Salı, Ocak 23, 2007

SORUNA BAK DA GEL, GÜLERKEN KOP DA GEL


Abilerim ablalarım soruyorum size şimdi ben resmen kimle evliyim? Ve nasıl olur da ancak nüfusu değiştirmeye kalkınca bu salaklığı farkedebildik? Yoksa biz gerçekten ebleh bir karı koca
mı olduk?

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Tanıştırayım en iyi arkadaşım olur kendisi...

3. OPERASYON TAMAM. ANLADINIZ SİZ...

Cuma, Ocak 12, 2007

Birdir bir bilmece, buz üstünde kaydırmaca

Şükürler olsun allahım artık türk milleti olarak buz dansını da öğrendik.

Sanırım ilkokuldaydım trt3 yayına açılmıştı, en büyük zevkim buz üstünde kayan patinajcılarının yarışmalarını izlemekti. Kadınlar, erkekler, çiftler, o güzelim parıltılı elbiseleriyle buz üstünde kayarlar, dönerler, parende atarlar, gösterisi bitince 2 tane çocuk patenci ellerinde çiçekle yüzleri vakur sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibi yarışmacılara yaklaşır, ellerindeki buketi verir, yarışmacılar da ç"ok lazımdı şimdi bunlar, siz puanlardan haber verin" edasıyla bu bebeleri öper ve puanlarını beklemek için kenardaki sandalyelere otururlardı. Jüri üyeleri de ellerindeki beyaz kartonlara noktalı rakamlardan oluşan puanları yazarlar ve sırayla okurlardı. Sunucu da 3 dilde bu puanları ekrana duyururdu. Yarışmacıların ellerinde şişe su, nefes nefese kalmışlar gariplerim, yanlarında Madam Rotenmeyer’a benzeyen erkek hormonu yüklemesi yapılmış miyadı dolmuş eski sporcu bozuntusu menejerleri ile tir tir titreyerek beklerlerdi. Jüriden puanlar gelmeye başladı mı, “Vaya Moni dö pua” şeklinde puanlar söylenir ve biz her zaman olduğu gibi doğu bloğu ülkelerinden gelen sporculara hayranlık duyardık. Bilemezdik tabi onların gestapo sistemiyle kimbilir ne tür antremanlara katlanmak zorunda kaldıklarını. Ama buzda dans bu insanların doğasındaydı. Yılın en az 6 ayı karlar altında olan bir ülke halkının buzda değil yürümek parende atmak bile doğasında vardı. O yüzden de eski SSCB sporcuları hep bu yarışmalarda birinci olurlardı. O dönemler çocuk aklı işte, neden bizim de buz patinajcılarımız yok diye iç çekerdik. Oysa ki salak iğne, düşünsene, senin ata sporun var; cirit var, yağlı güreş var, yağsız güreş var. Buzda dans senin ülke vatandaşının doğasına aykırı bir kere.

Geçen gün show tv’de hayatımın en anlamsız, en gereksiz, en saçma, en abuk yarışmasını izledim. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Bir kere "buz üstünde kayamayarak en aptal duruma düşmek" gibi bir formatı olduğunu en sonunda anlayabildim. Bizim de millet olarak taklit etmediğimiz bir buz dansı yarışmamız kalmıştı diye sinir olmuştum. Meğerse ben yanlış anlamışım bu yarışmanın amacını. Asıl amaç "Biz de bu spor dalında varız" değilmiş. Bunun amacı aleme şunu göstermekmiş: Biz türk milleti olarak buzda yürüme, dans etme gibi bir kabiliyetimiz yok. Kaşınmayın, aha işte elimizdeki seçmece karpuzları topladık, izleyin bunları, haddinizi bilin, bi de üstüne bu işin federasyonunu, ödeneğini falan istemeyin, ekrandaki bu seçmecelerle yetinin, “e hadi yiyin gari” demekmiş.

