. Sandviç dediğin şöyle yanlardan bakınca içi doluluktan taşmış gibi görünmeli.
Kahve mi, sıcak çikolata mı? Kahve tabiki
Sıcak mı, soğuk mu? Sıcak ama yazları frapesi de harika oluyo- hayır demem
Küçük mü büyük mü? Neyin? Soruyu tam olarak anlayamadım gayriye hanım.
Nasıl bir hava? Sevdiğim havayı mı soruyosun? Tabiki güneşli, ılık, yasemin kokulu, deniz ve güneş yağı kokmalı
Dantel mi, saten mi? pamuklu penyeler tercihim
Kırmızı mı, Mavi mi? yeteeeerrr. Sana ne. ben siyah beğeniyorum belki.neden 2 renkle sınırlıyorsunuz insanı?
Eski mi yeni mi? hö? ne anlamda bi soru bu, anlayamadım
Orası mı, burası mı? hö? (ben de bu soruyu sorana öncelikle şunu sorayım: anan mı eben mi?)
sevgiler, nihayet bitti!

Salı, Mart 14, 2006

EBE'yim

Herkes sobelenir de ben sobelenmez miyim? Canım hemşehrim aslıcım beni sobelemiş, ben kusur kalmiyim diye. İşte toplu iğnenin 4 x 4 'leri:
Yaşadığım 4 Yer:
ehe ehe heeüee, ayıptır sölemesi;
doğdum İzmir
büyüdüm İzmir
okudum İzmir
yaşıyorum İzmir
Defalarca İzlediğim ve İzleyebileceğim 4 Film:
İlla ki Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa, Süt Kardeşlerden oluşan Kemal Sunal üçlemesi
Shrek1 ve 2.si (valla şaka değil, bayılıyourm ben ona)
Özel Bir Kadın (ne bilim, defalarca izleyebilirim ben o kül kedisi masalını...fıırrk!)
Yüzüklerin Efendisi, tüm serisi (Ordaki Gollum adamımdır da..kıymetlimissss diyo ya ben orda ne oluyom biliyonuz mu? :P)
İzlediğim 4 TV programı (aslıcım şimdi bunlar dizi de olabilir mi? yoksa illa ki böyle ibo show (böğk) gibi bişey olmak mı zorunda? neyse ben dizileri de katıyorum:
Avrupa Yakası
Desperate housewives (yıllar önce de ally mc beal vardı; uğursuz (!) ev kadınları yokken de onu seyrederdim)
BBC prime'daki ready-steady and cook programı (adamlar 3 çeşit abuk sabuk yiyecek kullanarak 16 dakkada dünyayı pişiriyorlar.utanın..utanınnnn)
Cnbc'deki tüm sit-comlar (hayatta kaçırmam: hepsi süper!)
Tatil için gittiğim 4 yer:
Thailand (boru değil 4 kez gittim ve toplam 6 ay kaldım ben o memlekette. tavsiye ederim)
USA- Florida-Miami (malesaf sadece 15 gün)
Avrupa (bilumum ülkeleri-ayıptır sölemesi ben pek severim gezmeyi- 4 taneyi nereme sığdırayım?)
Dubai-Bahreyn
Özel not: Valla küfür etmeyin arkadaşlar; bakınız ben bugüne kadar hiçbir zaman yıllık izin kullanamadım, çalıştığım hain şirketler hep hasta olduğumda,işim çıktığımda gelemediğimden kestikleri için izinlerimi, ben de hep bayram tatillerinde izinliydim. eh turların cazibesine kapılıyo insan haliyle)
Bi özel not daha: Çeşme, Ada, Urla (bunlar zaten hep hayatımda, yazın her haftasonu....onlarsız olmaz)
Yaptığım 4 iş: (aslıcım ilkinden mi en sondakinden mi başlıycaz?-neyse ben gene kafama göre takılayım)
Şu an- bir şirketin operasyon müdürü
Yine şu an- Aynı zamanda özel üniversitede öğretim görevlisi (patron izin verdi sağolsun da bakın gene gitti benim yıllık izinlerim işte..söylüyom inanmıyonuz!)
Daha eskisi - Tütün firmasında boctan ishler sorumlusu
Onun da eskisi - boya fabrikasında gene aynı görevin sorumlusu
En çok sevdiğim 4 yemek:
Balık ve her nev'i deniz ürünü (hele kalamar yok mu? mııımm misss)
Zeytinyağlı lahana ve yaprak sarması (kuşüzümlü ve fıstıklı olacak)
Fava
Ot kavurması (üstüne yumurta da kırılacak tabi)
Şu anda olmak istediğim 4 yer:
Olmak istediğim yerdeyim aslında ama ahh, şimdi olsa da şurda olsam dediğim yerler kesinlikle İzmir'e dönmek koşuluyla olacak tabi ki:
Pasifik bir ada (ben diyim Maldivler, siz deyin Mauritus falan) uzanmışım kumsala olayı...
New york'da deli gibi alışveriş yapayım
Paris'te parizien bir müzik eşliğinde bir kafede dışarda oturup kahvemi içeyim
Cunda adası ya da bozcada'da tarihin halen yaşadığı ve korunduğu bir yerde taş plaktan bir münir nurettin eşliğinde çok değil- 1 tek rakı ile denize bakıp efkarlanmak ve halime şükretmek isterdim
Sobelediğim 4 arkadaşım:
Yahu herkes sobelenmiş bu konuda, kaldı mı sobelenmeyen? Varsa farzetsin ki ben sobeledim. Ebe sensin arkadaşım... Her kim sobelenmeden bunu okuyosa, bilsin ki EBE!

