Perşembe, Kasım 17, 2005

NEDEN?

Bugün internetten “Neden” başlıklı sorular geldi. Ben de hep sorardım benzer soruları kendime “Neden” diye. Sanırım birisi de üşenmemiş benim gibi sorgulamaya başlamış güzel yurdum insanını ve sistemi... Sizin de “Neden” leriniz var mı? Buraya bekliyorum...

Neden bozulan otobüsün yolculari bizim otobüsümüze aktarildiginda onlara mültecilermis gibi bakariz?

Neden her gördügümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalisiriz? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardir?

Neden insanlar birbirlerine sarilinca saga-sola sallanirlar?

Neden ögrenciler ilkögretimin besinci sinifina kadar ögretmene "ögretmenim" diye seslenirken altinci sinifta bir anda "hocam" diye seslenmeye baslarlar?

Neden sinavlarda "4 yanlis bir dogruyu götürür" seklinde bir uygulama ile ögrenciler cezalandirilirlarda "4 dogru bil, bir dogru da bizden" seklinde bir kampanya baslatilip zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?

Neden insanlar kapali bir alandan yagmur yagan alana çikinca kafalarini egerler? Yagmura duyulan saygidan midir yoksa ondan tirstigimiz için midir?

Neden dükkanini kapatip giden esnaf, kapiya "10 dakika sonra dönücem" yazar, ne zaman gittigini nasil anlariz?

Neden televizyona çikan insanlar kendilerini Türkiye'deki bütün insanlarin izledigini sanirlar?Örn: Su anda 70 milyon kisi bizi izliyor...

Neden gözlerinden öperim denir? Insan vücudunda öpülecek daha uygunsuz bir yer var midir? Kimse kimseyi gözünden öpmüs müdür?

Neden dügünlerde "Dom Dom Kursunu" ile göbek atilmaktadir. "Bir avci vurdu beni, bin avci beni yedi" gibi sözler esliginde kendinden geçen baska milletler var midir?

Neden bazi kizlarimiz sirin bir hayvancagiz gördüklerinde "inanmiyorum!" derler, inanilmayacak olan nedir?

Neden Cumartesi ve Pazartesi'nin kendi isimleri yoktur?

Neden dolmuslardaki fiyat tarifesinde "en kisa mesafe" "indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mi binilir? Bir terslik yok mudur?

Neden bir programi kurarken "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardir? O kadar parayi bayilip bir bilgisayar programi satin aldiktan sonra "kabul etmiyorum" seçenegini isaretleyen bir takim saf kisiler mevcut mudur?

Neden bulmacalarda boru sesinin karsiligi hep "ti"dir? Bulmacalari hazirlayan arkadaslar hiç "ti" diye ses çikaran boru görmüsler midir?

Neden futbol takimi olan Ajax "Ayaks" diye okunur da temizlik ürünü Ajax "Ajaks" diye okunur?

Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazilir? Hipokrat yemininde "arabami temiz kullanacagim" seklinde bir madde mi vardir?

Bunlar da benden...

Neden bulmacalarda hep Mısır'da bir tanrı sorusunun cevabı Ra'dır. Mısır'da başka tanrı yok muydu?

Neden pazara gidildiğinde sebzeci ve meyvecilere "bunlar taze mi?" diye sorulur? Pazarcıdan "hayır abla, bunlar aslında b.ktan. sakın alma, bu sebzeler elimde patladı, haftalardır duruyo, ayrıca da basmışlar hormonu, yazıktır sakın alma" mı diyeceğini sanırız?

Neden insanlar bir yeri ağrıdığında ve bunu karşısındakine anlatmak isterken "ah bak o kadar ağrıyor ki kolum, bak şöyle kaldıramıyorum havaya" derken kolunu bir o kadar da kaldırıp oynatabilirler?

Neden insanlar aşı olurken, kendinden önce çıkana "acıdı mı?" diye sorarlar. Hayır, eğer karşı taraf "acıdı" derse, kendisi aşı olmaktan vaz mı geçecektir?

Neden çocukları korkutmak için "eğer yaramazlık yaparsan seni şu teyzeye söylerim, o da sana iğne yapar" diye korkutup milleti çocukluktan aşıdan tırstırılar?

Neden çocuklara "öcü" diyerek ürkütürler. Bu öcü kimdir?