Şimdi yarışmacılara bakar mısınız? Amerikan şov dünyasının argümanı olan “looser denilen ve benzerlerine ünlüler çiftliğinde karşılaştığımız tipler… Hay sanki çok lazımlarmış gibi buzda aylarca ders almışlar, düşmüşler, nazik popoları çürümüş, yok içlerinden bazı süper zekalar zedelenmeye karşı sigortalatmışlar o malum yerlerini. 2 tane de çocuk ellerinde çiçekler, her yarışmacı buz üstünde yürüyemedikleri için partnerlerinin kucaklarında pistten ayrılırken bunlara çiçek veriyorlar, aman da aman aynı ilkokulda seyrettiğim gibi. Her nişanımız da yerinde.

Bu yarışmayı oluşturan 3 temel unsur var ben bunları yazayım, yorumu da size bırakayım! ANLADINIZ SİZ!

1.UNSUR: YARIŞMACILARI – Yıldo, Asena, Tuğba Ekinci, Pınar Aylin, Şebnem Şefır, Mehmet Aslan ve ismini bilmediğim bir iki tane daha ünlü türk sanatçısı (!) daha var.
2.UNSUR: JÜRİ – Alinur velidedeoğlu (sen kalk türkiyenin en mühim reklamcısı ol, ödül mödül al, sonra Tuğba denen kadının popo sallayışına “dö pua” ver!), Ayşe Arman (hakkatten ayşe hanım, çok mu istedin illa ki bir star yarışmasına jüri olmak da acık bekleseydin sana daha yakışanı çıkardı yakında- ha bu arada kuş yuvası model saçlarına bittim. Manyas kuş cenneti yetkilileri size sesleniyorum, kelaynaklar için süper tutar bu model yuvalar), Sema Çelebi (ünlü iş kadını! Ben bilmiyorum hangi holdingin CEO’su falan, varsa bilen söylesin), Olcayto Ahmet Tuğsuz (kimdir bu adam, necidir bilmiyorum- sanırım Japon bir anneye sahip, annesinin adı da "hokayi to" herhalde) ve iki de adamcağız vardı biri menecermiş (ha haa ne güldüm ay bu yarışmacıları toplasan 1 tane buz patencisi etmez- kimi keşfedeceksin de sen avrupada menecerliklerini yapacaksın, ilahi)- ve en sonda da buz pateni federasyonu bilmemnesi sayın bay bilmem ne. Ba baa baaa bakar mısınız? Yahu koskoca TC’nin bir buz pateni federasyonu var da, ne olduk bugüne kadar, orası meçhul.
3. UNSUR da sunucuları tabi ki de, nesini anlatayım ki onların. Sunucu kızımız jüriden birine şu soruyu sorunca yarıldım ben: “peki siz hangi sebeple jüri oldunuz, neyinize göre değerlendirme yapacaksınız?” Soruya bakın, hizaya gelin.

Yakında At üstünde Cirit Star (sponsoru arifoğlu sucukları mesela) , Kırkpınar Yağlı Güreş Star (sponsoru komili sızma zeytin yağları olsun mesela), Gülle Güzeli (sponsoru etiform mesela) tarzı yarışmalara hazır olalım ey ahali. Katılımcı sanatçıları da siz bulun mesela…

Pazartesi, Ocak 08, 2007

Neler Dilerim Neler (Baştan uyarayım uzun bir yazı oldu)

Herkesin 2007’den beklentileri var. Şahsımın da var tabi. Açıkçası otomatik söylenen mutlu, sağlıklı, başarı bir yıl temennisinden daha rasyonel ve içerikli beklentilerim var benim. Tabi ki sağlık, para, mutluluk ömür boyu garantilenebilecek temenniler değil ama hep aynı klasik şeyleri söylüyoruz işte…

Benim naçizane 2007 yılı dileklerim aşağıda.