Perşembe, Mart 09, 2006

ben geldim.

biliyorum çok boşladım seni günlük. ve değerli derman ablalarını... ama napiyim canım sıkkındı. gerçi hala sıkıntım geçmedi. merak ediyosunuz biliyorum; toplu iğnenin nesi var diye. malumunuz ben evleneceğim ya; tüm sorun benim aylardır en istemediğim tarihe gün alınması ve bunda benim yapacağım hiçbir şeyin olmaması. eh tabi erkek tarafının "düğünü erkek tarafı yapar" mantığıyla mecburi bir tarih. tabi bende de "sona kalan dona kalır" mantığı ile karşıt bir görüş... uzlaşmasız kabullenme... ki bana çok tezat. ama insan sevince susuyor mu? yoksa bana mı öyle geliyo. benim düğünüm ama ben sessiz...
meraklısına not: ben izmirli, nişanlım istanbullu. oturacağımız yer izmir. nikahlanacağımız ve düğünümüzün yapılacağı yer: istanbul. düğün günü: günlerden pazar, akşam saatleri :(
umarım izmirden gelemeyecek olan boş masalara bakıp bakıp üzülmem.

Cuma, Mart 03, 2006

iyi değilim ben. canım sıkkın. içim acıyo. hiç bir şeyi bilmiyorum artık. ne doğruyu ne de yanlışı, kim haklıyı kim haksızı, ne oyun oynamayı ne de oynatmayı. korkuyorum da. zaten ben bilmekten değil, bilmemekten korkuyorum.

Çarşamba, Mart 01, 2006

1 kadının anatomisi

1 kadın.
Mesleği: Bakan
Neyin bakanı: Şeyin bakanı... yani biz kadınların
Ne yapmış: Bugüne kadar benim bildiğim pozitif bir faaliyeti yok.
Ne yapmamış: Malatyadaki yavrular, psikopat hela temizlikçileri tarafından hortumla dövülüp sıcak suyla haşlanırken kendisi Londra’da ısrarlara rağmen dönmemişti.
Ben neden taktım: Kadınlara yönelik pekçok sivil toplum örgütünü mahkemeye vermiş bu bakan.
Neden: Çünkü bu kadın örgütleri zat-ı alilerinin makamına faks yoluyla protesto göndermişler.
Neden protesto etmişler: Çünkü bu bakan anayasada yer alacak olan “kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi” sözleşmesine imza atmamış
Peki bakan ne yapmış: Kendisine faks yoluyla protesto gönderen bilinçli hemcinslerini mahkemeye vermiş.
Kim bu bakan: 1 kadın
Protestocu kim: 1 kadın
Ben kimim: 1 kadın.

