Bunu yazmak aklıma gelmemişti ta ki Aslı'cığımın blogunu bu sabah okuyuncaya dek. Ne de güzel yazmış geçen günkü ülkemizin biricik iftiharı güzellik yarışmasını. Ben Paris'i yazacak değilim. Benim tüm ülkemizin yarışmalarında gıcık olduğum bir iki konu var; onları yazacağım sizlere:
1. Yabancı Dil Konusu
Bu ülkede o kadar tercüman, iyi yabancı dil bilen bir sürü insan dururken; nedense yabancı dil konusunda canlı yayında sunuculuk yapabilen (yapabildiğini sanan) bir iki medya tiplemesi vardır. Lakin bu tiplerin ingilizcesi; sadece yurtdışına alışveriş yapmaya gittiklerinde kullanmalarından dolayı; "how much, coffee please, two sugar, welcome, bye, thank you, here is my passaport" ötesine geçmeyen bir ingilizce müsfeddesidir ki; bunlara canlı yayın sunuculuğunu teklif eden kanal dingillerinin de ingilizceleri daha beter olduğu için; bunların "yes this is a book" seviyesinde ingilizceleri, kanal patronlarına "edgar alan poe" şiirleri kadar edebi ve engin gelir. Oysa ki kadın sadece ortaokul birinci sınıf öğrencisi kapasitesindedir. İşin ev - seyirci bacağından bakacak olursak; evde oturan ortalama bir baba da "peeeh, bak garı ne güzel inkilisçe konuşuyor, sen daha misafirlere inkilisçe hoşgildiniz, çay-gayfe ney alırdınıgzz" bile diyemiyon, boşuna okuyon sen zaten b.k kafa, anangile çektiynn beyinzis" diye güzel Türkçesini konuşturur. O sınırlı - sorunlu beyniyle medyanın ona verdiğini sorgulamaksızın kabul etmektedir çünkü.
Hayır benim anlamadığım mehmet ali erbil, pınar altuuğ; bazen de meltem cumbul - korhan abay dışında bu ülkenin ingilizce konuşan sunucuları yokmudur? Ya da şöyle sorayım, yabancı dilede sunuş yapacak olan insan illa ki ünlü bir medya tiplemesi olmak zorunda mıdır? Bi de eurovizyonda hangi akla hizmetse, Türkiye'dn Ankara'dan "iyi akşamlar" diyen zevzek bir kız. Asıl o bizi dünyaya rezil ediyor. Avrupaya Türk imajı için Türkiye'yi en iyi temsil ettiği düşünen o kızı seçiyro TRT. Neden TRT var bu arada onu da anlamak mümkün değil. TRT dinazorları seçerler şarkıları da sunucuları da. Arkada anıtkabir dekoruyla o sarışın ebleh kız çıkar ingilizcesini konuşturur. "Good evening Ukraine; How are you Bob? (diğer sunucu kadına yokmuş gibi davranmaktadır bizimki). First of all I'd like tell that you're very handsome tonight" (bizim ankaralı bacı ukraynalı sunucuya sarkar arkadaşlar; ukraynalı kadın sunucuya ise yokmuş gibi davranır), yanlız dediği lafın anlamı daha da berbattır. Sanki herifi her gece izlemektedir, hiçbir canlı yayınını kaçırmamaktadır). "bu akşam çok yakışıklısın". bunu söyleyebilmek için dün akşamı, ondan önceki akşamı da biliyor olman gerekir güzelim; nabeeerr?" Bir de bu şabalak kız Türkiye adına kimlerin puanladığı meçhul puanları da ekranda flört etmeye çalıştığı adama okumaktadır. "from İç Anadolu Region..." Allah seni kahretmesin; böyle mi denir bu? Vaya moni, zero pua! Otur yerine; git TRT'nin açık öğretim kanalına kımıl zararlılarını anlat sen.
2. Yarışmacıların güzelliği (!), kabiliyetleri
Eskiden yarışmalara daha güzel kızlar mı katılıyordu ne, şimdinin güzellerinin tercihi değişmiş olacak ki; tüm sıradanlığın altındaki kızlar güzellik yarışmalarını süslerken; gerçek güzeller ya okuyor, ya da para kazanmak için illa ki manken olmaya gerek olmadığı gerçeğini çözmüşler, normal çalışma hayatına atılmışlar şimdiden. Ben gün geçtikçe güzellik yarışmalarında bu kadar kaknem, fırıncı küreği ağızlı, bu kadar koca dişli ve şehla kız görmedim arkadaşlar. Bir sürü kazulet; boylar deve maşallah, palet gibi ayakları ile sahnede dev'leşiyorlar (!). Nerden buldunuz bunları, bunlar güzelse, benim hergün izmirde gördüğüm kızlar nerde? Neden katılmıyorsunuz? Bu katılan kızlar hangi akla hizmet katılıyorlar peki? Bakın dikkat edin, son 6-7 yıldır bu seçilen güzellik kızları hangi ülkede hangi büyük ödülü kapabilmişler? Ya avakado güzeli, ya aloe vera güzeli, ya mısır püskülü güzeli gibi dandik ödül almış olabilirler. Ancak ben eski güzelleri tek geçerim. Endam, duruş , yüz, daha güzellerdi. Şimdikiler harbiden ancak ve de ancak karpuz güzeli..
