Çarşamba, Aralık 27, 2006

Kurşun adres sordu, adres ben, maktul ben…

Hayatımda ilk kez kurşun döktürdüm ben. Ha ha haa pek eğlenceli geçti. T.İ bir maceraya daha balıklama atladı. Malum zırt pırt başına abuk bir olay gelen ben – uzun soluklu bir kurşun dökme olayına kuzu kuzu gittim.

Hafızamda kurşun dökmeye ilişkin tek bilgi zamanında bayılarak seyrettiğim Gırgıriye filminde Müjdat Gezen’in canlandırdığı Baryam’a dökülen kurşun seansıydı ve pek de komikti.

Şimdi ise ilk deneyimim. Neyse uzatmayalım…
Yer: Buca’da bir ev
Katılımcılar: Kurşuncu teyze (yaşlı bir örtülü nine), T.İ, annesi, anneannesi, kurşuncu ninenin kızı
Durum analizi:
T.İ’nin durum analizi: Bahtsız deve T.İ’nin tek çözüm denilen kurşuncuya gitmekten başka çaresi kalmamıştır. Nazar değdiği konusu sürekli gündeme geldiğinden bunalmıştır, neden olmasın diye düşünüp olayın bütününü nazara havale etmiştir.
Kurşuncu ninenin durum analizi: Böyle salaklar olduğu sürece ben mezara kadar para kazanırım, o parayla hacca da gider cenneti garantilerim diye düşünmektedir.
T.İ’nin anneannesinin durum analizi: Gül gibi torunum bir evlendi, bütün kem gözler nazar değirdi yavruma; hele o bilmemne hanım yok mu resimlere bakarken yedi bitirdi, gün yüzü göstermedi, allahından bulsun, iyi ki buldum bu kadını döksün kurşunu rahatlasın bu kız şeklinde düşünmektedir. Yüzünde torunu T.İ’yi ikna etmenin bir huzur ve memnuniyet ifadesi hakimdir.
Kurşuncu ninenin kızının durum analizi: Ohh ohh bayram öncesi gelsin paralar, aidatı çıkarttık bu ay da şeklinde düşünürken iyi bir ev sahipliği yapmak için mutfağa kahve yapmaya gitmiştir.

Seans esnası:
Kurşuncu nine (bundan böyle K.N diye anılacaktır): evladım bu su dolu tepsiye at bakim alyansını
T.İ: niye ki ne?
K.N: at işte, yoo ama bu olmaz, altın lazım
T.İ: nesi var be halis fiveia bu! İlla ki halka şeklinde mi olmalı, bugün bunu taktım, idare ediver artık ninencik
K.N: Olmaaazz, altın alyans olacak. Anneninkini tak, aaa onunki de bi acayip
T.İ.nin annesi: aa ben veremem, tek taş hem bu, bozulur maazallah, kaç para sen biliyon mu?
K.N anneanneye döner, sen ver o zaman.
T.İ.nin anneannesi: aaa ne münasebet, benimki de herhalde pırlanta, bakma sen altın rengine, içinde taşları var, hıııh!

Sayın okuyucu ben, annem ve anneannem tam bir altın kızlar üçlüsüyüz. Bayılırım ben onlarla takılmaya. İkisi de çok alem kadınlardır kokoşun da önde gidenleridir. Rezil olduk o gün bir altın alyans bulamadık. Kala kala ninenin rahmetli kocasından kalma alyansına kaldık, onu attı tasın içine, bir ekmek parçası ve yaprak koydu. Başladı kurşunu ateşte eritmeye sonra kafama 1 örtü serildi foooşşşş diye döktü tepsinin içine kurşunu. Casssss diye bir ses..