Pazartesi, Şubat 27, 2006

Sıpaya gitmenin dayanılmaz hafifliği

Sıpaları anlatacaktım size ben (Sıpa-kokoşcası: S.p.A). Hani şu bildiğimiz hamamın kibarcası. 2 hafta önce çeşmede kendini sıpa sanan bir otele gittik. Reklamlarında size muhteşem huzur, sağlık, dinginlik, ve bol ingilizce sokuşturulmuş; “fitness, beauty, tranqulity, peace, comfort, yoga, silence, calming” sunan (!) otele gittik. Heh he he ay ne komikti, anlatamam. Bizim insanımıza sıpa mıpa vız gelir tırıs gider. Bakınız şimdi size genel manzarayı anlatayım. Otelde pazar sabahı geç kahvaltıdayız, herkes akşamdan kalma. Neyin sıpası? Kim gidecek sıpaya? Yayılmış herkes kahvaltı salonuna, pide lavaş fırınına kuyruğa giren dönüyo gene giriyo, omlet yapan adamcağız ha yumurtladı ha yumurtlayacak yumurtalarla uğraşmaktan. Kahve-çay makinası dolduğu an boşalıyor, garsonlar şaş olmuş. Velhasıl o kalabalık yemek salonunu hayal edin, karnı doyan başlıyo gazete mütalaasına. Salon komple camekan yere kadar ve dışarısı çim, hava soğuk ve şakır şakır yağmur yağıyor. Ee hani sıpaya kim ne zaman girecek? Yerini bilen var mı? Huzura erecektik hani, ruhumuzu ve bedenimizi dinlendirecektik? Astral seyahat yapıyor olacaktık?

Bir an gazeteden başımı kaldırdım, iki tane tip çimler üstünde sekerek ilerliyorlar açık havuza doğru (ay ne komiklerdi anlatamam); biri dişi- diğeri erkek, giymişler üstlerine otelin bornozlarını, altlarında da otel odalarındaki kağıt terliklerden (allah insanı gerzek yapmasın arkadaşlar!) çamurlu çimlere basa basa çapı yaklaşık 2 metre olan içi kahverengi çamurlu su dolu süs havuzu kılıklı çukura geldiler. Ben bu arada yan masalara göz kaydırdım ki, herkes bırakmış gazeteleri bunları seyrediyo. Yan masadan bi adamcağız bağırarak durumu en hakikisinden özetledi :
“K.çları donacak bunların yahu!”

Bornozlu olanlardan erkek olanı gitti, bahçeden üstü ıslak 2 adet şezlong da getirdi, ıkıl ıkıl taşıdı onları. Kadın öyle bornozuna sıkı sıkı sarılmış bekledi adamı, korktu herhalde dibini görmediği suya yanlız girmeye. Adam geldi, bizim tarafta da camlar seyirciyle doldu. Herkes garfield gibi yapıştı cama, bahisler açıldı. Adam cupp diye atladı. Evet arkadaşlar atlamak fiilini kullandım çünkü adam o k.ç kadar suya çivileme atladı ! Kadın da bornozunu striptizci edasıyla çamurlu çimen üstüne bırakıverdi ve süt gibi bembeyaz teniyle suya indi. Adam değil kulaç atmak sadece 1 adımla kızın yanına geldi, oteldeki tüm müşteriler kahvaltı salonunda yayıp onları seyreyleye dursun bunlar kah çıkıp ıslak şezlonga oturdular, kah üşüyüp çamurlu su içine girdiler. Aslında madalya takmak lazım onlara. Otelde sıpa denilen şeyi (eğer otel buna sıpa diyosa ya da çiftimiz sıpayı, çamur dolu çocuk havuzu sandıysa bilmem) kullanan sadece bu iki kişiydi. Büyük ihtimalle yazdan bu yana kullanılmayan ve içi bu zamana kadar pis şeylerle dolduğu için çamur rengine bürünen çocuk havuzunu kullandı bu gerzek çift. Biz ve oteldeki diğer tüm müşteriler şömineli salonda çaylarımızı yudumlayıp gazeteleri okuren, bunlara çok güldük. O yüzden sıpa bizim milleti aşar arkadaşlar!

Cuma, Şubat 24, 2006

bir istek daha. ne gırtlaksınız yahu!

