Cuma, Temmuz 27, 2007

YA O YA DA BEN!

Şimdi secret kitabı saçmalığını kaldırıyoruz bir tarafa ve anlatacaklarımı iyice dinliyoruz. Anlaştık mı?

Sabah yataktan kalkılıp koşturarak evden çıkılır. Araba fuara parkedilmek için fuarın ana giriş kapılarından birine bariyerin kalkması için bilet basılıp girilir. Buraya kadar tamam.

Fuarda park etmiş 1000in üzerinde araç vardır ve siz o esnada arabanızı park edeceğiniz sırada yaklaşık bir 100 araba daha aynı anda fuarın içinde park yeri bulmak için seyir halindedir. E buraya kadar da tamam değil mi?

Fuarda nerden çıktığı belirsiz kara bir sokak iti o kadar araba içinde nedense sadece benim araba tepki vermekte ve benim arabayı seyir halinde gördüğü anda havlayarak hırlayarak ve koşturarak arabamın üzerine atlamaktadır.

Sorun bu işte! Neden ben? Neden sadece benim arabam? İnanın bana fuarda tin tin 2.vitesle araba kullanırken bir anda uzaktan koşturarak üstüme bodozlama gelen o kara it benim ödümü patlatmakla kalmıyor, ona çarpıp ezmemek için ne yapacağımı direksiyonu nereye süreceğimi kestiremiyorum. Bana gülerek bakan, dalga geçen salak yayalar da cabası. Kesin bu hatun bu köpeğe çarpmıştır, köpek de unutmuyor falan diye düşünüyordur. Ama vallahi de billahi de o itle herhangi bir tanışıklığım yoktur.

Geçen gün arabayı parketmemle arabanın üstüne saldırdı hain it. Çıkamadım arabadan, süratle gazlayıp bulduğum güzelim park yerini boşaltıp abuk bir yerde (köpeğin arkamdan yetişemeyeceği) arabamı park etmek zorunda kaldım.

2 gün önce olanları anlatayım size… 13. Cuma filmi gibi yarabbim…
Sabah fuara girdim ofise en yakın yerde park yeri buldum diye sevinirken allahım gene o it. Çalılar arasından bir çıkışı var sanki Troy’da Aşil’i oynayan Brad’ Ya da uçan tekmemiz Cüneyt dedemiz. AHayvan uçtu resmen arabaya doğru. Ben de fuarın içinde en son 5. vitese geçtiğimi hatırlıyorum itten kaçmak için.

Aynı gün işten çıktım, tırsa tırsa otoparka gidiyorum. Yok it değil bu sefer! İt bana dğeil arabaya sarmış durumda çünkü. Fakat benim kuş fobimi bilenler bilir, özellikle de karga fobim. Allahım bu kadar mı korkulur kargadan? Sanırım ölümüm onlar yüzünden olacak. Ynai hasbel kader eve girseler veya kafama konsa ben kalpten giderim. O kadar korkuyorum yani. Bir baktım otoparkta arabamın tam önünde 2 tane zifiri kara karga. Hayvanlarda bir gaga var aynı kaptan kanca. Hayır o kadar araba var ne işiniz var benim arabamın tam önünde duracak? Hani dünyanın en zeki hayvanlarıydınız? Anlasanıza işte tırsıyorum sizden hatta 3,5 atıyorum. Yok, gidemedim yürüyemedim arabaya. Aptal aptal beklemeye başladım hani başka bir araba çıksa bunlar korkup kaçarlar, ya da birileri geçse belki onları yerler ben kurtulurum diye. 10 dakka bekledim kargalar da uyuzlandılar bana pis pis bakmaya başladılar, kocamı aradım, koca ben işten çıktım , eeee, otoparktayım, ben eve geldim sen nerde kaldın, ben binemiyorum arabaya hayatım, neden?, kargalarrrrr (avr.yakasında bir ara ata demirer kadın falcı rolündeydi hani, kargalaaarr diye bağırıyordu- işte aynı o efektle bağırdım), ee ne yaptılar sana dedi hain koca.. bişey yapmadılar arabanın önüne konmuşlar 2 tane, şimdi yakındır sabahki köpek de gelir tam olur dedim. O anda gökten uçan 2 karga daha kondu arabanın önüne, sanki barda takılıyor şerefsizler, bir ellerinde içkileri eksik…kocaaa, 4 oldular, aaaaa 7 oldular 2 tane daha geldi, ee yuuuhh ben ne bok yicem şimdi koca? E geri dön ofise o zaman. Nasıl yani ya, ne dicem ofistekilere, ama ben eve gelmek istiyorum….

