Perşembe, Ağustos 17, 2006

ASLI ve T.İ.’den İNCİLER

ASLI: ne haber, bu kim yahu?
T.İ: selam, kimi soruyosun aslıcım
ASLI: selam ne haber, kediyi
T.İ: :))) idolüm o benim, idealim, olmak istediğim yer, huzur bu mudur, budur
ASLI: :)))) Peeeh, hayat bu mudur? şu an için budur.
T.İ: keyfi yerinde yaymış kebap yapıyor; ilerde bir gün inşallah
aklıma hep okuduğum 1 hikaye geliyor, belki sen de duymuşsundur
1 ara internette okumuştum: genç ve hırslı 1 yuppie bir sahil köyüne yolu düşer
son model arabasıyle ve laptopuyla köyün kahvesine girer deniz kıyısında
hamakta uyuyan bir balıkçıyı görür
duymuş muydun? anlatayım mı
ASLI: Evet, eeeeveeeeet … huuuhuuuuuuuuuuuuuuuu
T.İ: ok anlatıyorum
cep teliyle borsadaki müşterilerle konuşurken adamın şama kadar orda uyuması dikkatini çeker. yuppienin arabası bozulmuştur ve o gün orda konaklaması gerekmektedir. köyün kahvenin üzerindeki tek pansiyonuna yerleşir ve adamı izlemeye başlar. hamakta uyuyan balıkçı birazdan yerinden kalkar, kayığına biner, ağlarını temizler ve denize açılır. 3 saat sonra geldiğinde elindeki sepetin içinde 20ye yakın balık vardır ve adam onu olduğu gibi pansiyona verir, parasını alır, o parayla kendine şarap ve evine yiyecek alır,
yiyeceklerini oraya gelen oğluna verir ve hamağına tekrar yatar, şarabını şişeden içer, yuppie adama tiksinerek bakar, sefilliğine dayanamaz
ve adama doğru yaklaşarak selam verir, masasına davet eder, mesleğini söyler, balıkçıdan kendini tanıtmasını ister
T.İ: adam 3 çocuklu 1 balıkçıdır hayatını balıkçılıktan sağlamaktadır, hergün aşağı yukarı 20-30 arasında balık yakalar ve geçimini sağlamaktadır. yuppie adama aklını kullanırsa zengin olabileceğini ve bu sefil hayattan kurtarabaileceğini söyler, balıkçı şaşırır nasıl? Der, yuppie hemen laptopunu çıkarır, exceli açar ve başlar hesap yapmaya: 3 saatte 30 balık yakalayabilirsen, sabah saat 7de denize açılırsan ve 7 saat çalışırsan, 100 tane balık tutabilirsin, bunun 20sini burdaki pansiyona verirsin, kalan balığı restoranlara, civardaki lokantalara verirsin demiş. Eee? demiş balıkçı, daha sonra kendine 1 tane balıkçı daha kiralarsın, ona da komisyon verirsin 12 saat çalıştırısın kayığı demiş. Eee? Demiş; kazandığın şu kadar parayla şu kadara tekne alırsın
ASLI: eee
T.İ: tekneyle uzaklara açılırsın, bilmem kaç mil daha gidip tonlarca balık yakalarsın, onları şehre gidip şu şu yöntemlerle pazarlarsın, ordan aldığın parayla 1 buzhanesi olan kamyon alırsın ve yakın bölgelere de pazarlamaya başlarsın. balıkçı da ee sonra naparım? Demiş. yuppie de delirdin mi 3 tane çocuğun var, ayda şu an 50 kazanıyorsan ben sana 500000 kazanabileceğin bir fikir veriyorum demiş. iyi tamam da demiş balıkçı o kadar kazanacağım da ben 50 yaşındayım, napacam o parayı demiş. yuppie de bu sefil adama iğrenerek bakmış, adam gibi 1 hayatın olur, yaşlılığında elinde büyük bir servetin olur ve bir sahil kasabasında keyfini çatıp içkini yudumlarsın, gelecek kaygın kalmaz demiş. balıkçı da adama dönmüş; peki sen benim şu anda anlattığın şeyden farklı bir şey mi yaptığımı sanıyorsun demiş
T.İ: 50 yaşındayım, bir sahil kasabasındayım, hamaktayım ve şarabımı yudumluyorum demiş
T.İ: hikaye de burda bitmiiişşşşş
ASLI: e doğru demiş. harika bir hikaye. kim sefil acaba?
T.İ: aynı şey ne zaman dank etti kafama biliyor musun? arkadaşlarla konuşuyoduk; hepimizin hayalinde emekli olunca bir tatil kasabasında, denize nazır küçük bir evde, bahçesi olan yaşamak var. sebze yetiştirmek, denize girmek, verandasıda hamakta uyuklamak var: emekli olunca ama
T.İ:oysaki istediğimiz zaman bu kadar huzurlu ve az para gerektiren bir yaşam seçebiliriz
ASLI: doğru
T.İ: ben o yüzden ideallerini durmaksızın peşinden gidebilen insanlara çok imreniyorum. büyük şehirde çoğumuz yaşlanmak istemiyoruz. hayalimiz genelde aynı, küçük ve sevimli 1 kasaba, huzurlu ve organik 1 hayat,
ASLI: evet
T.İ: sağlıklı bünye ve mutlu 1 aile, oysa aslında bu o kadar da basit ki; sadece karar vermek ve veren insan da çok; ben bayılıyorum bu tür insanlara
T.İ: az evvel Hilton izmirin satış yöneticisiyle telefonda görüştüm, 15 gündür izindeymiş, olymposa gitmiş. ben de bayılıyorum oraya henüz gidemedim ama. 3 tane kuzenin açıp işlettiği 1 pansiyonu öve öve bitiremedi.
T.İ:şimdi bakıcam netten oraya. tatile gelmişler, bayılmışlar oraya, o evi satın almışlar, pansiyon yapmışlar, hem yaşıyorlar hem de para kazanıyorlar
ASLI: oh ya, işte bu
T.İ: olympos lodge diye de butik otel var orda onun hikayesini de okumuştum hürriyette
ASLI: işte bu
T.İ: karı koca, biri reklamcı biri de pazarlamacıymış, İstanbullu; tatile gelmişler, orayı görmüşler bayılmışlar, İstanbuldaki herşeylerini satıp orayı almışlar ve butik otel yapmışlar; gir de sitelerine bir gör yarattıkları güzelliği; işte ben de bu kadar kararlı ve korkusuz olmayı isterdim, şu an 32 yaşındayım, daha ne kadar kaldı ki ömrün yarısına geldim diyorum, 18den öncesini de hayatı henüz o yaşlarda anlamadığımı düşünerek saymıyorum. o yüzden bu yaşımdan sonrayı farklı ideallerime kavuşarak yaşamayı diliyorum.
T.İ: çok filozof gördüm kendimi :))))
ASLI: evet ama haklısın, bir şeyler yapmazsak ömür böyle geçecek
T.İ: evet ben de ondan korkuyorum işte, ömür dediğin nedir ki; bir atımlık nefes! vayy beeee , neler yazıyorum bugün ben?
ASLI: sen tam yazacak günündeymişsin ha
T.İ: bak bu yazışmayı asabilirim bloguma eğer müsade edersen. ilginçlik olur blog camiasında… ASLI ve T.İ.’den İNCİLER BAŞLIĞIYLA
ASLI: olur, pek sesimi çıkaramamışım zaten :))))
T.İ: bi de salakça yazışıp da birbirimizi bilem anlayamadıklarımız var .haha haa haaa. sen de onlardan birini koyarsın
ASLI: saklamadım tabii onları
T.İ: ama onlar bir blog şaheseri olabilirdi
ASLI: valla

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

Anladım buna "Murphy Kanunu" diyorlar.

Şu murphy denen herif her kimse benim gibi şanssız biri olduğu kesin. Ki onun başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ancak bu haftasonu yaşadığım rezalet; murphy amcanın o meşhuuur ve de uzun listesine eş değerdir.

Şimdi gelelim konumuza: Haftasonu Urla'ya yazlık - kışlık tabir edilen site içindeki bahçeli evimize gittik. Ben aslında haftasonları yazlığa gitmekten nefret ederim. Hatta yazlıktan da nefret ederim. Çünkü çalışan bir köle olarak haftasonu da yazlığa gitmek diye tanımlanan ve bir başka kölelik ihtiva eden hizmetçilikten nefret ederim.