Yani beni de Emine S. Beder yaptınız ya, aşkolun. İlla ki tarifini yaz dediniz ben de şaşa döndüm, hangisini yazayım diye. Ancak özel istek geldi pırasalı - mantarlı kiş için.
İşte tarifim.
Kiş öncesi hazırlıklar: Bulunduğunuz yerdeki camları sonuna kadar açın, musluğu da açın ve mümkünse akan suyun yanında pırasaları doğrayın. Yoksa kıpkırmızı gözlerini zoluyo (denedim, gözlerim yaş içinde kaldı). Burun akmasına yönelik de peçete falan buludurun.
İçi için: Valla göz kararı ince halka olacak şekilde doğrayın pırasaları (yanan gözler ve akan burun için bakınız yukardaki paragraf). Az zeytinyağında teflonda kavurun pırasaları. Pırasalar kavrulurken dilimlediğiniz 1 kutu mantarı içine boşaltın. Tuz ve isterseniz baharatları ekleyin (ben sebzeli çeşnilerden kattım içine, hiç fena olmadı yani) mantarlar suyunu çekince söndürün. İçiniz hazırdır arkadaşlar
Kiş hamuru için: 200 gr un ( ben 200 gramın 1 su bardağı dolusu olduğuna karar kıldım ve öyle yaptım), 100 gr margarin/tereyağ (ben becel kullandım)- oda sıcaklığında böyle vıcık vıcık bir yağ olacak, yarım çay kaşığı tuz ve yarım çay bardağı soğuk su. Un, yağ ve tuzu elinizle ekmek kırınıtısı olacak şekilde ufalayarak yoğurun. Sonra dolapta soğuttuğunuz suyu içine azar azar dökün, öyle haaarş diye dökmeyin, çok cıvık olabiliyo çünkü (bakınız geçmiş haftaki deneyimlerim). Hem hepsini de dökmenize gerek yok. Ucundan accık! Hamuru top şekline getirip üstüne bez örtüp bi 15-20 dakika buzdolabına koyun.
Üst için: 1 su bardağı kaşar rendesi, 1 su bardağı süt, 1 yumurta, 1 çrb kaşığı un. Yumurtayı ve sütü çırp, diğerlerini ekle ve karıştır.
Son işlemler: Buzdolabından hamuru alıp kişi pişireceğin kalıba yay, üst için yaptığın karışımın içine pırasalı mantarlı karışımı ekleyip karıştır, hamurun üstüne yay ve yallah fırına. Klasik pişirme derecesinde diyo ama ben o gün habire fırında bişeyler pişirdiğim için fırın derecesini hiç değiştirmedim, siz de kafaya göre takılın artık. Afiyet şeker olsun

Perşembe, Şubat 23, 2006

istek üzerine limonlu pay tarifi

Şimdi limonlu payın tarifini veriyorum sıkı durun.
Ancak öncelikle şunu itiraf etmeliyim ki aşağıda yazacağım tarif benim cumartesi yapmış olduğum tarif değil. Nasıl mı? Şöyle ki, orjinal tarifi uzun uzun inceledim. Ben tarife baktım, o bana baktı. Oturdum mutfak masasında kendime bir türk kahvesi yaptım, tarife baktım, o bana baktı ve “aaay, ben uğraşamam bu kadar çetrefil işle” dedim ve tarifi son kez okuyup doğru markete indim. Kendime göre bir yöntem buldum ve tarifi modifiye ederek en kolayından yaptım. Aynısı gibi olmasa da yendi bitti kül oldu. Napiyim? Diyorum size inanmıyorsunuz, benim öyle zor mutfak işleriyle işim olmaz, kolaysa varım ama zorsa, zor olanı anında kendime göre kolay hale getiririm.
İşte asıl limonlu pay tarifiniz:
Tart malzeme:
125 gr margarin (ocakta eriteceksin önce), ½ su bardağı şeker, ¾ su bardağı un (ay neden böyle kesirli tarif verirler ki bu insanlar, söyle deseler mesela; 1 bardaktan 1 parmak az un-nası daha mantıklı değil mi yani?), ½ çay kaşığı kabartma tuzu (yarım çay kaşığı deseler ölürler), 2 yumurta (hah sıkıysa yumurta ölçüsünü de da 5/3 diye verin de göriyim!), 1 paket vanilya
Malzemelerin hepsi bir güzel mikserla çırpılıyor, yağlanmış kelepçeli kalıba dökülüyo (ben o kelepçeli kalıplarda taban tepsisini hep tersini yüze taktığım için ilk iki kek pişirmem hüsran oldu, aktı hepsi fırına). Neyse işte hepsi yaklaşık 180 derece gibi pişirilir.
İç malzeme: Kekimiz pişerken siz muhallebiyi yapmaya başlayacakmışsınız. 3 çorb.kş un,1 fincan toz şeker, 1 limon kabuğu rendesi ve aynı limonun suyundan 8-10 çorba kaşığı ekleyin, 3 yumurtanın sarısı (akları atmayın, onlar köpüğü yaparken lazım), 2 fincan sıcak su ya da süt (isteğe bağlı). Eğer su / sütü daha fazla (göz kararı) koyarsanız daha yumuşak bir muhallebi olur. Tercih sizin. Bu malzemelerin hepsini ateşte mikserla bir güzel çırpa çırpa pişiriyosunuz. Sonra bu muhallebiyi kekin üstüne harrş diye bi güzel döküyosunuz.
Köpük: Hatırlarsanız 3 adet yumurta akımız elimizde vardı, 6 çorb.kş toz şeker de bulup buluşturuverin. Önce yumurta aklarını köpük oluncaya kadar çırpın, azar azar şekeri ekleyin ve çırpmaya devam. Kekin üstüne şekilli yay ve fırının ızgarasına tekrar koy üstü kahverengi olunca çıkar.