Yarım saat kargaların altın gününün bitmesini bekledim, 1-2 araba geçince sittir olup gitti şerefsizler ben de bindim arabaya, fuarın kerbela kısmındaki kapısından köpeğe görünmemek üzere yol değiştirip çıktım. Eve geldim. Sitenin otoparkına arabayı parkettim. Nasıl bri cehennem sıcağı bu arada anlatamam.. asansöre bindim. Ve şaaaakkkk. Sigortalar attı. Kaldım mı asansörde?havalandırma durdu, cep telefonum çalışmadı, tam da arada kaldım, asansörün penceresi de gözükmüyor. Bastım imdat ziline. Duyan yok. Basıyorum basıyorum ve secret kitabının yazarı karıya (afedersiniz karı dedim) küfür ediyorum durmadan… bu kadar mı olur yahu diye… neyse dedim kapıcının çöp toplama saati geldi sanırım gelir yakında ve kurtarır beni. 10 dk. Oldu kimse gelmedi. Bağırmaya başladım, 1. kattan birileri duydu, çabuk kapıcı ufuğu çağırın, kurtarın beniii diye bağırdım. Ufuğu aradık karısı çıktı evde yok dediler dedi. 15 dakka mıydı toplam kaldığım süre bilemiyorum bana saatler geldi, o gün de hava 50 derece falan izmirde. Bu kadar boktan maceraları içeren bir gün yaşamadım ben arkadaşlar. Ufuk geldi beni hoppacık yaparak asansörden çıkarttı, meraklı bi sürü şapşal çocuk bizi alkışladı, ben de çocuklara çemkirdim orda öyle durcağınıza bulsaydınız ya ufuğu diye. Suratım al al olmuş şekilde eve girdim.

Var ya şu çalışan kadın olmak zor zenaat! Hele benim gibi fobi sahibi ve secret’a inanmayan bir çöl bedevisi olursanız…
Yazmıycaktım ama bu sabah o kara köpek gene karşıma çıktı. Sanırım ezicem o iti. Üzgünüm ben hayvanları acaip severim ama ya o ya ben. Bu fuar ikimizi kaldırmaz sayın okuyucu!

Salı, Temmuz 24, 2007

Başlığa Layık Olmayan Bir Karalama

Aman içimden gelmiyor yazı yazmak. Ne diyim ki? Deniz'e düştük Yılana sarıldık (aslıcımın spontan bir lafıydı- bayıldım ve aldım, kullandım - izin verdin di mi kız aslı?).
Deniz kim mi? aaa siz de pek bi cahilsiniz ayol!

Neyse ben turkuaz renkli ve yandan yırtmaçlı yaptırcam.. siyahı pek yakıştıramadım kendime. Conehead olmak da yakışmaz bana. Maybe hotoz? Who knows?

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

Bu Gün O Gün! Benim İçin İlk Gün.

O gün bu gündü. Acaip heyacanlıydım. Annem o gün ilk kez bana Pasiflora içirmişti. Bitkisel olduğunu duyunca şişenin dibini bulmuştum. Aptal gibiydim. Tek yaptığım otel odasında yatmak, gelen aramalara ve mesajlara cevap vermek, televizyondaki geyik programlara boş gözlerle bakmak, gergin koşuşturmalara anlam veremeden balkondan yansıyan muhteşem boğaz manzarasını, türk kahvesine gark olarak seyretmekti.