Bu sefer dedim, kızım iğne; kıçını bile kaldırma, sen yeni gelinsin; öyle kristalim gibi vileda elinde dolanma evde. Hatta ayakkab yayıl, ılarla gir, evi zaten geçen seneden beri b.k götürmüştür, koyver gitsin; havuza gir, çimlere geviş getir, içkini iç, kitabını oku, eşin-dostun gelsin, rahat ol dedim kendime. Dedim… dim… di’li geçmiş zaman kullandım… Şimdi gelelim diyip de yapamadıklarıma…. Ya da neler yapabildiğime:


1.T.İ, geçen yaz sonundan beri kapalı kalan bitişik nizam eve girer, evde rutubet sorunu zaten had safhadadır, T.İ kesif rutubet kokusunu keşfeder ve direkt tüm pencere ve kapıları açmaya koyulur.

2.Ve heyhaaaat, alt kattaki küçük tuvalete girince, bir çığlık atar T.İ, bitişikteki çirkef komşunun wcsinden olan akıntı T.İ.nin helasını batırmıştır. Yerde olan rutubetler, duvarlara, duvardan da tavanlara çıkmıştır. Geçen sene de bu kadın aynı problemle karşıma çıkmıştı, yaptırdım demişti oysa ki demek ki aynı filmi bu yaz da izleyeceğiz diye kendi kendine söylendi T.İ.

3.Küçük heladaki rutubet, duvara aslımış lavobonun metal kancalarını da rutubet ve su kaçağından dolayı paslanmış ve lavabonun yarım ayağı yere düşmüş, yer seramik ve lavobo parçaları içindeydi. Bir çığlık daha atan T.İ. kapıdan hızla çıkarak ismine komşu denen ancak komşulukla uzaktan yakından alakası olmayan nesneye doğru gitti.

4. Çirkef kadın ki adı İlknur – elleri belinde T.İ.nin sözlerine aldırmadı bile. Ben ne yapayım? Benim evimde de oldu, su borum patlamış, ben yaptırdım, benim de zararım oldu, sizinkiyle mi uğraşacağım gibi çeşitli düzeysiz laflar etti. T.İ, aynı zararı geçen senede sineye çektiğini ancak her sene onun helasından dolayı kaynaklanan bu pisliği maddi manevi çekemeyeceğini söyledi. Kadın elinde sigarasıyla varil kıçını döndü ve öbür komşunun verandasına oturmaya gitti.

5.Orda öyle mal gibi kalakalan T.İ, küfür ede ede evin içine girdi, küçük helaya gireyim de elimi yüzümü yıkayıp kendime geleyim diyen T.İ, bir çığlığı da lavobonun altından akan şar şar suları görünce ve hissedince attı! Lavabonun ayağının yerle yeksan olması sebebiyle, akan suyun yere doğru haaarş diye akması T.İ.yi iyice zıvanadan çıkarttı. T.İ bikinisini giyip kocasının “karım galiba bir manyak” bakışları altında hışımla kendini havuza attı!

6. Pazar sabahı kahvaltıya misafirleri gelecekti. T.İ horul horul horlayan sevgili kocasından dolayı pek iyi uyuyamadı. Uyku sersemi kocasının yatakta attığı tepik ve dirsek sebebiyle huysuz babanneler gibi söylenerek alt kata indi. Sonra küçük helayı kullanamayacağını hatırlayarak tekrar oflaya puflaya yukarı kattaki helaya çıktı. Hacetini gördü, tam elini yüzünü yıkayacaktı ki…. Musluktan gelen sesle irkildi…tıssssssss…. Fısssssss. Şiddet ve hiddetle zıplayan T.İ, son hızla alt kata indi. Tüm muslukları yokladı hepsi de sözbirliği etmişçesine aynı şarkıyı söylüyordu. Tıssssss… fııısssss. Bu nasıl olabilirdi? Bugün pazardı, haftasonu su mu kesilirdi, ama benim depom vardı, depo dediğin şey nasıl olur da dolmazdı?

7. T.İ. sabahın kör vakti kendini dışarı attı ve sitenin kapıcısını bulmak için epey çaba sarfetti. Kapıcıyı bulduğunda alt yolda borunun patladığını ve yarına kadar su-mu olmayacağını öğrendi. Kapıcıyla depo olayını da konuştular ancak kapıcının kendine hayrı olmayan bir salak olduğunu hatırlayan T.İ., artezyeni açması için kapıcıya yalvarmak zorunda kaldı. Artezyenin havuza su ikmali için yapıldığına dikkat çeken salak kapıcı, T.İ.nin gözlerindeki kıvılcımları görünce biraz da olsa artezyeni açtı ve T.İ 2 adet kovayı taşıma suyla doldurdu.

8. Az sonra kahvaltıya misafirler gelecekti. Hiç değilse çay demliyim diye düşündü T.İ. çayı hazırladı, iyi ki gelirken içme suyu almışım diye kendi dehasıyla gurur duydu. Kettle’da suyu kaynattı, çayı demledi ve ocağı yaktı.. Aaaa aynı ses… evet bu da tıssss’ladı diye düşündü. Pazar günüydü, misafirleri gelecekti ve tüpü de bitmişti. Daha omlet yapacaktı. Hem su yoktu hem tüp yoktu, elinde bir adet maşrapayla bulaşık yıkamaya çalışan T.İ, küfür ede ede salonda dolanmaya başladı. Yine dehasıyla bir kez daha gurur duydu, evet hiç değilse ocağımın elektrikli bir gözü var diye parmağını şıklattı. Çayı ısıtmaya başladı.

9. T.İ.nin kocası merdivenlerden uyku mahmurluğu içinde indi, T.İ.nin henüz neler yaşadığının farkında değildi; evi bok götürmesine rağmen o hayatından hiç şikayetçi değildi ve T.İ.ye delirdin mi kadın, sabah sabah ne bağırıyosun der gibi bakarak T.İye yanaştı. “Günaydın karıcım”, “bööööö günaydın, su kesik biliyo musun,böğğğ”, “napalım hayatım kesikse”, “sorun o değil, bizim yukarda hayvani bi depomuz var geçen yazdan beri dolması lazımdı, şimdi tık yok, ühü ühü ühü, misafirler gelcek, su yok evde, hem biliyomusssuuuunn; tüp de bitmiş. Ben tek göz elektrikliyle nasıl bir kahvaltı olayına girebilirim?”… T.İnin kocası gider sidik gibi akan artezyenden bir boş damacanaya sessizce su koyar ve keyfine bakar.

10. T.İ tek göz elektiriklide omlet yapar, çayı demler, misafirler gelir, T.İnin aklı kahvaltı sonrası yıkanması gereken bulaşıklardadır. Aklına gelen başına gelir ve taşıma suyla değirmen döner mi? Döner!

11 Misafirleriyle havuza gelen T.İ ve kocası toplam 4 kişilik çekirdek grupla keyifli saatler geçirirken; avrupa’da çalışmaya giden ancak kaybolup kayıp bir kuşaktan geldikleri her halinden belli olan tam tamına 15 kişilik bir grup ellerinde yemek ve içecek torbalarıyla havuz başına gündelik kıyafetleriyle gelerek, havuz ortamında göze batarlar. % 80’i çocuk olan bu grubun ayaklarında postallarını ve duş almadıklarını gören T.İ, hemen site bekçisine ve diğer site halkına bu güruhu ispileyerek uyarır. Kıç kadar havuza 15 kişinin girmesiyle b.ku çıkan havuz keyfi de burada sonu bulur.

12. Akşam mangal yakılır ve yukardaki maddelerde yazan sebeplerden dolayı T.İ.nin işi akşam 22.30 sularında ancak biter. T.İ. yorgunlukla evine geri döner. Yorgundur, iki gündür bünyesine su değmediği için hırçın, yorgun, depresif ve pistir.

13. Ve pazartesi olur ve T.İ bu sefer hırçın, yorgun, depresiftir ama pis değildir

Perşembe, Ağustos 10, 2006

Ben Yazmadım, O Yazmış!

Tam bir şeyler karalayacaktım ki posta kutuma gelen bu güzel yazı hafiften de olsa yüz ifademi dondurdu; afalladım. Gelen yazıyla çelişen şeyler yapıyordum oysa ki; tam da yazıyı başka kişilere gönderecektim elim birden durdu; başkalarına göndereceğime, gönderi listemdeki ilk kişiye telefon açtım. Sesini duydum, sesi çok keyifliydi, çocuğu olmuş, daha 20 günlükmüş. Ne keyiflendim anlatamam. Sonra listedeki ikinci kişiyi aradım, o da bir mutlu oldu ki anlatmam mümkün değil.