Neden insanlar fotoğraf çektirirken gerizekalı gibi "cheese", "peynir", "333" derler? Herhangi bir şey söylemeseler olmaz mı?

Neden insanlar fotoğraf çektirirken ya da düğün-derneklerde videoya çekilirken 32 diş gülümserler? Normal dursa fotoğraf iğrenç mi çıkar?

Neden sinemeda illa ki popcorn yenir? Ve neden bütün dünyada bu aynıdır? Antrakta insanların dişlerini harita gibi yapıp iğrençleştiren popcorndan başka yenebilecek başka birşey yok mudur?

Neden kazanılan maç sonrası sokaklara arabalarına binip dökülen o güruh birbirini tanımasa da kornayla dat dat yapıp, birbirlerine selam verirler? Ellerini havaya kaldırıp birbirlerine gülerek yumruk ve zafer işareti yaparlar? Hayır yapıyorlar da ne oluyor?

Neden bazı lokanta ve özellikle pidecilerde "aile salonumuz bulunur" diye yazılır? Yani lokanta sahipleri "aslında burası ailesizler içindir de biz yine fark attık rakiplere, aha işte koyduk buraya bir aile salonu" mu demek isterler?

Neden bir otobüs kalabalık olmasına rağmen durakta yolcu almak için durduğunda, tıkış tıkış otobüse inatla binmek isteyen tipler içeriye doğru bağırarak "arkalar bomboş, ilerleyelim, cık cık cık...; valla dolmuş herkes ortaya kimse arkaya gitmiyor" diye seslenerek yer açmaya çalışırlar? Arkalar gerçekten futbol sahası kadar bomboş mudur ya da arkada duran vatandaşlar pisikopat mıdır da yer vermiyordur?

Neden bar ve gece klübü girişlerinde "Damsız girilmez" yazılır? Onun yerine "Yanınızda bayan olmadan giremezsiniz" diye yazılmaz. Tamam anladık abaza erkeklerin girip içerdeki bayanlara saldırmasını ve tecavüz etmesini istemiyorsunuz da neden "Dam"? Dam nedir? Bu kelimenin türkçesi yok mudur? Varsa neden anadilimizdeki versiyonu kullanılmaz? Bunu yazanlar sokakta gördükleri bayanlara "dam" diye mi hitap etmektedirler?

Neden eğlence yerlerinde ya da programlarında yavaş bir şarkı çalındığında insanlar gerzek gibi iki kolunu havaya kaldırıp sonra da sağa sola doğru sallanırlar? Hele ki ellerinde ışıklı bir malzeme varsa, koyverin gitsin! Yavaş şarkı çalınca iki el otomatik olarak havaya + sağa sola yaylan diye halk arasında sessizce yayılan bir kural mı vardır?

Neden tv programlarında şarkıcılar ya da artizz'ler tek bildikleri dil olan "ana dillerini" kullanırken özellikle sanatsal (!) geçmişlerine sıra gelince "benim background'um" diye başlayan cümleler kurarlar? Neden hiçbir sunucu "senin background'unu yiyim kıız, türkçesi ne demek bilmiyon mu?" diye sormaz?

Nedennnn?

Salı, Kasım 15, 2005

Mars Venüs'ü seviyo. Venüs de onu.

Benim canım nişanlım, dün bana bir süpriz yapmış. Ama ne hoşuma gitti anlatamam. Evet dedim kendi kendime, marsım beni seviyo!.. Canımın içi ben de onu seviyorum. "Nazar değirirler diye anlatamıyorum hiçbir sevincimi" diye yazmış Nefin. Ama napiyim ya, ben içimde tutamam ki hiçbir şeyi. Sevdiklerimle paylaşmak isterim yine "sevdiklerimi". Değmesin nazar-mazar. Acaba diyorum, günümüzde böyle romantik erkekler kalmış mıdır yoksa bunlar E.Ö (evlilik öncesi) dönemine has ritüeller midir, E.S döneminde pembe tozla bulanmış buzlu camlı gözlükler sert bir silecekle silinerek saydam cama dönüşür mü? O da ayrı bir gerçek. Evet sevgili dostlar, size sesleniyorum. EÖ ve ES dönemi birbirinden bu kadar zıt hale geliyor mu? Marslılar değişir mi? Yoksa değişen biz miyiz? Yorumlarınızı merak ediyorum.