Peki ben bu kadar uğraştım mı? Tabi ki hayır! Peki ben ne yaptım?

Markete gittim, limonlu hazır kek aldım, limonlu puding aldım. Kelepçeli kalıbı yine ters taktım, sonra düzelttim, hazır kekin yarısını yaptım ki tart gibi dibinde az kek olsun diye. Yoksa kabarıp normal bir kek olur diye, yarım ölçüde işi hallettim. Ayrı bir yerde limonlu pudingi daha az süt ölçüsü kullanarak pişirdim, içine limon kabuğu rendesi attım (zor oldu ama napalım dostlar sağolsun) ve en üste limonlu payın gerçek tarifindeki köpüğü yaptım ama ve fırına attım. Valla aynısı gibi oldu. İşte benim anında süpürülen limonlu payımın sırrı budur arkadaşlar. Aklımı seveyim :) Siz her ikisini de deneyin tabi, ben beceriksiz olduğum için orjinali denemekten korktum. Ama eminim siz becerirsiniz. Afiyet şeker olsun, top top et, pıt pıt yağ olsun.

Salı, Şubat 21, 2006

Özüme döndüm

Eveeet, bu kadar yemek olayı beni aşar arkadaşlar.
Bugün itibariyle özüme dönüyor ve iğneleri batırmaya devam ediyorum.
Geçtiğimiz Cumartesi pasta-börek canavarlarını kapıdan yolladıktan sonra bendeniz çeşmede bir otele doğru bacadan yola koyuldum. Ben kendisine otel desem de otel nedense bu saptamayı üstüne almayıp ısrarla “spa” olarak anılmak istiyor (bu spa adına da sinir oluyorum. Açılımı ne olabilir ki? Bizim atalarımızdan bildiğimiz hamam ve tellakın -ki kibarcası masöz oluyo- bulunduğu, ekstradan bol çamurlu k.ç kadar pis bir havuzun olduğu, hamamın içine fıskıyeli bir havuzun oturtulup içine nedense iki-üç çiçek yaprağı attırdın mı al sana spa işte!). Herneyse geç kalmış sevgililer günü programına gittik. Tabi biz izmirliler için bazı olaylar (hadi konseptler diyim de artizzler gibi konuşmuş olayım) halen basite indirgenerek anlaşılmaktadır. Otelin ilanı sevgililer günü kaçamağı diye çıkmış ama güzelim hemşehrilerim otele çoktan yerleşmişler de sanki 23 nisan bayramını kutluyoruz. Amanin, sağım solum çocuk. E hani bu haftasonu tüm sevgililer gelcekti buraya? Ay bi de otel her bi yere kalp şeklinde kırmızı balonlar serpiştirmiş, çocuklar da çat-pat patlatıp duruyorlar, ortalık duman. Sıfır romantizm olayı.
Bugünkü takıntım düğün-dernek, balo, nişan, kına gecesi hiç farketmez dans pistinde salak salak dans eden çocuklar:)
Akşam yemeği de ayrı bir komediydi. Cansu Cancan misali bir üvertür kadın çıkmış sahneye çığlık çığlığa şarkı söylüyor. Belli, yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin ağlamaklı... (Timur Selçuk’tan çaldım bu sözleri, konuya da çok uydu-napiyim?)
Hadi dedik, bırakalım bu akşamlık söylesin, biz de gülelim bari, dans edenleri seyredelim.
Ne mümkün!
Bakın, ister yazlık sitelerin diskosunda olun, ister bir yakınınızın düğününde, nişanında olun, ister ailelerin de katılabileceği bir şirket yıldönümü kutlamasında; hiç farketmez; eğer müzik varsa piste bakın. Pistte büyükten çok çocuk göreceksiniz. Hadi bir de bu çocuklar müzikle ahenkle dans etseler, can kurban amma velakin kollarını iki yana açmış mevlevi gibi olduğu yerde dönen ve muhtemelen tepe sersemi olup yere kapaklanan çok çocuk gördüm ben. Yani çoccum, seni kim ne yapsın?, bak seni seyretmiyo kimse, bu gerçeği kabullen ve bırak büyükler dans etsin o pistte. Ama yok! Olmuyor, büyükler oturup kendilerinden geçerler car car muhabbette, çocuk pisti birbirine mi katmış, dans etmeye çalışan büyüklerin arasına bodozlama mı dalmış, milleti masalarına zorla geri mi göndermiş, umurlarında değildir.