Sen çok yaşa Müşfik Kenter. Bu güzel yazınla içimi aydınlattığın ve gelen o güzel yazına uyup dostlarımın gerçek seslerini duymamı sağladığın için.
Hadi siz de yapın. Bugün e-posta kutunuzla pek fazla haşır neşir olmayın

"Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?"
Müşfik KENTER

Perşembe, Ağustos 03, 2006

Tatil Adabı

Efendim yeter bu kadar zerzevat familyasından bahsedip ahaliyi merakta bırakmak. Hanımefendileri yeterince tanıttık aleme; gerisini onlar düşünsünler. Şimdi sıra geldi benim balayı maceralarına…

Hemen ağzınızı şapırdatmayın, yok öyle yağma, macera dediysek size aleni her maceramı anlatacak değilim. Şimdi benim gibi bir kılın, balayında bile sorgulayacağı pek çok şey olmuştur mutlaka. İğneleyecek bir sürü şey buldum hemen. Yapım bu; bazen kendime kızıyorum ama olmuyor işte… Siz de toparlayın ağzınızı, bak akıyor kenarlarından; dinleyeceğin hatıratlar tatil adabına yönelik, ötesi yok! :)

Bildiğiniz gibi Antalya Belek Cornelia’ya gittik. Şiddetle tavsiye ediyorum herkese. Süper bir yerdi. Ancak işin içine insanoğlu ve saçma sapan kurallar grince; gel de delirme işte. Kuralar kim koyar? İnsanlar. Kurallar saçmaysa insanoğlu ne olur? Eh onlar da saçma salak olur tabi ki. Aristo düz mantığı işliyor ama doğru bence.

Şimdi düşünün insan tatile niye gider? Dinlenmek için. İşinden binbir mazeretle izin almışsındır, para biriktirmişsindir, güzel bir tatil hayaliyle öyle salak salak ortalıkta dolaşıp valiz hazırlamışsındır, tatil bu artık sabahın kör vakti yataktan kalkmayacak, saati kurmak zorunda kalmayacak, bir yerlere yetişmek zorunda kalmayacaksın.

Nah olmayacak! Tatil adabı diye bir şey var tabi, ben nerden bileyim? Yıllardır tatil yapmaya yapmaya tatilde de sabahın kör vakti kalkıp mesaiye başlanması gerektiğini unutmuşum.

İşte size tatil kuralları (okuyun da görgünüz artsın, benim gibi kör cahil kalmayın otellerde)

1. Otelde olduğunu unutacaksın, sanki işe gider gibi sabahları saatini kuracaksın, çünkü kahvaltı 7.30-10.00 arasındadır. Hele saat 09.45 de gelirsen, “oha, bu saatte gelinir mi amma hırt bir çift bunlar böyle, zaten 15 dakka kalmış bi de size servis mi açıcaz” der gibi bakılır ve her tür kahvaltılık gıda saat 10 olmadan toplanır.

2. 1 no’lu kuraldan önce aslında ilk yapman gerekendir bu. Mümkünse saatini sabah 6ya ya da sabah ezanına kuracaksın ve erken kalkıp odadan 2 adet havlu kapıp koşturarak havuz kenarına koşacaksın. Çünkü sabah 6 sularında havuz çevresindeki tüm şezlonglar hain turistler tarafından kapılmıştır.

3. 2 no’lu kurala uyarken, sabah 6 civarı tüm şezlonglar kapılmış durumdayken, çaktırmadan üzerinde havlu konulup kapıldığı belli olan şezlonglardan önce sağa sonra sola şahit var mı bakılıp etraf temizse 2 adet havlu yallah ağaç dibine atılır ve yerine kendi havluların konulur.

4. Sabahleyin odandan çıkarken kapı kolun asılı 7 çeşit farklı karton parçasını dikkatle okuyun. Okuyun ki, odanız temizlensin, mini barınız doldurulsun, havlularınız değiştirilsin.. Yoksa bizim gibi 2 gün kek gibi bekler durusunuz odanız temizlensin diye. Yahu her istediğin şey için kapıya karton mu asılmak zorunda? Hayır alıştım artık evde kocama da aynı uygulamayı yapabilirim.

5. Otellerde a la carté restoranlarda - (şu yazının asaletine bakar mısın ey okuyucu. A la carté !) – yemek yemek isterseniz asla k.ınızı yayıp akşama kadar mal mal güneşlenmeyeceksiniz. Sabah 2 no’lu kuralı uygulamak için kalktın ya, işte tam o saatte a la carté restoranlar için rezervasyon yaptıracaksın. Aksi taktirde sittin sene orda seçmece yemek yiyemezsin. Çünkü rezervasyonlar sabah 10’da bitiyor. Erken kalkan yol alır yani. Öğlen ara; senle telefondaki uyuz kadın dalga geçiyor; (denedim, gördüm, aşağılandım)

6. Öğleden sonra gözlemeci ve kumpirci geldi mi güneşlenmekte olup yan gel Osman yaptığın yerden tazı gibi koşturup ilk sıralarda yerini alacaksın, aksi taktirde seni kabandan iktiren, parmak arası terliklerinin üstünden parmaklarını ezen bir sürü veletle cebelleşmek zorunda kalırsın, gözlemeyi ve kumpiri de unutursun. Demek ki neymiş, aç kalmak istemiyorsan güneşlenmeyi ve kitap okumayı bırakıp gelen giden garsonu sıkı takip edeceksin. Dürbün getirebilirsin ki uzaktan kokuyu alasın.

7. Ben bu kadar kural öğrenebildim. Bitti!

Salı, Ağustos 01, 2006

Şişttt, Sana Bir Sır Vericem Ey Okuyucu; Yaklaş, Yaklaş.. Yaklaşsana Kızım Ekrana, Yemiycez insanı!

İşte size bir sırrımı yarım yamalak paylaşmak istedim. Maksat kıllık olsun :) Ben size bişey diyim mi? İçimizden iki kişi (ki ikisini de gayet iyi tanıyorum; kih kih kih); bunlar bir olup kafa kafaya vermişler; "düşük çenelerimizle nasıl daha çok insan bayıltabiliriz acaba" demişler; ve ortak yeni bir blog açmaya karar vermişler. Ay biri maydonoz diğeri de nane ismini seçmiş kendilerine. Hakkatten de ikisi de normaldeki yazılarında her b.ka nane ve maydonoz olan kıl şahsiyetler... Ama doğrusu ben hep beğenirdim bunların yazılarını; neme lazım güzel şey yazar her ikisi de şahsi bloglarında... Böyle bazen tıkarlar insanı car car car car... Susmazlar ama merak edersin okurken sonuna kadar da bırakamazsın... Bir de tabi bunlar okudukları, izledikleri, gördükleri, bildikleri herşeye de karışırlar (bunlar benim gözlemim tabi; size göre çeneleri çekilesi iki tip de olabilirler yani) Bu iki kafadarı ilerde Erman ve Şansal ("ğ" miydi bunun sonu acaba- neyse anladınız işte); Cenk - Erdem; Beavass ve Budhead; Zeki - Metin; Kuşum Aydın - Lerzan gibi ekranlarda da görürüz kesin. Hahayyy, ay düşünemiyorum ben bunları o halde. "aloooccuuum, nerden arıyosun bakeiimmm; ayyy inanmıyorum Kars'tan arıyoouusssaaannn; yaş kaççç? 67..... okeyyyy, sana vera pazarlamadan 1 adet AB-SHAPER verdimmmm teyzeeeeeaa, akşam beyamcayla yapacak işşş buldunuz sayemdeaaa"

Neyse arkadaşlar; Toplu İğne Maydanozgiller'i size gururla sunar. Ohhh çatlıycaktım söylemesem; ama artık kim o iki kafadar,orasını da siz tahmin ediverin. Haaa, okuyun bari garipleri de sevinsinler; ben en son girdim baya bi perişandı garipler :))

Salı, Temmuz 11, 2006

Pazar Akşamı İstanbul'da Evleniyorum. O yüzden dükkan kapalı. Böyle Biline!


Değerli dostlar, sevgili günlük. Epeydir cümlenizi boşladım, valla çok özür dilerim ama telaşımı tasavvur edersiniz muhakkak! Ulan amma Osmanlıca kelime kullandım. Divamız Bülent ablamız gibi! :) Ben perşembe sabahı İstanbul'a uçuyorum, işten izin aldım, 2 gün İstanbul'da son rötuşlar (sivilce doldu suratımda iyi mi!) ve pazar günü taa taaaaa...