Sonra onlar geldiler, üzerimdeki bornoza ve dağınık saçlarıma bakmadan beni oturttular bir sandalyeye ve başladılar saçımı yapmaya. Sonra makyöz geldi, o da işini bitirdiğinde sanırım ben de 6. türk kahvemi bitirmiştim. Sonra kapı çalındı. Gelmişti. Kim mi beyaz butik! Gelinliğimi getirdiler, giriverdim içine kolayca, arkadaki fermuarı açmalarına gerek kalmamıştı. Zayıflamışım, panik oldum bir an ya aşağıda inerken fışşt diye kayıverirse üstümden rezil olurum diye. Sonra herkes çekildi başımdan. Görevleri bitmiş beni yanlız bırakmışladır.
Aynayla kaldım baş başa. Pencereden aşağıya, hazırlıklara bakıyordum. kokteyl başlamak üzereydi, misafirler gelmeye başlamıştı. Herkesde tiril tiril kıyafetler, ellerinde içkiler, ağızlarında kanapeler. Karnımın acıktığını hissettim birden. Ama canım yemek istemiyordu. KArnım zil çalıyordu. Yoksa kapı mı çalınıyordu...Kim o dedim. "Ben" dedi titrek bir ses. Anladım o da en az benim kadar heyecanlı olan müstakbel kocaydı. açtım kapıyı. açar açmaz acar magazin muhabir edasıyla videocu burnuma dayadı mikrofonu. Tamam kabul ediyorum okurken doğru düzgün yazayım da günün anlam ve önemini anlasın herkes diyordum ama araya girdi işte o şabalak videocu ve hislerimi sordu, röpörtaj yapacakmış benle. Kocayla öpüştük, tuttu elimden beni, nasılsın dedi, iyi dedim, hazır mısın dedi, evet dedim bir an önce şu fotoları çektirelim karnım acıktı benim dedim. Aşağı indik fotoğraflar çekildi davetliler kokteylde salınırken. Bizi arka bahçede resim çektirirken kimse farketmedi. Sonra apar topar odamıza geri döndük. Nikah töreni başlamadan karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Sonra nikah, sonra yemekli düğün.. Önümüzde çok uzun bir gece vardı... İkimiz apar topar odamıza çıktık. Koca bize düğün yemeğindeki menüyü yukarı getirtmiş. Yiyebildin mi iğne diye sorarsanız ne mümkün? Sanırım çatalladım üzerlerini, bir iki lokma aldım, ağzımda büyüdü herşey. Alkol de alamadım pasiflora üstüne alkol de alırsam artık aşağıda neler yaparım diye. Neyse resimde halimizi görüyorsunuz.


Sonra herşey bir varmış bir yokmuş oldu. İğne sevgilisiyle birden tanımadığı bir sürü insanın içine el ele geldi yüksekte bir masaya oturdu, mikrofona evet diye bağırdı, herkes onu sanki konser vermiş 1 sanatçıymış gibi alkışladı, ayağına bass diye bağırdı, o da bastı, kocası da aynı şeyi denemeye kalktı masa altında tuhaf bir hareketlenme başladı.Gelinlik sağolsun; ayaklarını gelinliğin altında iyi bir şekilde saklamayı beceren iğne ayak basma turnuvasından galip çıktı (kocası hala aksini iddia etsede)... O gün İğne'nin hayatıda en'leri yaşadığı bir geceydi. Hayatının en heyecanlı anlarını o gün yaşadı, 400 kişilik davetliyle tek tek el sıkışıp öpüştü sarıldı, ayakları sızladı, karnı acıktı, herkes yemek yerken o yiyemedi, elif karlı bütün düğünde sahneden inmedi, full konser verdi, iğneyi şişirdi, iğne kendi pastasını yiyemedi (hala tadını bilmez mesela), kimler geldi kimler gelmedi bilemedi, tanımadığı kişilerle kaçıncı kez öpüştü, ayaklarına kimler bastı, ilk dansı yaparlarken kocasıyla bu şarkı neden bu kadar uzunmuş, hala sahnede sap gibiyiz, neden bu şarkı bitmiyor diye hayıflandı, kestikleri pastadan kimse onlara ikram etmedi, kesilir kesilmez alıp götürdüler, neden kimse onlara ayırmadı, neden masa masa dolaşırken kimse onlara aç mısınız susadınız mı, alın size 2 tane içki hazırlattık, şuracıkta için şunları demedi? Bugün İğne niye hatırladı ki o günü? Nerden aklıma geldiyse (!)



Not... "Kocaa! Sçççs ve Hımmm. (anladın sen onu)

Salı, Temmuz 03, 2007

Koku Kakafonisi ve Fıss üzerine bir yazı

Bugün tırışkadan bir şey yazıyorum size. Hem de Dubai'den değil İzmir'den yazıyorum (dubaili ayşe ablaya selam olsun), üstelik kimse para da vermiyor yazayım diye. O yüzden keyfimin kahyası olarak karar verdim bugün sizi parfüm konusunda bilgilendireceğim (!)