Cuma, Kasım 11, 2005

Sakızlı muhallebiyi sever misiniz?

Geçen gün kral tv’de abuk bir klip daha görmenin dayanılmaz hafifliği içindeydim. Bir zamanların ünlü bir mankeni, ünlü bir firmanın geçmiş zaman marka müdürü, şimdinin greace filminden karbon kopya yapılmış asi sokak kızı havalarındaki klip mankeni. Ağzında da bir sakız ki cak cak... Adam da yani şarkıcı da türevlerinden farksız uydurma bir şarkıyla, yine uydurma bir kliple arz-ı endam ediyordu. Ama ben o sakıza takıldım. Psikolojim bozuldu diyor (şarkının adıymış galiba) adam. Kadın da o cak cak çiğnediği pabuç kadar sakızı ağzından binbir iğrençlikle uzatıp uzatıp şarkıcı adamın ağzına vermesi, topluma -pardon kral tv’nin hedef kitlesine şu mesajları veriyordur herhalde: “...ağızdan ağıza sakız vermek harika yararlı bir eylemdir; yere atacağınıza, elinizin üstüne yapıştıracağınıza, sokağa atıp da birinin ayakkabısına yapışacağına, birinin saçına yapıştıracağınıza, ver yanındaki arkadaşının ağzına, uzat sonra uzatabildiğin kadar... Mikrop mu? Şaka ediyorsun galiba...Benim ağzımda mikrop ne gezer? En son 1 ay önce parmağımla dişlerimi temizlemiştim. Hiç grip de olmadım bugüne kadar. Taş gibiyim taşşşş. O yüzden ver yandakinin ağzına, klipte aha bak adam ne güzel uzatıyo sakızı. seninki koparsa da napak? Bi daha deneriz...”

Ben sakızlı muhallebiye bayılırım. Sakız bitkisinin o muhteşem kokusu kaplayıverir evi pişerken. Çeşme’den gelen o beyaz-şeffaf sert-taşa benzer sakızlar, havanda dövüldükçe unufak olur, toza dönüşür, kaynayan sütün içine erişince çıkan o koku muhteşemdir. Ne şimdiki sakızlar benziyor ona ne de onu çiğneyenler benzeşiyor şimdiki yıllarda.

Geçen gün üniversitede yorgun argın dersten çıkmışım, yetişmem gereken bir başka dersim var verecek. Bir hoca arkadaşımla bindik asansöre. Bir alt katta durdu asansör, içeri Avrupa Yakası’nın tiki Selin’ine benzer iki kız öğrenci daldı. Karanlık asansör içinde yüzlerinin 4/3’ünü kaplayan güneş gözlükleri, uzun sarı röfleli saçlar, yüzlerde solaryumun karanlık izleri, kasıklara düşmüş bol pantalonlar, askılı buluzlar, kollarda bir sürü bilezikler, pür makyaj, topuklu ayakkabılar ve her ikisinin de ağzında cak cak sakız. İzmir sosyetesi sanırsın cennet mahallesinde! Yaşlarını çözemediğim bu “zaman-sız” ve “yaş-sız” kızlardan biri sakızını balon yaptı asansörde. Çaat diye bir ses yankılandı. Hoca arkadaşımla baktık birbirimize, aklıma ortaokulda okurken öğretmenimi gördüğümde sakızımı dil altıma saklayışım geldi. Ben mi salaktım yoksa doğrusu o muydu, düşüncelere daldım asansörde. Sonra kızın diğerine “sigaran var mı?” diye sormasıyla irkildim, geçmişimden çıkıverdim. Diğeri “yok şeker, arabada bırakmışım, aşağıda burakta ya da canda vardır, onlardan alırız.” Öteki (bir balon daha şişirip patlattıktan sonra); burak light içiyo, beni kesmiyo” dedi. Sonra asansör durunca kaybolup gittiler. Herhalde kendilerini daha iyi kesecek-leri bulmaya gittiler.

Çocukluğumun bayıldığım ve hala da çiğnemekten zevk aldığım şu sakızı ne yapsam ki? Sanırım en güzeli sakızlı muhallebiye devam. Kızlara da selam.

Salı, Kasım 08, 2005

Tırışkadan teyyare, selam söyle o yare...