İstanbuldaki blog kardeşliği, huhuuuu duyuyonuz mu bu kızı? Ben geliyorum; ona göre! Pazar günü düğünüme gelin, davetlimsiniz... kapıdan sorarlarsa biz gelinin kardeşleriyiz dersiniz, boş yerlere ilişiverirsiniz, ben nasılsa o ince ayarları da yaptım, ayakta kalmazsınız. Pazar akşamı ...... otel'de (daha önceki yazılarımda nerde olacağını söylemiştim, gelmek isteyen blog kardeşleri cepten bana ulaşırlar ya da mail atarlar). 20.30'da kokteyl, 21.00'de nikah ve yemeğe geçilecek. Buyrun gelin başım üstünde. İzmir'deki blog kardeşliği, siz de artık madem gelemiyonuz artık eşek değilseniz dönüşte bana tebriğe gelirsiniz :)
23 Temmuz'a kadar hadi bana eyvallah... Hepinize fevkaladenin fevkinde günler bana da adı gibi bir ay - pardon ömür diliyorum
Sevgiyle kalın,

T.İ

Cuma, Haziran 30, 2006

Vermiş Olduğum Geçici Rahatsızlıktan Ötürü Özür Dilerim. Lütfen Alıcınızın Ayarlarıyla Oynamayaınız.T.İ.

Blog sayfa düzenim resmen sapıttı, arada bende de exe. hatası veren sayfam, gelinlik prova resimlerimi koyuverince; hasetinden çatır çatır çatladı işte. Hani aynaların çatlaması ile bir laf vardır hatırlar mısınız? İşte modern çağda aynalar yerine bloglar çatlıyor. Kısacası, bu aralar sapıtmayan bir "blog sayfa standardı" (template da diyebilirsin sen ey kokoş okuyucu) arayışlarındayım ve bilgisayar konusundaki bilgim oldukça basit düzeyde. Misal Solitaire ve Mayın Tarlası konusunda üstüme tanımam. Ha birde ömrüm boyu prezentasyon yapmaktan anam ağladığı için power point'te de süperimdir (kokoşcası; waooowww yani)... Ama sonuç olarak zaten ben bilgisayar konusunda geri seviyedeyim, sayfamda genel olarak exe. hatası veriyodu, bir de krstalim gizemli iş kadınım bana bloguna ulaşamıyorum diye haber gönderince, ben de başladım "1500 denemede template değiştirmece" oyununa. Bu sefer de sayfanın şakülü kaydı anasını satiyim... Beceremedim. Kal geldi! nefin'ciğime rica ettim, anlar bu işlerden o felaket derecede. Hani Bill Gates kendisini tanısa, kesin Microsoft'ta hatırı sayılır bir iş verirdi. Oncaazım da, ancak bula bula bu cırtlak mavisini yakıştırmış, ne diyim, bu aralar ayarlarınızla oynamayın, habire değiştiricem çünkü. Şu bazı bloglar nerden buluyorlar öyle standart template'larda olmayan o değişik şeyleri? Bana da anlatın, ben de öğreneyim...


Veeee.. Benim yarın yani cumartesi meşhuuurrr kına gecem var. Ya az kaldı, inanamıyorum okuyucu. Bak şimdi profilimi de değiştirmem gerekecek. Offf, bak şimdi okuyucu, nerden değişecek o? Bak yukarda 2006 yılları içinde evleneck olan diye bir cümle var.. Eee, evleniyoz işte, şimdi ara da bul nerden nasıl değişecek o? İyisi mi çoluk çocuk sahibi de yazayım da ilerde değiştirmeye gerek kalmasın :P

Konuyu dağıtmayalım; cumartesi günü için, İFAK'dan yöresel gelin ve gelinin saz arkadaşlarının kıyafetlerini kiraladık. Hepsi Ege yöresinin orjinaline sadık kalınarak tasarlanmış elbiseleri. Annem benimkini halen göstermedi, bugün alacaklarmış. Eminim tepkimden korkuyor kadın. Ne de olsa yeterince maymuna dönücm yarın akşam; kına şekerleri alındı; sanırım kayınvalidem o buharlı ütü ebadındaki gelin şekerini kafamda parçalayıp kıracakmış (umarım araya bir adet tepsi koymak akıllarına gelir milletin, yoksa yardık kafayı iyi mi?)... Efendime söyliyim, yanımda 5 adet de saz arkadaşım olacak, hepsinin kıyafetleri, başlıkları hazır. Ay bu egeli kızların kıyafetleri de efe kıyafetleri gibi bir süslü, bir asil, bir şık sormayın. Ben çok beğendim ve "anne, ben neden ondan giymiyorum?" diye sordum. "hayır dedi hain kadın B. (ben ona 05 B. diyorum), seninki farklı, peki tarif et dedim; yaptığı tarife göre ben Malkoçoğlu filimlerindeki Bizans prensesi Elanora gibi bişiy olucam. Yani o kadar rezalet! Gülmeyin tamam mı? Yoksa fotoğraf - motoğraf koymam size. Zaten anlamıyorum bu teknik olaylardan; valla bak baştan anlaşalım senle; gülmek hele hele kahkaha atmak ve hele hele o halimle dalga geçmek zinhar yasak!

Salı, Haziran 27, 2006

Hayvanları koruyalım, çok az kaldık çünkü

Bu sabah durakta otobüs beklerken (evet sevgili okuyucu; ben işe giderken otobüse biniyorum; koskoca J.W.'nin düştüğü hallere bak :P); neyse uzatmayayım benim gibi otobüs bekleyen bir insanoğluna üstelik hemcinsime çemkirdim. Ama insanoğluinsan anlamadı!

Pis kadın; allah onu kahretsin, bir gün adım otobüs durağı delisine çıkacak bu yüzden. Ama çemkirmemek elde mi? Bre hayvan dedim içimden sonra caddedeki refüje ekilen çiçekler içine dest-i hacet-ini gören kediye baktım; bir güzel örttü pisliğini patileriyle.. Utandım kendimden kediye hayvan muamelesi çektiğim için. O yüzden kadının yanına gittim doğruca. Peki kadın ne yapmıştı?

Varan 1
Otobüs durağına gelen doğru düzgün giyimli karı (afedersiniz karı dedim); çantasını kurcalamaya başladı ve kurcalarken kaldırıma poşet içinde çöp gibi bir şey düşürdü çantasında. Eğildi, baktı düşürdüğü torbaya ve hiç oralı olmadı, otoüs beklemeye devam...
Varan 2
T.İ dayanamadı tabi bu duruma gitti kadının yanına; "hanfendi (bakın halen kadına kibarlık taslıyorum- hata bende- davar desene şuna) çantanızdan çöpünüzü düşürdünüz, görmediniz galiba dedi, Kadın iplemedi, ve ayakkabısının burnuyla çöp torbasını kaldırımdan caddeye doğru ittirdi gülümseyerek
Varan 3
T.İ, "Ya Allah" girişmek için tüm gücünü topladı, çantasından kolonyalı mendil çıkarttı, elini onla kaplayıp kadının ittirdiği çöpü yerden aldı , kadının gözlerinin içine bakarak, kadına seslendi. "Sizin sokağa attığınız çöpü ben kaldırayım" dedi, "ne de olsa harmandalı çöplüğü değil burası, cadde" T.İ çöpü aldığı gibi kadının tam arkasında duran çöp kutusuna koydu; gırrlayarak el etmediği için durmayan otobüs şöförüne de küfür etti. Bugün de otobüsü kaçırmıştı. Hem de bir insan yüzünden!
Peki insan ne yaptı? Sadece gülümsedi

Sonuç olarak hayvanları tüm gücümüzle koruyalım lütfen; onlar ekolojiyi korumak için ellerinden geleni yapıyorlar; üstelik ne ilkokul ne ortaokul ne lise ne de üniversite okudular. Eğer insanlık buysa, ben hayvanım arkadaşlar!

Salı, Haziran 20, 2006

TA TAAAA! (BİYONİK KEDİYE İTHAF OLUR)

NEDENİNİ BİLMEM EY OKUYUCU AMA NEDENSE BİYONİK PANTERE PARDON KEDİYE İTHAF ETMEK İSTEDİM BEN BU YAZIYI...
Fazla yazı - mazı fazla olmayacak aslında... Maksat haftasonu boş durmadığımı, vertigomun az biraz iyileşmiş ve günlük hayata devam ettiğimi görün, beni merak etmeyin istedim...
Varan 1- cumartesi
iyileşmeye yüz tutan T.İ (J.W- sen nasıl kabul edersen; yersen!), gelinlik provasında... muhtemelen provacı teyze bana küfür ediyordur; "hay senin fotoğrafına da" ... diye





Sen hiç tombul bir gelin gördün mü ey okuyucu?