Önce Medya dileklerim
Hülya avşar ve yeni grup ailesini görmemek / duymamak
Helin’e para kazanabileceği ve kendi kazandığı parayla yaşayabileceği bir iş
Seda sayan ve nişanlısı denen adamın evlenip kamuoyu gündeminden düşmesi
Ağasız, töresiz, kansız, silahsız, mafyasız, ahlaksız teklifsiz kaliteli dizilerin artması
Sibel can’ın koca kıçını bir daha ekranlarda görmemek
Gülben ergen’in ilk kez kendisinin doğurmadığının hatırlatılması
Petek dinçöz’ün ünlü türk medya düşünürü sevgilisi ile evlenmesi
Bülent ersoy’a yaşı yaşına uygun bir adamla evlilik
Lerzan mutlunun şov dünyasından silinmesi
Çocukların hastalıklarıyla sömürülmediği diziler
You-tube’tan gerzek kliplerle şişirilmemiş haberler
Daha az kadın sesi, kadının kalbi, kadının bilmemnesi tarzı programlar
Sosyetik kadınların elbiseleri, çantaları, ayakkabılarına dair haberlerin kamuoyu gündemine girmemesi
Televizyonların önceliğinin eğlendiren değil, bilgilendiren ve eğiten olması

Siyasete dair dileklerim
Cumhurbaşkanımızın görev süresi bitince siyasete atılıp chp’nin başına geçmesi ve tüm oyları silip süpürmesi
Avrupa birliği’ne alın birliğinizi sokun kütüphanenize denmesi
Terörist başının ilahi sonunun Saddam’la aynı ilahi sonu kapsaması
Askerlik yapan evlatlarımızın, kardeşlerimizin show tv’de yayınlanan o komedi askerlik dizisindeki gibi gerçekten yan gelip yatması ve sorunsuz bir askerlik yapacağı bir huzur ortamının olması
Maaşımın yarısından fazlasının vergi olarak hiç kullanmadığım ssk’ya verilmemesi
Bir doktorun, bir restoranın, bir şarkıcının, bir pastanenin, yıl içinde benden daha fazla vergi vermeyi şevkle istemesi
Her isteyenin kolay cumbaba olamaması
Polisin yakaladığının mahkemede aynı gün serbest bırakılmaması
Tecavüzcü sapıklar, hırsızlar ve gaspçılar için şeriat kanunlarının işlemesi
Tazminat davalarında maddi tazminatların cumhuriyetin ilk yıllarındaki fiyat paritesinden çıkıp can yakan tazminatlara çıkması
Milletvekili olmak için en az üniversite mezunu olmak gerektiği ile ilgili yasa çıkartılması
Dokunulmazlıkların kaldırılıp tüm siyasilere zevkle dokunulabilmesi
Ülkemin lobiciliği ve halkla ilişkiler çalışmalarının ihaleyle değil, ehil kuruluşlara yaptırılarak imajının hızla ve programlı bir şekilde yapılması
Toplumun kafadaki örtüyle değil bilimle uğraşacak kıvama gelmesi
Silahın sadece polislere ve güvenlik kurumlarına verilmesi
Push’a ananı da al git diyebilmek
Osmanlı arşivlerini korkusuzca dünyaya açabilmek

Eğitime dair dileklerim
Malta şövalyelerini değil, eski başbabakanını yassıada’da neden astığını öğreten bir inkilap tarihi dersi
Missisipinin uzunluğunun kaç kilometre olduğunu, avustralyada yetişen koyun türlerini öğreten değil, ülkemde en son kaç ilçenin il yapıldığını ve bunların gerçek anlamda kaçının gerçek bir il konumunda olduğunu, halen kaç bin tane köye su verilemediğini öğreten bir coğrafya dersi
Biber acıdır hayat da acıdır, o halde hayat biberdir’den ibaret gereksiz ve mantısız bir mantık dersi yerine, toplumla beraber nasıl yaşanır tarzı, toplum ve çevre kurallarının öğretildiği bir ders
Yeteneksiz olan çocuğu psikolojik olarak çökerten resim, müzik, beden derslerinin içeriğinin değişerek, çocuklara ressamları ve akımları öğreten, müzikalleri, operetleri anlatan, sanatın sadece resim ve müzikten ibaret, sporun futbol ve basketten ibaret olmadığını anlatan alternatif dersler
İngilizce, almanca, Fransızca derslerinin yanı sıra doğru düzgün Türkçe konuşmayı öğreten dersler
Genel kültür ve dünya meselelerini öğrencilere öğreten dersler
Sadece din değil, güzel ahlaklı bir insan, bir birey olmayı öğreten dersler
Okullara cep telefonu, kesici ve patlayıcı silah denen bilumum zararlı malzeme sokulmasının önlenmesi
Okul önlerinde bağımlılık maddesi satılmasının sıkı takibi