Ses efektleri:
Aaaaa, nasıl da patladı, ayyy göz bu, ben demiştim, ay ay ay ne göz bu, ben hayatımda bu kadar kurşun döktüm böylesini dökmedim kardeş, bak bak nasıl da parça pinçik oldu kurşun, aaah kızım nazara gelmişsin sen, kızım gülmesene be, günah günah! İnanmayan taş olur, evladım çıkarma başını örtünün dışına, bak dökülür sonra, kıpraşma, ya ninecim dikkat et bak gözün de görmüyo gözlüğünü taksana sen, bak kafama dökme, anne çek elini, bak üstüme gelecek şimdi, ay ay ay bi daha mı? Evet kızım bu 3 kez daha olacak, taa ki kurşun patlamayana kadar, ama ninecim bu kimyasal bir reaksiyon, her seferinde soğuk suya dökülünce yapar, sus sen, hanım hanım senin bu torunun çok konuşuyo, İğne kızım sussana sen, teyze ben hipnoz da olmuyom zaten, bu da tutmaz bana, eşhedü en laa, dua ediyom kızım sus azcık, sen de oku bakayım bi fatiha, ama ninecim, dank (kafaya tepsi geldi- istem dışı mı bilerek mi yoksa ilahi tecelli mi bilemiyorum) …

Hepinizi kucaklıyorum, hepiniz iyi ki varsınız, mutlu yıllar, iyi bayramlar ve huzurlu bir bayram tatili geçirmenizi diliyorum.
T.İ.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

YETTİ GARİ!

Ben demiştim size. Benim makus talihim sebebiyle, benim bünyem tek bir ameliyatı kaldırmaz mutlaka ikincisini ister diye.

Malum mabad ameliyatım geçeli henüz 1 ay olmuşken, ameliyat sonrası kontrole gittim ve 6 adet daha henüz bebek olan çıbanımsı mutanta daha rastlandı. Salı günü tekrar ameliyathane yolları gözüktü bana. Acım büyük (manevi anlamda!), şaşkınım, korkuyorum, şansıma s.çıyorum, halime acıyorum, bana bu virüsü bulaştıran havuzlara da teessüflerimi bildirmekten öte de bir şey yapamıyorum. Kızgınım.
Kıssadan hisse: sakın havuza girmeyin- temiz deseler de inanmayın. Doktorumun dediğine göre sürdüğümüz ultra korumalı güneş yağları, havuza girdiğiniz anda suya yayılarak suyun içindeki her tür korumaya yönelik havuz ilaçlarını yok ediyormuş, nötr’lüyormuş. Hay 100bin kunduz diyor ve benim için duacı olmanızı diliyorum ki BU SON OLSUN! Yetti gari!

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Tuhaf!

Büyük bir villa, sanırım 4-5 katlı büyük bir saray yavrusu, akşamın bir vakti, villanın içinde büyükçe bir asansör. İçi metalik ve aynalı. Ne işim var orda gecenin bir vakti diye kendi kendime sorup duruyorum. Üzerimdeki zarif siyah tuvalet ve ayağımda da nike spor ayakkabım ile kimine göre tarz kimine göre de ucube bir şekilde asansördeki aynalardan kendimi süzüyor ve allahım ne işim var burada benim, amacım ne, neden yalnızım, kocam nerde ve neden altı kaval üstü şişhaneyim diye söyleniyorum. Zemin kat olduğu her halinden belli 0’a basıp aşağıya inmeyi, arabamı otoparktan almayı istiyorum. Ordan çıkmam lazım biliyorum. İçim daralıyor, asansörün içine sular girmeye başlıyor alttan biryerleden. Tuhaf! Bu ıslaklık da ne? Çişim de yok, katiyen ben yapmış olamam, yerler ıpıslak oldu, kahretsin, iyi ki spor ayakkabılarım ayağımda, yoksa o topuklularla nasıl inecektim malikanenin mermer merdivenlerinden. Ohh neyse durdu asansör bir de kapısı açılsa, hah açılıyor…