Pazartesi, Haziran 12, 2006

İçmişim, başım dönüyor, dönüyor... Dünya durmadan dönüyor, dönüyor... Bir tek dönmeyen bana sensin, bekliyorum hep, sen neredesin?

Epeydir uzak kaldım senden sevgili okuyucu. Tv seyretmem, bilgisayara bön bön bakmam, kitap ya da gazete okumam yasaktı. Hayırdır Afganistan’da mıydın diye aklından geçireniniz olabilir. Hayır ef’em. Bendeniz sosyetik ve asortik isimli bir hastalıktan 1 hafta kadar bir süre iptal oldum. Ünlü hastalığı bu :P. Bir pilotlarda olurmuş bir de bende. Eh, bu kadar yüksekten hayallenip uçarsan, tabi olursun Vertigo! (bkz. Bir önceki hayalperest yazım). Neymiş efendim? VERTİGO!

Şu hastalık isminin asaletine bakar mısınız arkadaşlar? Sanki Hitchcock filmi çeviriyoruz. Neyse işte, başım dönüyor ey okuyucu. Hem de nasıl bir dönme biliyor musunuz? Sanki 3 adet 70’lik rakıyı aç karnına devirmişim, sonra misal; biyonik tutmuş kolumdan, yer misin yemez misin beni bir güzel pataklamış; Gayriye almış sonra evire çevire döndürüp nefine doğru fırlatmış, fırlatırken gözüme en yakın yerden çat çat flaş üstüne flaş çakmış gözlerimin dibine kadar girerek, sonra nefin beni o halimle aç bırakıp üstümde yeni rejim tariflerini denemiş ve iyice bedenimi halsiz bırakmış, ordan kristal almış beni virajlı yollardan dolana dolana, feribotu kaçırdığından da son hızla arabaya atmış, götürüyor beni virajlı yollarda…. Sonra virajlı yollardan döne döne şaş olmuş bendenizi, biyonik tekrar almış tutmuş kolumdan fır fır döndürmüş ve aslıya atmış, aslı da o halimle oğluşunu koşturmuş peşime, döne döne dönmedolap oynatmış…

Ve işte benim başım son 1 haftadır aynen öyle dönüyor. İlaçlarla yeni yeni kendime geliyorum. Nasıl evlencem ben, bu kadar zayıf bünye neden bende var, bu baş dönmesi ya geçmezde, düğün günü yine dönerse, davetli masaları dolaşmaktan devriliverirsem milletin üstüne, rezalete bakar mısınız?

Cuma, Haziran 02, 2006

Göreceksiniz, ben ilerde çok meşhur biri olucam ve "Star is born” filminin ucuz versiyonu

Tabi ki bu benim en büyük hayalimdi ergenken (gerçi hala birazcık var, keşfedilememişliğin getirdiği bir hayalkırıklığı)… Olamadım işte, abuk ve bir o kadar da sabuk insanlar hakketmediği yerlerde ün ve parayı götürürken, cahil cesaretinin esamesi görülmeyen bendeniz, halen çocukluk hayallerime bakar bakar hayıflanırım.

Benim ilkokul ve ortaokul yıllarımda hayali bir kahramanım vardı. O aslında bendim. Yani ben aslında çok meşhuuur bir stardım da çevremdekiler bunu bilmiyordu :). Bir kere yabancı bir yıldızdım. Öyle popstar, superstar falan değil, her müzik olayında ben vardım, tüm MTV, Grammy, Emmy ödüllerini toplardım, Madonna da ezeli tek rakibimdi :) (ay ne salakmışım, şimdi bunu yazarken bile ağzımda faraş kadar kocaman bir gülümseme oluştu, bi de siz okurken ne hale girmişinizdir beni kafanızda, o vakur halde düşleyince). Benim farklı bir ismim de vardı. Tabii ki inkilisce. Benim adım J.W idi. Tam yazmayayım adımı sonra gülmekten donunuza işersiniz. Dediğim gibi Madonna tek rakibim ya, hep onunla sektörde yarışır ve onun istemediği rolleri ben kapar sonra çektiğim filmler hep liste başı olur, dünya bana tapardı (vay anasını; Lopez gibi karıymışım işte). O dönemde Madonna’nın söylemediği her güzel şarkı sanki J.W tarafından söylenir ve ben gerek karaoke gerekse de playback modunda elimde müzik setinin kel mikrofonu ile ayna karşısında konser verirdim. Annemin makyaj malzemeleri ve topuklu terliklerini az mı telef etmiştim…

Bilirsiniz ki her ünlü kadının bir de ünlü bir sevgilisi olmalıydı. Her hayran olduğum ünlü de benim (yani J.W’nin) sevgilisi oluyordu. Duran Duranın gitaristi John Taylor’un az kahrını çekmemiştim mesela. İçer, sarhoş olur, konserde karılar saldırır, akşam konser sonrası partilerde hayranlar don ve sütyenlerini buna fırlatırlar falan, ah çok çekmiştim ondan. Sonra blue jean dergisi ve gazete manşetlerinde beni aldattığı yazıyordu. Rene Simonssen adlı Danimarkalı kaltak mankenle birlikte yaşamaya başladığını duyunca her gururlu kadın gibi öncelikle menecerimle medyanın karşısına çıkmış ve başım dik bir şekilde sorularına cevap vermiştim. Sonra ingiltereden çıkıp amerikaya yerleşmenin kariyerim açısından daha iyi olduğuna karar veriyor ve aşk acısını amerikada unutuyorum. Hem hollywooddan da teklif vardı. John’u unutmam için bu gerekliydi tabi. Şans bu ya, o dönemde amerikada ilk 45’likleriyle fırtınalar kopartan bon Jovi grubunun altın plak davetine katıldı J.W. ve orda Jon Bon jovi ile tanıştı. Nasıl mutluydum anlatamam :P (ne manyağım anlıyorsunuz değil mi?). Ah o tarla cadısı saçlarına, o gülüşüne, o deri pantalonlarına ayılmıştım ama her ikimizde basına duyurmadan bu aşkı yaşamalıydık. Sonradan herşey çok güzelken bon jovi ipnesi kendi çocukluk arkadaşı Dorethea adındaki köylü güzeliyle evlendi ve J.W uzun bir süre kendine gelemedi, bunalımdaydı, kendisini diyet kolaya ve ana yurdu Türkiye’ye vurdu, evet şaşırmadınız, J.W.’nin babası bir İngiliz, anası da türktü!!!! (nasıl da hayalim genişmiş yaa. Tam bi psikopat!). Hem türkiye’de tanınmadan dolaşmak ve geçmişi unutmak ona iyi gelecekti. Ta ki hawai-amerikalı, adı sanı yeni yeni duyulan bir aktörün başrolünü oynadığı ve freni olmayan bir yolcu otobüsünün 80 km hızı aştığında havaya uçma tehlikesi olan filmde kadın başrol oyuncusu olarak istendiğinde; bunun hayatında yeni tur olduğunu anladı J.W! :) kendisine teklif edilen rol, bu filmde otobüsü kullanacak olan ve esas oğlanı götürecek olan esmer bombalık-kısacası esas kız’lıktı. (dedim ya size, madonna dışında her koyu renk saçlı ve güzel sesli, güzel yüzlü sanatçı; J.W. idi benim hayalimde- fazla sorgulamayın). Kabul etmiştim ben de teklifi, çekimler başladı, adının sonradan mükremin olduğunu (pardon- feriştahla karıştırdım olayı) adının sonradan keanu olduğunu öğrendiğim hawai kırması yakışıklıyla pek sıkı fıkı olduk, jon’un (bon jovi olan) bir bebesi olduğunu öğrenince ona inat keanu ile çıkmaya başladık. Artık basının son gözde çifti bizdik. Sonra keanu sıyırdı kafayı budha’yı oynıycam, o yüzden kaderimle yüzleşmem için izin ver, nepale gidip orda 2 yıl keşiş olucam dedi ve gitti. Matrix için döndüğünde ben çoktaaaaan kendimi U2 bono’nun kollarına atmıştım bile:))

Ay bu hayal hikayem burada bitmez arkadaşlar. Belki içinizde benim gibi “kırıklar” vardır hayal dünyası çocukken bu kadar geniş olan? Neyse eğer sevdiyseniz, size bir başka yazımda J.W’nin diğer maceralarını da anlatırım…

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Balayı ismini türeten gerizekanın ay mefhumu yokmuş! Ki olsaydı ona "ay" demez, beni de hasta etmezdi!

Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, yok anacım ben daha kendime balayında gideceğim yeri seçemedim. Ben gider en güzelini beğenirim, güzel de pahallıdır, ağzımın suyu akıyor valla otellerin sayfalarına baktıkça. Çalıştığım şirketin turizm tarafında hele geçen gece vakti gelip, benim evime “bir kere” de erken gitme zevkime limon sıkan ebleh suratlı balayı çiftinin az kalsın üstüne yürüyecektim. Thailand ve Phuket’e gidecek allahsızlar. Ben de bunlara, oraları 4 kez görmüş biri çalçene olarak detay verince yatır gibi kaldılar başımda. Car car car, saat oldu akşamın 9 buçuğu hala gitmediler. Neyse uzatmıyım bunlar elele, dudak dudağa, aşk böcüğü şeklinde aptal aptal hayallendiler, bir o kadar aptalca sorular sordular:
“sahilde ateş yakılabiliyo mu iğne hanım” “ valla çer-çöp bulursanız bi deneyin isterseniz ama sıcak olur hani temmuz ayı ve ekvator kuşağı; bilemiyorum yani”; “Bangkok sıcak mıdır?”, “az evvel de dediğim gibi Thailand her daim sıcak ama temmuz ayı baya sıcak”, “ama iğne hanım, ben Bangkok’u soruyorum”, “…!!!!****, hanfendi Bangkok Thailand’ın başkenti olur, genelde bir kent , ait olduğu ülkenin sınırlarını pek aşmaz, sıcaklık aynıdır, üşümezsiniz merak etmeyin” iç-ses:“sa-lak, sa-lak, sa-lak”, “orkide ucuz mu iğne hanım” “evet ucuz”, ne kadardır mesela iğne hanım”, “valla çok ucuz işte, ben diyim 1 milyon, siz diyin 3 milyon”, “Türkiye’ye getirebilir miyiz?”, “höö? Valla isterseniz size karışamam, sonuçta siz ne isterseniz onu alırsınız… hem ne diyebilirler ki çiçek bu”, “ya hani türkiyeden taş falan çıkartılmasına izin verilmiyor ya, o bakımdan şeyettiydim”, “……..”, “iğne hanım, timsah fabrikaları varmış doğru mu?”, “höö? Fabrika mı? Ben oradayken timsah çiftlikleri vardı herhangi bir endüstriyel timsah imalatı yapılmıyordu”, “ayyy, iğne hanımcım ben şey anlamında sordum, timsahlara şov yaptıyorlarmış da, onu sorcaktım”, “siz balayına gidiyordunuz diy mi?”, “evet, balayı di mi aşkımmm?”, “…… !!!!#*** neyse neden o güzel anlarınızı güzelim otelde beyaz kumsallarda geçirmiyorsunuz? Hem o sıcakta timsah çiftliklerinde tepe sersemi olursunuz”, “ayyy, çok şahane iğne hanım, di mi aşkım”, “……..”, iğne hanım, ben alerjik bünyeliyim, sizce ben orda deniz mahsülü yesem bişey olur mu?”, “valla bünye sizin, bi ona sorun isterseniz”, “ayy aşkımmm, karides yesem bişey olmaz di mi aşkımmm”, “iğne hanım son bi sorum olcak benim, ay saat de 10a geliyo pardon sizi de tuttuk da”, “buyurun, ben de bugün işim var 8e kadar kalırım diyodum, olsun buyurun”, “şeyy benim midem çabuk bozulur, orda ben naparım, yiyecekler dokunursa?”, “eeeee…. *!!****!^^%&{[]}***!!”

İşte böyleydi bir balayı yeri bulma macerası. Peki ya ben? Otellerin hepsi anasının nikahı, hatta geçen gün Rixos belek Premium açılmış, salak gibi online rezervasyon yaptım bize. Bi de ne göreyim, benim 1 haftalık paket tur sandığım program meğersem günlükmüş! Pöhhhh! 1 hafta kalmak istersen, günlüğü kişi başı 1250 eurodan, 2 kişi yaklaşık12bin euro verecekmişsin hemşehrim! (aha işte burası)
Almıyim, alana da mani olmiyim dedim, hadi tamam çok güzel bayıldım, dibim düştü de ben o 12bin euroyla dünyayı gezerim ömür boyu.
Şimdi 2 adete indirdik seçenekleri. Hem fiyatları da rixos premiumla karşılaştırınca bir ucuz kalıyo ki anlatamam. Sevinmek için önce eşeği kaybedeceksin tabi. Hadi bakalım o güzelim balhaftam için yaratıcı fikir ve önerilerinizi bekliyorum.

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Buyur Burdan Yak - Anneannem der ki:..............

Sabah Gazetesi, 24.05.2006
'Triplekste üç hanım lazım'

Kültür Bakanı Koç'un Cezayir'de Bakan Güler'i kahkahalara boğan (aman ne komik- yalakalığa bakın: dikkat ederseniz, sabah gazetesi konuyu esefle kınamak bir yana, bir de kahkahalara boğuldu diye yorum yaparak şirinlik ve yalakalık yapıyor!- T.İ)"üç kadın" muhabbeti şöyleydi:."HALİL ÜRÜN İYİ BİLİR" "Bizde evler büyük olur (bu "bizde" lafı ne demek sizce? siz - biz nedir? ayrımcılık bu kadar da ayyuka mı çıkartılır? -T.İ) . Dubleks evde oturacaksan hanımın iki tane, tripleks evde oturacaksan üç tane olacak. (yok yaaa! kim diyor bunu? yoksa bu da mı kutsal kitapta yazıyor? çüşünüz. bu kadar da ulemalık (!) olmaz! - T.İ) Bunu Halil Ürün iyi bilir, ona sormak lazım. Bir hanım aldığın zaman er, iki aldığın zaman şer, üç aldığın zaman o da er." (eveeet! bunu koskoca T.C.'nin bakanı söylüyor arkadaşlar. koskoca bir bakan, bunu şakşaklayan en büyük gazetelerden biri- utanmıyorlar bunu birinci sayfadan espri niyetine vermeye... - T.İ)

anneannem der ki; "Atam, atam, sen kalk da ben yatam!"
saygılar
T.İ

Salı, Mayıs 23, 2006

83 yıllık Cumhuriyet'in tek karelik özeti....



Başka ne denilebilir ki? Ümmeti değil milletimi düşünen herkese...
"Ne Mutlu Türküm Diyene! "

Cuma, Mayıs 19, 2006

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK...
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mercedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.
BÜTÜN SUÇU
2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim BİN tane. Bilin bakalım nedir bu?

Dün benim evlenince oturacağım evimizde tam bir telaş vardı. Annem, kayınannem (tiki selin gibi “e” harfini inceltip yayarak okuyun lütfen); - ben işteyim tabi -, altın kızlar buluştular; bavullar, poşetler, bohçalarla hem benim hem nişanlımın çeyiz denen çoğu gereksiz bir sürü ıvır zıvırı evde yerleştirmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü ev doğal yapısına uygun olarak tasarlanmış. Mimar ne bilsin anormal çeyiz durumlarını. Adamcağız çapına göre dolap koymuş da annemlere göre ev küçük, biz sığmıyoruz.

Eve yerleştirilmeye çalışılan çeyizlik ıvır zıvır envanterini sunuyorum sizlere:

150 adet çift kişilik nevresim takımı çift kişilik
40 adet tek kişiliği
40 adet yazlık pike çift kişilik
10 adet çift kişiliği
9 adet çift kişilik battaniye
3 adet çift kişilik battaniye
4 yorgan çift
2 yorgan tek
20 adet yatak örtüsü
80 adet plaj havlusu
150 adet el havlusu (bir kısmı danteli arkadaşlar: havlu ve dantel iç içe… şu asalete bakar mısınız? Kim ütüleyecek onları?)
40 adet hamam takımı ve bornoz
50 adet yastık kılıfı (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet çarşaf (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet “dertsiz” denen ama benim başıma dert olan masa örtüsü
90 adet masa örtüsü ve kumaş peçete güruhu
40 adet Şimenditabla (ben söylemelerinden öyle anladım, belki yazılışı ve okunuşu daha farklıdır) ve hala ne işe yaradığını çözemedim
30 adet runner
100 adet sehpa ve konsol örtüsü
50 adet balkon masasına örtü ve peçetelikleri
30 adet birbirleriyle takım renklerde set oluşturan sehpa örtüleri
Ve olmazsa olmazlar 40 adet set de danteller ve iğne oyaları
200 adet çorap (nişanlım ve benim için)
100 adet don (yine her ikimiz için ama az geldi gözüme, don bu, insan en az çorap kadar alır, diy mi ama?)
10 adet röpdeşambır (bu da böyle mi yazılırdı? Aman neyse anladınız işte)
40 adet erkek pijaması
80 adet bana pijama ve gecelik

Ay bi de dün annem arıyor evden “kızım siz evinize sakın bir şey almayın ha, öldürürüm yoksa seni”; “ee neden anne? hayırdır”, “dolaplar almıyor kızım, o kadar çok şeyiniz var ki sığmıyor, siz dolap yaptırmalısınız acilen, o güzelim örtüler buruşacak şimdi, yer kalmadı, tıkıştırdık hepsini”

Yaaa güleyim mi ağlıyayım mı… bana mı sordunuz o kadar ıvır zıvır alırken, napacam ben o kadar şeyi, sanki her akşam onlarca insanı davet edecem evime yemeğe? Sanki ölene kadar yatıya misafirim gelecek?, ya da ben tatil köyü açacam da o kadar havlu ve yatak örtüsünü serecem?