Blog dileklerim
Herkesin tüm gerçekliğiyle, yalansız dolansız, kendiyle barışık, hilesiz, dümensiz blog yazarlığı yapması
Chucky’lerin yaptıklarından utanıp doğru düzgün “insan” gibi insan olması
Blogspot sapıtmadan, tüm yazı ve fotolarımı yükleyebilmek (foto yükleyemiyorum- hayret bişr şey!)
Blog sayesinde edindiğim dostluklarımın hiç bitmemesi
Anonim isminin sadece yazarı belli olmayan eski halk ozanları olduğu günlerde kaldığını, artık anonimlerin, isimlerini yazmadıkları için, blog dünyasında kendilerini kimsenin iplemediğini anlaması
Bloguma resim koyabileceğim teknoloji dolu günler gelince, bir gün evimin, mutfağımın, çantalarımın, kendimce markalı makyaj malzemelerimin fotosunu çekip blog alemine “benim de var, hu hu, bakın benim de nelerim var” diyebilmek ve sonra aslıyla oturup nihaa haa haa ben de koydum diyerek kendimle dalga geçebilmek

Ve kendime dair dileklerim
Kocamla çok mutlu bir yıl geçirmek
2 işte birden çalışıyorum, iş yoğunluğumu hafifletip kendime ve sevdiklerime daha çok vakit ayırmak
Hamile kalmak ve dolayısıyla minicik bir iğne hanım ya da iğne beyi kollarımda uyutmak, onu koklamak, nefesini hissetmek
Kendimi ifade edebileceğim eğlenceli ve hep hayalini kurduğum serbest çalışabileceğim bir işe başlamak
Havuzdan kaptığım o pis virüse bir daha hiç karşılaşmamak üzere veda etmek
3-4 kilo fazlalığımı rejim yapmadan vermek ve kusursuz bir fücuta sahip olmak
Deviasyon olan burnumu yaptırıp rahat bir nefes alıp havayı akciğerlerime kadar çekebilmek
Urla’daki evimi kaktırabileceğim bir alıcı bulup yerine kışlık bir ev almak, kiraya vermek
Kira geliriyle “oh la la Paris” diyebilmek, sefora’da sınırsız sorunsuz bir alışveriş yapabilmek
H&M’de (eyç and em) , Champs Elyse’de (şanzelize okunuşu anacım – doğru okuyun) alışverişin dibine vurmak, Montmartre tepesindeki (mon mart diye oku- daha afili oluyor) küçük lokantalarda bol peynirli soğan çorbası içip içip güzelleşmek
Saint Germain’de (sen jermen bu da) hayvani boyutta köpüklü bir cafeéde vien ( kafe dö viyen) içip gelen geçene takılı kalmak
Kocamla 4 sene okuduğu San Francisco’ya gidip hep anlattığı sahil kıyılarında bizdeki fiyatlara oranla beleş kalan istakoz ve devasa karidesleri kusuncaya kadar ellerimle yemek, çok yemekten geğirmek, yağlı parmaklarımı ağzıma sokup temizlemek, o dik yokuşlardaki tramvaylara binmek, sonra yokuşta inip minareden at beni, in aşağıya tut beni demek, üzüm bağlarını gezip her gördüğümü tatmak, oralardan beğendiğim şarapları almak, kırmadan Türkiye’ye getirebilme becerisine sahip olmak
ordan Las Vegas’a geçip şeytanımın bol olması (kira gelecek ya, o bakımdan dilek tutarken bile girdi – çıktı muhasebesini yapıyorum, ne kadar da bilinçli bir kumarbazım allahım? :))
ve en sonunda gafur kardeş gibi sormadan edemiyorum:

“NASILIM?”