Kapı açıldı her iki yanından biri sağa biri sola doğru bıızt bııızzt diye . aman tanrım bu kadın! Asansöre binmek için tam karşımda duruyor, iyi de neden bomboş dışarısı, neden zemin katta bir Allahın kulu yok? Bu kadın neden bana hain hain dik dik bakıyor? Aman allahım o üzerinde her zamanki dar kırmızı mini tuvalet, silikonlu dudaklarına sürdüğü kırmızı ruju, boyun hizasındaki sarı kabarık fönlü saçları, topuklu stilettoları. Aman allahım, o elinde parlayan ne? Bir bıçak! Peki neden bana chucky gibi bir yüz ifadesi ile bakıyor? Hem neden buradaki ışıklar kesilmiş? Üzerime yürüyor, “hen hen hen hen, ölüceksiiiin”

Asansör kapısını nasıl kapatıp kendimi 4. kata tekrar çıkarttım bilemedim. Her yer su. Her yer su. Kendimi 4.katta attım çıktım dışarı ışıklar yok ve aydınlatma yok denecek kadar az. Mermer merdivenlerden sular şelale gibi gür gür akıyor, ben spor ayakkabıları giydiğime dua ediyorum, o kırmızılı kadından kaçmak için yön tayin etmeye çalışıyorum. Peki bütün o insanlar nerde? Sessizlikte tek duyulan ses merdivenlerden akan su sesi, ve kırmızılı sarışın kadının topuklu ayakkabılarının sesi. İyi ki tanrım, iyi ki spor ayakkabıları giymişim, suların üzerinden kayıp düşmeden merdivenlerden inmeye başlıyorum.

Ne aptallık etmiştim, ben aşağı inerken o da yukarı koşar adımlarla bana yetişecekti. Orta katlardan birinde karşılaştım onun yılan gözleriyle. O kadar açık renkteydiler ki, içim ürperdi. Bir sağa bir sola manevra yapıp şaşırttım onu, elindeki büyük kasap bıçağı parladı bir ara ve üzerime doğru bir hamle yaptı, az kalsın kalbime boynuma saplanacaktı, kendimi nasıl geriye attım bilmiyorum, nasıl der amerikan dili sevdalıları: “thanks to air Jordan!” evet yaşasın nike air Jordanlarım. Bir zıpladım ve mermer merdivenlerden peşimdeki sapık kadına rağmen uçarak inmeye başladım, uçuyordum resmen, oysaki o, incecik kırmızı topuklularıyla sular üzerinden benim kadar hızlı gelemiyordu peşimden. En alt kata indim, malikanenin kapısı kilitlenmiş. Zorladım açamadım, ağlıyorum, yukardan sarışın kadının topuk sesleri yaklaştıkça benim nefes alışlarım hızlanmaya başladı. Daha da aşağıya inen başka bir merdiven gördüm. Acaba nereye iniyordu? Denemeye değerdi, kapana kısılmıştım, son hızla inmeye başladım loş merdivenlerden, nereye gittiğimi bilmiyordum ama tahminen yer altına doğru yol alıyordum. Bir garaja benzer bir yere indim. Bir iki tane araba sıralanmıştı. Hollywood filmlerindeki gibi olur ya hep, hani mutlaka birinin üstünde bir anahtar bırakılmıştır. Burada o da yok. Bir kürek buluyorum kenarda köşede, sarışın kadın kırmızı mini ve dar elbisesiyle tekrar karşımda, bana kahkahalar atarak yaklaşıyor. O anda kürek elime geçiyor ve kafasına geçiriyorum, onun sendelemesinden cesaret alıp garajın kapı düğmesini fark ediyorum, o kadar yavaş açılıyor ki açılmasını beklemeden yerden yuvarlanarak kapının aralığından kendimi dışarı atıyor ve arkama bakmadan kaçıyorum oradan. Arkamda sadece o kadının kahkahaları. Aynı chucky gibi!

Sabah oluyor…
Kocacım, kalk, kalkkkk, şiiişşş kalksanaaaa.
Ne oldu canım?
Ühü, ühü, biliyor musun Seray Sever beni bıçakla kovaladı, öldürecekti beni
Yok canım?
Elinde kasap bıçağı vardı, hain hain kahkahalarla gülüyordu bana, ühüüü
Ee sen ne yaptın?
Kürekle vurdum kafasına ve kaçtım, takmıştı bana kafayı, hem sen nerdeydin? mermer merdivenlerden su çağlayan gibi akıyorudu. Her yer suydu, her yer su… her yer su… su….