Ayy acaba benim kendi zevkime göre almış olduğum unique art ve days in colors yatak örtüleri ve nevresim takımlarını, internetten aldığım V.S. geceliklerimi bizimkilere göstermesem mi? :)

Cuma, Mayıs 12, 2006

Kına'ma az kaldı kızlar!

Efendime söyliyim, anacığımın en büyük hayaliydi kızını evlendirmek ve öncesinde de şöyle bir şatafatlı kına gecesi yapmak. E kolay değil, 32 yaşında küçücük (!), daha hayatın baharında tazecik (!) bir kızı var. Naapsın kadıncağız, yıllardır bekledi durdu, kızını alacak birini. Bilumum arkadaşları, evlendirdi kızlarını zamanında, hatta torun-torba sahibi oldular, bizimkinde tık yok tabi. İçinde ukde kaldı anacığımın, ya kartoloş kızını kimse almazsa, taktı tabi bunca yıldır altınları, bilezikleri elalemin düğününde, şimdi elinde bloknot, habire düğünde kim ne takar hesabı yapıyo :). Dedim “anne kız, istersen kamera dolandıralım düğünde kıçımın (pardon kıç dedim) dibinden ayrılmasın, sen sonra seyreder, kim taktı kim takmadı kara listene alırsın”. Ben dedi, yıllardır altın taktım düğünlerde millete, seni alan çıkana kadar kuyumcu açsam yeriydi, şimdi tabi ki bekliycem; gerçi baba tarafından bekleme bişey, onlar pintinin önde geleni, asıl onların dibine kamera koymak lazım, takar gibi yapar onlar, hele o halanlar yokmuuuuu?, onlar sen doğduğunda da bişey takmamıştı. Bi de senin baban yeğenlerine ev bile hediye etti düğünde” Bu da ayrı bir hikayedir dostlar… Benim babişkom baya bi gönül adamıdır ama maalesef ben ona pek çekmemişim. Gerçi anama da çekmemişim galiba karma bir salak olup çıktım işte. (Bu babamın eli bolluğunu da bilahare anlatırım size). Neyse işte annemin bu geçmişi hatırladığı anlarda uzamak lazım arkadaşlar, valla gaza gelir halamları çağırmaz düğünüme.
Ah bi de benim zamanında annem ve babam tarafından bana çaktırılmadan görücülere gösterilme maceralarım vardır da onları bilahare anlatırım, çatlarsınız gülmekten.

Neyse uzatmayayım, babannem biyoniğim okuyamıyo sonra uzun yazınca. Güzel gözleri ona oyun oynuyormuş koyu renkli şablonları okurkene. Vah babannem vah :)) (Kız biyonik bak senin için hayvani puntoyla yazıyorum ki böylesi görülmedi)

Şimdi anacım bekledi ya bunca yıldır, düğün öncesi kına gecesi yapacak. 1 temmuza otelden gün ayırttık, bugün de basmış paraları leylaya, almış 1 temmuz cumartesini… Hepiniz davetlimsiniz kına partime. Artık kına yakılmadık yeriniz olana kadar kına yakıcaz hep birlikte. Bekliyorum hepinizi, İzmir’e, kına geceme… (Haaa, merak etmeyin, altınları düğünde takacanız, kınada değil! .ehe ehee ehe ehhheeee. Düğünüme gelip de takar gibi yapanları annem görür, sonra ne yapar bilmem, ben baştan uyarayım.

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

İstanbul maceralarım; buyurun buradan yakın.

Topkapı’da cevizkıran!

Ne garip bir başlık demeyin, anlatıcam, göreceksiniz bu başlığın ne menem bir şey olduğunu… Efendime söyliyim malumunuz İstanbul’a geldim 5 günlüğüne. Elimde yaş aralığı 75-85 olan lakin gönül yaşı büyük ihtimalle benden daha genç olduğu halde, metabolizmaları yavaş olduğu için karınca misali yürüyen, hareket eden, habire çişi gelen, çabuk yorulan bir demet yabancı misafirim vardı. Benim anneannecim daha 70indeyken iki dizi protezli ah’larla vah’larla yürüyemezken; benimkilerin maşallahı vardı.

Derken bir gün Topkapı’ya gittik. Ben, rehber ve 12 tane çıtır. Girdik içeri, turist dolu, rehber anlatıyo, bla, bla, bla… ben ve çıtırlar pür dikkat dinlerkene “çataaanaaaak” diye bir ses geldi arkamdan. Allah Allah bu nedir ki diye sağıma, arkama bakınırken bir “çatanaakk, çaaat, çattıırrrttt” diye gümbürtü gelince ne göreyim, harem dairesinin yanında uzun siyah çarşaflara bürünmüş bir teyzemiz, yanında aldığı 10-12 yaşlarındaki oğlan çocuğu ile yerde ayakkabısının üzerinde zıplayarak bir şeyler kırıyor. Benim çıtırlar da “T.İ; what’s that? Is it he or she? Is she arabian turist or a turkish one?, What’s she trying to break? Why does she jumping on her heel?, What’s that breaking noise?” gibi bir sürü ahiret soruları sordular. Ben de kahraman polis / dedektif edasıyla; “anacım siz şimdi bir geri çekilin, ben bi girişeyim teyzeme” der gibi onları geriye doğru iterek olayın içine son sürat daldım.
"Teyze, ne yapıyosun sen?" Çatttt, çatııırrrttt, (bu arada teyze değil yüzünden ve ses tonundan daha genç olduğunu anladım. Burkalar içinde pek anlaşılmıyo da).
Çaaaatttttt “ceviz kırıyom” dedi kadın.
“!!!!!. Ceviz mi kırıyon? Topkapı sarayı harem dairesi önünde? Hayvanat bahçesi mi sandın burayı kadın, şu yerlerin haline baksana sen, kabuk içinde bırakmışsın ortalığı”
“…Allah Allah, ne bağrıyon, çocuk istediydi, ceviz yidiriyom ona”
“!!!!! Karpuz da kesseydin, bak Enderun kısmında karpuz ilginç olabilir, bi dene orda istersen” dedim,
Ve kadın naptı biliyo musunuz? Yerdeki bütün ceviz pisliklerini ayağındaki kalın botlarıyla sıyırarak haremin bahçesine ittirdi. Rehber elimden kadını zor aldı, barbar türk imajı vermiyim diye turistlere.

Kutsal emanetler bölümünde bir tat bir doku:

Dışına asmışlar,” içerde Müslümanlar için çok kutsal materyaller sergilenmektedir. Lütfen dine olan saygınız sebebiyle sükunet içinde içeride gezin, kamera yasaktır” yani özeti şudur: “İçerde mal gibi dolaşmayın, eğerinizden kopmuş öküz gibi bir oraya bir buraya koşmayın, hayvan gibi bağırmayın” Dikkat ederseniz benzetme yaparken hep büyükbaşlardan tasvir yapıyorum ama o hayvanlara da kedi denmez di mi?