Maksat muhabbet mi olsun yoksa laf olup da torba mı dolsun, ne idüğü belirsiz, kaynağı kendinden şüpheli abuk sabuk mesajlar geldi mi size de? Ne zaman mı? Eh bayramda tabi. Gelen bu mesajları parmaklarım sil tuşuna basmak için çok heves etti, içim içimi yedi, ama üşenmedim, kendime iş edindim ve sizlerle paylaşabilmek uğruna, cep telefonuma kaydettim ve buraya kadar getirdim. İnanın bana yazarken bile içim buruldu, sızlandım, bu yalancı mesajlar midemi acıttı, bunalttı, şişirdi beni. Gerçi trajik, hem komik hem de didaktiler. Genel kültür dağarcığıma (yoksa darağacı mı deseydim?) gereksiz bir pop kültür daha mı eklediler?
Sonuçta kıl oldum yine, bakın neler yazmış birileri. Harbiden sizin hiç mi işiniz gücünüz yok? Siz deli misiniz divane misiniz? Neden bayram olur da sizler şair kesilirsiniz? Gerçi yazdıklarınızda sanatsal pek bi şey göremedim. Mani gibi şeylerle kısır döngüsü yaratmışsınız kendinizde. Halbu ki açsanız bir telefon bana, deseniz ki kendi güzel sesiniz ve tınınızla; “bayramın kutlu olsun, nasılsın? Sesini duymak istedim. Herkese çok selam, öpüyorum.” Bak etti sana maksimum 10 saniye.2 saat yaz babam o tırışkadan sözleri, sonra çıldırt beni... oku oku bitmiyor, ben okumaktan bunaldım, e be kardeşim siz nasıl bunalmadınız o üfürükten şeyleri yazarken. Ben de maksat kıllık olsun, koca bayram benim neler çektiğimi anlayasınız diye bu işkenceye sizi de ortak ediyor ve geçmiş bayramınızı kutluyorum.
Sevgiyle kalın,
Ters köşe

1.Gülmek herzaman umudunuz, yaşamak tutkunuz olsun (peki, olur, ben de intiharı düşünüyordum ama sen yazdın artık yaşamak benim en büyük tutkum!). Olur da birgün ağlarsanız o da mutluluktan olsun. En güzel bayramlar sizin ve sevdiklerinizin olsun.

2.Yılların yaprak misali döküldüğü, sevginin eridiği, insanın özdeğerlerini yitirdiği şu alemde (pöööh, lafa bakar mısınız!), güzelliğini kaybetmeyen nadide insanların ( ki demek ki bu insanlardan biri de ben oluyorum), ramazan bayramını kutlarım.

3.Gözlerinizde ışıltı, dudaklarınızda gülümseme, yüreğinizde sevgi eksik olmasın. Yarınlarınız mutlu, bayramınız kutlu olsun.

(ay yazarken bile sıkıntı geldi, siz nasıl okuyacaksınız bilmem)

4.Küçük mutluluklar diliyorum size, elmalı kekler, sıcak sahlepler, yağmur kokusu, Pazar kahvaltıları, trafikte yeşil ışıklar, fallarda balıklar, iyi bayramlar...

(ağlamak istiyorum...ve ağlarken de size kanım çok kaynadı; baba demek istiyorum)

5.Bir insanın düşleri olmalı sonsuzluk gibi, özlemleri olmalı bayramlar gibi ve bayramlarını kutlayacak dostları olmalı sizler gibi. Bayramınız kutlu olsun.

6.Yılların yaprak misali döküldüğü, sevginin eridiği, insanın özdeğerlerini yitirdiği şu alemde (ben bunu bir yerlerden hatırlıyorum... 2 numaradaki ile aynı. Demek ki bi daha gelmiş!), güzelliğini kaybetmeyen nadide insanlarla nice bayramlara ( yazan şahşiyet sonunu beğenmemiş olacak ki kendinden birşeyler katmış).

Ben dayanamıyorum ve devamını getiremiyorum. Sağlıcakla kalın.

Not: Benim en favori mesajım ise şu: “Sigaranın ve içkinin her saat içilebildiği, her dakika yemek yenebilen mübarek 11 aylar başlamıştır. Hayırlı olsun, iyi bayramlar." :)))