Perşembe, Aralık 07, 2006

Şeytan aldı götürdü ve Nasıl Hipnoz Olunamaz? başlıklı bir durum komedisi :))

Bundan 2 yıl önceydi. İşyerinde bir arkadaşımın doğum günü için ve ayrıca da başka bir arkadaşımın ev hediyesi için ne alacağımızı kara kara düşünürken, benim zevkime ve iflah olmaz organizatör ruhuna çok güvenen diğerleri; ben salağını gaza getirerek, hediye seçme, kredi kartıyla satınalma, paketletme, bagaja koyma, bagajda uygun tarihe kadar bekletme, para toplama, kutlamaya giderken de getirme gibi büyük bir yükün altında bıraktılar. Hoşuma gider zaten benim bu tür şeylere ön-ayak olmalar. Zevkli biri olduğumu söylerler. Evet zevkliyim ama salağım da ayrıca. Bunu düşünmeyip bu büyük görevi üstüme verirlerse; olacaklardan sorumlu olamam aslında değil mi?

Şimdi ben salağı ev hediyesini aldım, 2 adet yatak odası başucu abajuru. Ve doğum günü olana da 37 ekran bir televizyon. Cırrrt kredi kartlarını geçtim. Tv’yi taşıdılar sağolsun hediyeye katılımcılardan biri ama sorumluluk bende tabi. Ne de olsa tüm ücreti zat-ı şahanem ödedi. Hediyeler sahip ve sahibesine verildi, hayat güssel, lay lay lom, öpücükler, mumlar, içkiler, danslar, kutlamalar; e iyi tamam buraya kadar di mi?

Ertesi hafta “eveettt millet, paralar paralar bozulmasın aralar “şeklinde başladım paraları toplamaya. Ve topladım da. Araklanmasın ya da kaybolmasın diye öyle bir yere soktum kiiiiii. Velhasıl ben de bulamadım. Allahım çıldıracağım her iki kodumun hediyesi için toplanan paralar yok! Ölücem işyerinde herkes (hediyeleri alanlar da dahil) elbirliğiyle paraları arıyoruz. Ekstrem geldi, kol gibi; ödeme günü yaklaştı yok yok! Kimselerin de günahını almak istemiyorum, hatırla iğne en son şuraya koymuştun hani diye telkin ediyorum yok. İnanın talan ettik heryeri yok! Kendime küfür ede ede ödedim tüm hediyeleri. (Ulen Barış ve Aslı, bana sizin ömür boyu doğum günü hediyesi almanız lazım, resmen ben almış oldum size onları! Bu parantez içindekiler kendi iç sesimdir-yanlış anlaşılmasın)