Aslında şimdi tırışka dedim ya parfüm uzmanı varsa kızacak bana. “ben bu işe yıllarımı, burnumu verdim, kolay mı kokla, tanı, bunun üst notası var , alt notası var, orta notası var, dokusu var… Bu üst nota da her ne demekse? Müzik olayı falan mı? Alt notasında da ylang ylang, sedir ağacı ve şam eriği var (anasına da babası, yeni evliyken ylang ylang getiriyordu eve-karıcım sana ylang ylang aldım-aaaayyy- yandım anaaammm- dur panik yapma- yılan değil be görgüsüz kadın- ylang ylang çiçeği bu… bilmiyor musun, tropik polenezya yaylasında yetişir bu, şebinkarahisarda taaa ben çocukken, dedemgil polenezyada trekkinge gittiydi de nineme getirdiydi bunun esansını! ), orta notalarda paçulisi var- hani orta notayı anladık da paçuli ne oluyor? Nedir, yenir mi, kokar mı, ot mudur, çiçek midir, yenir mi, içilir mi nedir yani bu paçuli? Sedir ağacı var alt notasında diyor kadın bana. Ulen sen çam ağacını görsen elektrik direği sanırsın, kozalak görsen yerde, onun çamdan değil, doğal gaz kazısıyla yerden oynayan kaldırım taşı sanırsın? sedir ağacı nedir bir ağaç nasıl kokar nasıl bileceksin?
Ben, yani T.İ bunu yer miyimmmm? Bi de bana bilmiş bilmiş paçuli bilmem kaçıncı notada, sedir ağacı ve amber bilmem kaçıncı notada… Sanki senfoni besteleyecek haspa!

Kısacası ben anlamıyorum öyle büyük büyük laflardan. Hele hele küçük küçük insanlardan tarafıma geliyorsa, hiiç mi hiiç anlamıyorum. Ben koku üstadı falan değilim, burnum hoşlanırsa koktuğundan ne ala, yoksa bana ne paçuliden ardıç miskinden… gıcık tezgahtar kalkmış bana aa ardıç var bunun orta notasında, bakın şuranıza sıkayım dayayın burnunuza ayağıyla, 5-6 fıs da kendine sıkar ve seni tütsüler. Sonuç patçuli mi her neyse fücudunuzda bir koku kakafonisi oluşur.

Bi de ben şeyimdir. Nasıl diyim hiçbir zaman ben chanel no.5ten başkasını kullanmam o benim kokumdur diyenlerden olamadım. Ben maymun iştahlıyım parfüm olayında. Sıkılırım bıkarım aynı kokuyu sürekli kendimde koklamaktan. Şişe yarılandı mı kalır o parfüm, hooop gelsin yeni parfüm. Dikkat ediyorum da bir parfümü satın almamda bugüne kadar herhangi bir koku üstadının yani tezgahtarın (kendilerini üstad sanıyorlar da) hiçbir katkısı olmamıştır. İçinde sedir ağacının olması da beni hiç mi hiç ilgilendirmemiştir.

Geçen hafta tekin acara gidip koklamaktan tepe sersemi olmuş bir şekilde çıktım. Sebep? Ordaki uyuz kızın alakam olmayacak bir ton parfümü üstüme boca etmesidir ki, ordan çıkarken kendimi banu alkan gibi hissettim Afrodit gül sokakta!. O sıcakta üzerime sıkılmış onlarca kış kokusu, ağır baharatlı kokuyu atmak için kordonda epey yürümek ve ceryanda oturmak durumunda kaldım. Hayır ben kıza istemem diyorum, aa bu yeni çıktı mutlaka deneyin diyor, yahu ben sevmiyorum onu diyorum, fıssss, bu da var diyor, kullandım onu diyor, fıııs, yok bu kalsın baharatlı sevmem diyorum, fııss, şekerli o istemem koklamıştım daha önce diyorum fıısss.

Beni orda kendimle bıraktığı 5 saniyelik bir boşlukta şişesinden ne menem bir şey olduğunu hissettiğim yeni kokumla tanışmış oldum ve kaçar adımlarla banu alkan gibi uzaklaştım ordan ( o kadar kokuyla milli atlet Süreyya gibi koşamazdım ya gül sokakta, reca ederim yani)

Sonuç: tekin acarda beğen, free shoptan aldır.. bitti gitti. Tanıştırayım, Stella Mc Carthney’den – In Two… Bu aralar İngiliz modacılara taktım, kışın da af buyurun alexander mc queen’in kingdom’ını kullanmıştım. Şimdi de stellacığım tam benim için çıkarmış. Böyle hacışakir sabunu gibi sabun sabun kokuyor. Durun sıkayım 2 fıss da size…nası?