Şarkı yarışmalarında da gittikçe acınacak hale düştük. Hatırlatırım size; Athena'dan sonra TRT, halkın SMS oylarıyla seçtirtmeyi bıraktı ve "Rimiley" adındaki mikindirik şarkıyı kendi seçti ve kepaze olduk. Harika 1 iş başarmış gibi ondan sonraki şarkıları da TRT kendisi seçmeye devam etti. Bırak biz seçelim yahu. Siz ne anlarsınız güzel şarkıdan?
Haa bi de şunu anlayamıyorum; bu şarkıcıların normal şarkıları o kadar güzelken, eurovizyon için ürettiklerinde neden kabız oluyorlar? Açıkçası hiçbirinin hazırladıkları şarkılar bi b.ka benzemiyordu. Dua etsinler yine de gurbetçilere. Oysa para kazandıkları albüm şarkıları ne kadar da güzeldi. Sen koskoca Mor ve ötesi grubu ol; saçma sapan Deli adlı şarkıyı layık gör ülkemize. Bir derdim var isimli şarkılarıyla vurulmuştum ben onlara. Bu deli şarkısı deli etti beni. Gene gurbetçiler verecekler oyları, napsın insanlar hiç değilse vatana kıyak geçmek lazım diye düşünmektedirler; "germany, eight pua", "Belgium, eleven pua".... Onlar da deli'den bi b.k anlarlarsa tabi.
3. Ve jüriler...
Sponsor olursan yani para verirsen seni jüri yaparız. Demek ki paran varsa güzelden anlarsın. Gazetelerde sübyanlarla takılırsan, onlarla yer içer, köşende hatunları yazarsan güzelden anlarsın...
Porno kasedin varsa, cümle alem senin kukunu en detayından görmüşse, güzelden anlarsın.
Baban medya patronuysa, sen ister ibişin teki ol, hiç farketmez, pahallı bir chanel tuvalet üstüne giydirirler, bi bakarsın ki sen de güzelden anlamışsın.
Teneşir paklayacak bir yaştaysan, ancak libidonun hala en yüksek seviyede olduğunu kamuoyuna sürekli duyurma eylemindeysen; emin ol güzelden anlarsın
başka eklememi istediğin var mıydı?..
Pazartesi, Mart 31, 2008
Pazartesi, Mart 24, 2008
Çok afedersiniz, dayanamıyorum artık.
Burada yazılarımı okuyanlar bilir; genelde apolitik olmaya özen gösteren biriyim; laik bir insan olduğum için, politik ve dini görüşümün içimde, benim ve benim aramda kalması gerektiğini düşünüyorum.
ANCAAAKK; geçen gün internette okuduğum bir güzel söz; kendisini sizinle paylaşmamı gerektirdi. Tek bir cümleyi gün gelecek bu kadar ama bu kadar çok seveceğim aklıma gelmezdi. BİRİ BENİ DURDURSUN YAHU... Vallahi böyle biri değildim ben... Ama beni bu hale getirdiler sonunda... İşte o güzel cümle:
"100 YIL GERİYE GİTMEKTENSE 10 YIL GERİYE GİTMEYİ TERCİH EDERİM"....
ANCAAAKK; geçen gün internette okuduğum bir güzel söz; kendisini sizinle paylaşmamı gerektirdi. Tek bir cümleyi gün gelecek bu kadar ama bu kadar çok seveceğim aklıma gelmezdi. BİRİ BENİ DURDURSUN YAHU... Vallahi böyle biri değildim ben... Ama beni bu hale getirdiler sonunda... İşte o güzel cümle:
"100 YIL GERİYE GİTMEKTENSE 10 YIL GERİYE GİTMEYİ TERCİH EDERİM"....
Çarşamba, Şubat 27, 2008
Bu bir şikayet yazısıdır. Mev'zu bahis yer İzmir'de Reci's Kafe'sidir.