İşyerinde başka bir arıza arkadaşımın da eniştesi izmirin en kazık pardon- öhö öhö-usta diş hekimlerinden. Hani bir dolguya en az 300 yetele ödersin, üstüne bi cila 300, bi beyazlatma 500, çıkarsın ordan donsuz…
Arkadaşın iddiası: “benim enişte hipnoz eğitimi aldı iğne, hipnozla bayıltmadan operasyon yapıyor.” T.İ: “Hadi canım, nasıl uyutuyor mu milleti, ben inanmam olum öyle şeylere, beni uyutacak hipnozcu daha anasının karnından doğmamıştır. Ben, iğne; baksana sen benim gözüme, bende uyutulabilecek bir göz ve çene var mı?” Arkadaş: “ay seni bilmem gerçi eniştemi uyutabilirsin sen çenenle ama gel seni benim enişteye götürelim, seni hipnoz yapsın, bak o paraları nereye koyduğunu hatırlayacaksın kızım” parayı duyunca açıldı tabi gözlerim, inanmak istedim arkadaşımın hipnozcu – pardon dişçi eniştesine-aradı hemen eniştesini, vıdı vdı dır dr vır vır da anlattı işte olayı. İş çıkışında gelsin dedi. Anacım ben bir tırstım, yahu şimdi elin adamı hipnoz edecek beni, ben ya hipnoz olmazsam ya da olursam ve bilinçaltım ortaya çıkar da elin adamına rezil olursam, abuklarsam? Hayır hayır, evet evet, hayır hayır, evet evet şeklinde 1-2 replik attırdıktan sonra karar verdim, iş çıkışında, iğne ve 2 saz arkadaşımla beraber gittik muayenehanesine. Siz dedim burada bekleyin, ne içeri gelin ne de gidin, oturun orda dedim. Bunlar nasıl gülüyorlar anlatamam, maytap geçiyorlar benle. Ama sorun büyük: k.çıma kaçtı bütün o hediye paraları, ben gitmeyeyim de kim gitsin? Yatırdı doktor beni odadaki dişçi koltuğuna. Ayarladı koltuğu da yatay pozisyona. Derdini söyle dedi. Ayy çok komik. Sanki psikologa gitmişsin. E bu adam dişçi be yahu? Ne dicen adama? Herneyse, merak etme dedi doktor, az sonra paranı nereye koyduğunu ya da nerde ne yaptığını öğreneceksin. Ohh dedim kendi kendime nihayet ama doktor ben 1 tek şeyden korkuyorum o da kendimden dedim. Ben hipnoz olamayacağım gibime geliyor, çünkü ben öyle şans tantralarına, mantralara, hipnoza, telepatiye, reikeye falan inanan tiplerden değilim. Aşırı pozitif ilim yüklüyüm, bilmem anlatabiliyor muyum dedim.
Doktor: “iğne istersen sus biraz, sakinleş, bak ben de konsantre olayım” dedi. Kibar adam, bu laf ne demek? Kapa çeneni demek değil midir? “şimdi iğne tavana bak ne görüyorsun?”
İğne: “lamba, kenarlarda da spot koydurmuşsunuz, ayy muayenede de kartonpiyeri ilk kez görüyorum, ilahi doktor bey! Bu karton pieyere neden pier derler ki doktor bey”
Doktor iğnenin düşük çenesini duymamazlığa gelerekten: “yukardaki lambanın üzerinde 2 tane hologram göreceksin, onlara dikkatli bak, ben lambanın pervanesini döndürmeye başladım şimdi sen gözlerini çekmeden 4 dakka o holograma sürekli bakacaksın iğne, bak o da dönüyor, tamam mı iğne?” İğne: “haa, tamam bakıyorum, aaa Fendi bu! Ay bizim millet de amma taklitçi yahu, yuuh peees yani doktor bey bu lambanın üstündeki hologram resmen Fendi’nin logosu. Benim güneş gözlüğüm vardı da kenarlarında ve gözlük kapağında aynı logolar vardı. Şimdi pervaneli lambaların ortasında ne işi var di mi bu logonun?”
Doktor: “iğnecim, sus istersen bak hipnoza giremiyorsun” İğne: “hııı, tamam sustum”
Dış sesler: “da dad daaaaattt (korna efekti), keh keh keh, kıh kıh kıh , napıyodur acaa iğne, sence hipnoz olmuş mudur, ha haa haa, ay neler saçmalayacak acaba? (dışarıda bekleyen arkadaş efekti) İğne: “yaa ben susuyorum ama bunlar susmuyor ki?, şey doktor bey benim alerjim var şu çiçek tıkadı beni, burnumun dibinden kaldırır mısınız lütfen?”
Doktor derin bir iç çeker, vazoyu kaldırır ve hipnoza devam eder: “iğne şu an yemyeşil bir vadidesin, uçsuz bucaksız bir ufuk var karşında, ufuğu görüyor musun? İğne:“yoooo” (iç ses: ya ufuk bizim işyerinin doktoru, tek gördüğüm ufuk , doktor ufuktur, bak bana centrum vitamin ve alerji hapı getirtecekti tüü alla’m ya unuttu vermeyi, ah ulen ufuk yaaa” Doktor: “iğne yeşil vadidesin yemyeşil ağaçlar var, görüyor musun? Hisset iğne, hisset lütfen” İğne: (iç ses“yeşil vadi bizimdir, yaşasın Tosun Paşaaa, hayır tosun şaban paşa! Yürüyün seferoğulları, kahrolsun tellioğulları) “doktor bey ben vadi madi görmüyorum” Doktor: “tamam iğne, hayal et o zaman, sen o vadide yürüyorsun, bak uzakta ufukta bir balon var kırmızı, sana doğru geliyor yakala onu iğne!” İğne: (iç ses: hay alla’m ya, çattık, ne ufuğu ne balonu kardeşim, yok işte!) “doktor bey bir şey söyleyebilir miyim?” Doktor bıkkın bir şekilde “söyleeee” İğne: “ balon dediniz ya kırmızı hani, aklıma küçükken gittiğimiz İzmir fuarındaki balonlar geldi, babama aldırırdım, kırmızı boyalı, ay elleri nasıl boyardı o balonlar, bi de eve gelirsin, sabah pııssss sönmüş salonda yerde dururdu, ne üzülürdüm” Doktor: “iğne bak şimdi 1-2-3 sayıp parmağımı şaklatacağım, sen kalkacaksın, akşam televizyon seyrederken bir anda gözünün önüne o kırmızı balon gelecek ve sen kaybettiğin parayı nereye koyduğunu hatırlayacaksın, tamam mı” İğne: “valla dediklerini yemedim ama senin hatırına gece yarısına kadar tv seyredecem doktor bey, ama bence beni kesin hipnoz edemediniz doktor bey” Doktor: “sana öyle geliyor, hep öyle sanır hastalar ama bence sen de hipnoz olmuşsundur, balon iğne, unutma, yeşil vadi, balooon, kırmızı balooonnn” İğne: anladık, balon, ama siz de şunu bilin, o balon elinizde patladı çünkü ben hipnoz olmadım, parayı da bilmiyorum nereye koyduumu, para mara da vermem size ona göre.