Çocuk havuzları da gereksizdir otellerde. Boşuna kaynak harcanmıştır sırf bu havuzlar yapılsın diye. Ben bugüne kadar çocuk havuzuna giren bir tek çocuğa raslamadım. Nerde var büyüklere göre bir su birikintisi, hepsi orda! Ya çocuklar kendilerini çocuk saymıyorlar ya da çocuk havuzları; aslında ayak yıkamak için özel tasarlanmış dezenfekte su birikintileri olmalı.
Tam şezlongunuzdan kalkıp yüzmeye karar vermişsinizdir, şöyle sağı solu yoklayıp kaç kişi size doğru bakmakta, bikinizin üst tarafı olması gereken yerde mi, popomun arasına bikinim kaçmış mı, göbeğimi yeterince içine çekebilmiş miyim gibi her tür havuzda salınma aktivitesini gerçekleştirip havuzun dibine banu alkan misali geldiğinizde saatlerdir güneşte yanmanın bedeli olan havuz suyunun soğuk gelmesi, bir -iki çocuğun tam önünüzden havuza atlayarak havuzun tüm suyunu üstünüze, ağzınıza burnunuza sıçratması ile son bulur. Siz tam bağıracakken güneşlenmekte olan annesinin “berkcaaan, oğlum sabahtan beri havuzdasın, gel hamburgerini yee” diye seslenmesiyle hevesiniz kursağınızda kalır. Ya hasbel kader havuza kendi iradeniz ile girmişsinizdir ve yayıla yayıla içinde su balesi yapmaktasınızdır. Birden bir uçan tekme böğrünüze saplanıverir. Ve baktığınızda tam orda size sinir sinir sırıtan bir çocuk görürsünüz. Nedense de gözlerinde deniz gözlüğü ya da yüzücü gözlüğü takmıştır o çocuk ve size sinsi sinsi bakmaktadır. Ha bi de ayaklarında da palet vardır. O daracık havuzda sanki mercan kayalıkları var, onlara bakmaktadır veya yaklaşık 20bin fersah su altına dalacaktır da su yüzeyine çıkışı hızlı olsun diye palet takmaktadır! O kadar donanımlı yani! O çocuğu oracıkta boğamamanın vermiş olduğu hayal kırıklığı içinde başka bir yöne doğru yüzmeye başlarsınız ve bu sefer de üstünüzden uçarak bir çocuk atlar cooof diye ve tüm o klorlu suyu yutarsınız, yutarken de kafanıza bir çocuk kovası bir yerlerden uçuverir.

İşte ben çocuklardaki bu atlama, dönme, zıplama gibi eylemleri çözebilmiş değilim. Dans edemezsiniz, çünkü siz yavaş bir şarkıda sevdiğinizle dans ederken onlar sizin yanınızda kanguru gibi zıplar ve dönme dolap gibi dönerler ve bunları yaparken de aynı anda size çarpıp, üstünüze çıkarlar. Havuzda dilediğiniz gibi yüzemezsiniz çünkü aynı eylemleri orda da yaparlar, büyüklere ait olan herşeye ortak olmayı severler ve malesef bazı aileler de buna hiç ses çıkarmazlar.
Ya ben size spalarla ilgili tersime giden konuları yazacaktım. Gene nerden başladım, nereye geldim... Neyse onu da öbür yazıma ayırayım bari.