Girdik içeri çıtırlarımla birlikte. İçerden bir kuran sesi yükseliyor ki sanırınız topkapı’da değil, mekke’desiniz az sonra da hacı olacaksınız. Benimkiler de sordular “T.İ; what’s that song? Turkish?” “no, I said; it’s kuran, our holy book… Perhabs, it’s a cd track”, “So T.İ, why did thepalace exhibit the pray in that hole? “!!!!!!!!! Iııııııı, eeeeee, şeeeeyyyyy” Bu arada da sesin geldiği odacığa girdik. Haydaaaa, bu adam da kim, ne işi var o küçük camdan kafeste? Evet arkadaşlar, Topkapı Sarayı kutsal emanetler odasının içinde küçük bir camekanlı bölüm yapmış bizim yetkilierimiz. İçine hayvani bir mikrofon yerleştirmişler, hoparlörler de cabası! Adamcağız camekanda sergileniyor, kuran okuyor, ve dışardan da bizler yani turistler turistler, adamı maymun gibi seyrediyoruz. Abdesti olan var mı, pis misin, kokmuş musun, hangi amaçla gelmişsin, nerden gelmişsin? Çıtırlardan yeni bir soru bombası daha geldi tabi: “T.İ; why is this man praying here? Do you allowed to make a religious show in public areas?” “!!!!! Well, aaaa, eeeee, in fact, show business in religion is restricly prohibitted but why these hayvans made such a shitty show in this silent area?, I have no idea”, “T.İ, what is hayvan?”

Tam bu soruya cevap verecekken, ilkokul 1.ve 2. sınıflardan oluşan 80 kişilik bir öğrenci grubu sadece 1 adet mevcut hocalarıyla içeri girdiler. Aman allahım, o ne gürültü öyle? Camekanlarda sergilenen her tür kutsal emanete saygısızca bağırarak dil çıkaran mı, dillerini cama yapıştıran mı? Camekandaki hocanın durduğu cama “tık tık tık, eyi günler” diyen mi, hocanın arkasından dolaşıp adamın omzuna parmakla “şişt, baksana” diyenler mi? Öğretmenleri de muhtemelen kendisine bu zorla verilen görevden memnun değil, salmış bunları çayıra. Hele bir tanesi tam önümde sakal-ı şerifin durduğu cama kafasını küüt diye çarptı, bana “what is hayvan” diyen yabancı konuğuma döndüm, çocuğu işaret ettim “yes Gordon, this is hayvan” diyerek cevap verdim.

Ankara’nın palyaçosu, İstanbul’un salağı. İşte tam bir kültür mozaiği: Bendeniz Toplu iğne

Geçen hafta beyan ettiğim gibi İstanbul’a gidecem ya, blog dostlarımla da görüşecez ya, sormayın bende bir heves, bir heyecan. Yaptım planlarımı; kristalim, damlacım ve deadoram’la buluşup voltranı oluşturacaz. İstanbul’da koşuşturacak olan benim… O yüzden kızlar benden haber bekliyorlar. Ben bir güzel ayarladım Pazar günümü, çıtırları rehbere emanet ettim, 1 gün öncesinden de mail attım, kızlar cebim şu, arayın beni, boyayın beni diye… Pazar günü “bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin” şarkısı eşliğinde otelde bekledim, saat 14.30 gibi olmuştu ki ben yani salak iğne, nişantaşına gittim, nişanlımla takıldık, yemek yedik (o da geldi, canımın içi endoskopi oldu orda). Ben bir güzel oyalandım, kayınvalideme gittik, akşam saat 8 gibi otele döndüm, artık benim çıtırlar boğaz turundan geleceklerdi… Dediler ki “T.İ hanım, bir bayan geldi sizi görmeye, ulaşamamış size, not bıraktı”. “!!!!!!!! Hiiiih, nası yaniiii????? Ver bakiyim şu kağadı, amanin, dea’m gelmiş, fıırrrkk, bulamamış beni, fırrrk, ama ama kağatta “numaranı yanlış vermişsin iğnecim, arıyom hep başkası çıkıyo, ben de geleyim dedim” diye yazıyo..fırrrk, nasıl olur ben cep nomu yanlış mı yazmışım, deam taa buralara mı gelmiş hiihhhhh???”

O an öleyim mi güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim arkadaşlar. Hemen aradım deamı, konuştuk, meğersem zavallım gün içinde sözkonusu ben olduğum sandığı numarayı bayaa bi taciz etmiş mesajla, karşıdan cevap gelmeyince bekle geliyorum o zaman oraya diye yazmış. Ehe ehe hüeeee. Sonra yine cevap alamayınca aramış tabi, ne cevap vermiyon lan bana diye, adamın biri de kısaca “de get başımdan sabahtan beri vır vır dır dır, car car, beynimi yidin, Hangi hıyar verdiyse bu noyu; yanlış” demiş :) yaaa, işte madara oldum, kristalcim de aynı herifle muhatap olmuş, büyük ihtimal damlacıma haber gitmiştir, sakın arama o numarayı, adam ters, küfür edecek diye…

Diyorum size, bu aralar ben de bir haller var, 22 diceme 02 diye yazmışım. Salak, angut insan ben yani T.İ, kızlarla görüşemeden döndüm. Kristalimle de bari pazartesi uçağa binmeden koklaşalım diye planladık ama o da olmadı, gerçi canım benim bana interaktif bir kahve ısmarladı ki, keşke yanımda olsaydı da karşılıklı içseydik. Velhasıl, bir salağın son 1 haftasını okumuş bulunmaktasınız. Ne olur beni seyahatlerimdeki salaklıklarımla değerlendirmeyin, ühü, ühü, valla ben özünde zeki biriyimdir aslında, fıırrkk, beni sevin ama acımayın, ne olur?

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

İğne hanım İstanbul’a geliyoooo!

Epeydir koklaşamadık senle ey okuyucu dost… T.İ yoğunluktan blog-mlog olayına giremedi. Ama pazar günü mobilyalarımı gördüm ya nihayet, artık ölsem de gam yemem. Ama yatak odası demonteydi. Yani onu görsem de ne olacaktı ki? Marangoz geldi montaj yapmaya. Bendeniz 100 adet mobilyacı gezip hiçbirini beğenmeyince, bir gün İzmir’de açılan ikea ziyaretimde vuruldum bir yatak odası takımına. Filhakika demonteymiş nerden bileyim? Nişanlıma dedim ki “aha işte bu. Bunu alalım” . Aldık nihayetinde, öyle 2 hafta durdu kutular evde yatır gibi. Pazar günü marangozu aldık eve getirdik. Benim iyi niyetli nişanlım adamı evinden aldığı yetmiyor gibi bi de pazar kahvaltısına da götürmüş (brunch diyor ya hani bazı ukalalar), allahım allahım geldi bunlar eve, bahar yorgunu tabi ikisi. Akşam 6’dıydı yatak odasının montajı bitti. 1 yatak, 2 komodin, 1 de şifonyer… Öyle dolap falan da yok. Anlayın işte bahar güneşi ne hale getirmiş bunları :) Yatakları da ayrı yerden sipariş ettik, sandım ki esnaf sözünde durur, zamanında getirir, marangoz ve yamağı nişanlım işlerini bitirdiler ama yatakçı gelmedi anasını satıyim. Akşam 7’ye kadar ordaydık. Ne gelen oldu ne de giden. Yatak olayı hala beklemede.


Perşembe günü istanbul’a gidiyorum ama bu sefer valizle:) yanıma türlü türlü giysi alıcam, banu alkan gibi sürü sepet valizle gidicem. 4 gün ordayım. Ofis işi gene. Ama bu sefer her şeyi ayarladım, bir t.c. vatandaşı olarak kazık kadar oldum halen hiçbir tarihi yeri göremedim, dolmabahçeyi, topkapıyı, yerebatanı, ayasofyayı da görücem.

Meraklısına ve kafası karışana önemli not: benim her bi boku (çok afedersiniz, bok dedim) yapan şirketim ayrıca turizm işinde de. Ben de her bi halta maydonoz olan bi insan olarak turizm işine de el attım, yabancı misafirleri rehberle Türkiye turuna gönderdik, İstanbul parkuruna ben de gidiyorum. Tabi bayılmıyorum aslında çünkü İzmir’de de yapılacak çok işim var ama patron denen vatandaş “iğnecim, sen de git, İstanbul karışık, bi de özel misafir hepsi, rehbere çok güvenemiyorum, sen gidersen daha iyi olur” diyince eh peki madem dedim. Şimdi benim 12 kişilik yaş aralıkları 75-85 olan nurtopu gibi bir birleşmiş milletler topluluğu misafirim var. Onlar dolanırken ben de onlara takılayım da bari görgüm-bilgim artsın. Beleşe yer göreyim diy mi ama? :)

Bi özel not daha: İstanbul’a harbiden tepeden bakıcam (Pier Loti’de kalıcam da…), erguvanları kokluycam, tam mevsimi gelmiş öyle diyorlar.bir de fırsat bulursam nikah şekeri ve davetiye bakıcam. İstanbullu blog dostlarım, iğne geliyor, e artık bana bir program yaparsınız.
Öptüm herkesi