Sonuç: 2 yıl geçti aradan, kuzu kuzu ödedim kaybettiğim hediye paralarını. Hipnoz mipnoz da olmadım, olamadım. Parayı nereye sakladığımı bulamadım. Bence o para çalınmıştı çünkü çekmeceme zarf içine koymuştum. Yani son hatırladığım oydu. Neyse oldu bitti işte, ama hipnoz maceram ömür boyu baki kaldı. Şu yukarıdakileri okuduktan sonra benim gibi birinin hipnoz olabileceğimi kim düşünebilir ki?

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Efendime Söyliyim; BEN İYİLEŞTİM. Resimden de belli değil mi?

Bir kadın problemli bir dönemden geçerken ne yapar? Ne yapar ne yapar? Aferim iyi biliyorsunuz, saçlarıyla oynar. Ben de pişmiş tavuk usulü hastalıklarımdan kurtulur kurtulmaz attım kendimi kuaföre cumartesi. 5 saat sürdü toplam operasyon. Halbuki k.çımdan olduğum koskoca operasyon 15 dakkada bitmişti. Koskoca diyorum mabadım sebebiyle; yoksa ameliyatın büyüklüğü kesinlikle değil! Neyse 5 saatlik kuaför terapisi iyi geldi. Ve uzun yıllardır kahve olan saçlarım karamel rengine büründü. Ben beğendim. Haliyet-i ruhiyem değişti mi? Tabi ki evet, aaa senin gözlerin elaymış dedi herkes! Ne ilginç di mi? İnsanın saç rengi değişince ışık mı vuruyor ne orasına burasına? İş yerinde de, aa iğne hanım; sen esmer değilmişsin, lens mi taktın falan dediler...

Bendeniz bu aralar pek bir havalıyım, kocacım bu aralar yanıbaşımda değil, haftasonu istenbula yanına gidiyorum. Farkederse ne ala, eğer ola ki farketmedi saçlarımı; yandı gülüm keten helva!