Pazartesi, Şubat 20, 2006

Gitti altınlar, geldi kilolar

Söz verdiğim gibi cumartesi günü yapmış olduğum şaheser çalışmalarımı bugün size ulaştırıyorum. Şaheser oldukları nerden mi belli? Valla hepsi silip süprüldüğüne göre demek ki beğenildi. Açıkçası bol bol övgü aldım ve bu da beni çok mutlu etti. Hani var ya, sanki patronum beni bir sürü insanın önünde övse o kadar hislenmez ve mutlu olmazdım. Bayanlar için güzel yemek yapabilme yetisi demek ki bu kadar önemli bir şey. Hani başka bir konuda bu kadar takdir edilsen böylesine mutlu olamazsın; siz düşünün benim halimi. Ama yorgunum valla. Hele hele Cumartesi konuklarım gidince” annemin evini temiz buldun temiz bırak” mantığıyla bir de tekrar çalışma yaparak haftanın kakılmışı ünvanına hak kazandım. Ee uzatma da sadede gel dediğinizin farkındayım, tamam anlatıyorum... Hem de önce ve sonra modelini kullanarak! - Öz hakiki italyan işi tiramisu (öyle altın kekten değil; kedi dilinden yaptım. İzmir’de pastane pastane dolaştım bulmak için. Allahım neden İzmir’de öyle herşey bulunamıyor kolay kolay?). İçinin kreması da labneden değil. Ben İtalya’ya gittiğimde bizim rehber pek bir avanaktı. Hani italyanca biliyo ya, almışlar bunu italyancası var diye rehber yapmışlar. Ben de otobüsün şöförü Marizio ile kanka olmuştum. Meğersem amcam hem aşçı hem şöför hem de turizm gönüllüsüymüş; eh yaşlı da olunca malum çenesi düşer insanın bu maurizio da bana yeterince italyan elçisi olarak çalışmış ve mascorpane peyniri bulamazsam bu en sevdiğim pasta türü içine koymam gerekeni anlatmıştı. Neyse uzattım gene- işte o yüzden özhakiki tiramisu yaptım diyorum ben.
- 2 çeşit börek. Birisi ıspanaklı-pastırmalı. (işte bu böreğin iç tarifini bir blogdan aldım. Ama ne olur hangi blog olduğunu hatırlamıyorum affedin beni, o kadar çok tarif için bloglar arasında gezindim ki ıspanakla pastırmanın bu kadar yakışacağını hangi blogda okuduğumu unuttum. Tarif kiminse ellerin dert görmesin, sağolasın. Diğeri de kendi uyduruk içli böreğim. Sebzeli yaptım.
- Limonlu pay yaptım. İçi limonlu kek, üstü limonlu muhallebi ve en üstü de yumurta aklarından. Onun tarifini taaa benim üniversite yıllarından kalma bir dönemde bir arkadaşımın annesi yapmış ve ben de çok yapacakmışım gibi tarifini almıştım. 32 yaşında ancak yapıyorum. Ayıp doğrusu!
- Pırasalı-mantarlı kiş yaptım. Annem o kadar bundan bana da ayır demesine rağmen, ben çay koymak için mutfağa girmiştim bir döndüm ki kişin bulunduğu borcamın içinde yeller esiyor. Kiş-miş hak getire! Demek ki bu da beğenildi. Pırasalı-mantarlı kişin tarifini de bloglar arasında dolanırken beğenip almıştım, tarif kiminse (ben unuttum, özür diliyorum), burda çıksın, yanaklarından öpücem, harika birşey oldu- yani olmuş- ben bilmiyorum... Hanginiz yedi son kırıntısına kadar? İnsan bana da bırakır di mi!
- Günün ağır topu; adana usulü; Sarmısaklı köfte. İşte bir tek bunu 2 haftalık yalakalıklarımla annecim yaptı. Sağolsun, tek tek mantı gibi yuvarlanıp şekil verilen bu bulgur köftesiyle uğraşmaktan kadının belleri kopmuş ama onun aklı hala pırasalı kişte. İnsan bir dilim ayırır değil mi ama çoccum diyip duruyo. Ben bu hafta bi daha yapayım bari, nasılsa bu gazla ben epey giderim.

Bugüne gelmemde katkıları olan tüm blog dostlarıma teşekkürü bir borç bilirim.
Emine S. Beder ve Sahrap Soysal karışımı yeni mutfak üstadınız (!)
Toplu İğne
not: altınlar mı? ne altını? Altın-maltın kalmadı ama katmer katmer yağ var ve benim bunları düğüne kadar da vermem şaaartttt!