Blogların gücü adına. Beni orda misafirlerimize kepaze edip bana Kezban muamelesi çekersiniz haaa. Alın sizi ben de bloguma post diye asmazsam, sizin postunuzu elinize vermezsem; bana da Toplu İğne demesinler...
Başlık ve ara başlıktan da anlaşılacağı gibi dumanı üstünde bir yazıdır bu. Henüz orda yediğim yemekler değil, körfezi boylamak, midemde öğütülmeye bile başlamamıştır. Bu akşam iş çıkışı, eşimle, kayınvalidem, görümcem ve kızıyla alsancakta buluştuk Reyhan'da. Ordan sonra yürümek zor geldi uzağa (yürümeyi g.t.m.z yemedi daha doğrusu), biz onları överek Recis cafeye götürdük. Tabiki orda kepaze olacağımı bilseydim hiç öeverk oraya gidermiydik!
Neyse gittik, verdik siparişleri oturduk dışarda. Ben af buyrun kıl ve gıcık bir sosyopat olduğum için menünün ilk sayfasına yapıştırılmış deniz mahsüllü özel (!) menüden bir penne istedim. Recisin kapasitesini biliyorsun, "Paper moon" mu sandın orayı? Yoksa Miami'de yediğin Bay Side'daki "Scandal" restoran mı? Yoksa Avrupa'nın alalade bir kıçı kırık kafesi de olsa; müşteri her zaman haklıdır politikasıyla yola çıkan adam gibi bir yer mi sandın? Öküz iğne! Sonuçta gittiğimiz yer belli, ne bekliyorsun ki?
Neyse, ortaya af buyrun yine benim öküzlüğüm yengeç bacağı pane de istedik (denizden babam çıksa yerim ben, ne yapayım?) benim dışımda herkes de normal şeyler yedi. Ben kaşındım yani itiraf ediyorum. Benimkinin yanına da yazmışlar "beyaz şarapla pişirilmiş" diye. Peeeeeh, yesinler beyaz şarabınızı. Geldi penne makarnalar (pigme cinsi, bildiğimiz o büyük penne de değil), benim deniz mahsulleri üstünde duruyor, pardon durur gibi yapıyor, sanırım yanında olta da vereceklerdi ki , hadi rasgele deyip atayım oltamı, bekleyeyim artık 2-3 saat 1 tane karides parçası çıkacak diye. Epey bir karıştırdım makarnanın içini, oltaya ne gelen var, ne de giden. Bol domates parçası (parça diyorum dikkat, maksat zengin dursun), bol o iğrenç kapari, yeşil biber, tuzlu salçayı, kaktır içine acı-sosu, bi de serp unuttuğunu sandığın tuzu 3 kez. ve en sonda da assolist 3 adet karides parçası (dikkat edin 3 adet karides demiyorum, 1 adet çimçimi böl 3'e, koy benim tabağıma, kaktır gitsin)
O kadar acıkmışım ki, koca bir çatalı daldırdım makarnaya, karıştırdım karıştırdım karides yok, güldüm hınzırca, iğne fazla beklenti içine girme dedim kendi kendime, bak hep bunu yapıyorsun sonra duvara tosluyorsun, olduğu gibi kabul et bazı şeyleri" dedim... nafile. ağzıma aldığım anda salçalı karışımı, kulaklarımdan, burnumdan ve ağzımdan ateşler çıkmaya başladı. Yandım anaaam diye bağırdım. Hayatımda acı biber fıçısına düşmüş bir makarnadan daha kötüsü nedir? Nedir Nedir diye bağırın lütfen... Acı fıçısının üstüne bir de tuz fıçısına düşmüş bir makarna çalışmasıdır ki feci bir deneyim. Can havliyle ortadaki yengeç bacağına sarıldım (denize düşen yılana saırılır misali); tabağın ortasına da kelebek kondurmuşlar; çanak içine sos koymuşlar. Tereddütsüz yengeci soktum o serin sosun içine, serin sularda yüzmek misali. Yandım anaaamm, nasılsa bu sos da berbat acı. Eşim garsonu çağırdı, ben yanıyorum, 1 kova su içtim gözlerim yaşardı. Garson geldi ve işte benim rezil olmam bundan sonra başladı...
Dırı nı nıımmmm. Burdan sonrası intikam soğuk yenen bir yemektir sonucuyla bağlanacak olan final sahneleri:
Garson gelir, ben garsona "he dö hödö hedö" şeklinde derdimi anlatırım. Aşağıda okuyacaklarınız önce garson sonra da oranın işletmecisi hanfendinin saçmalamalarıdır. Lütfen ayarlarınızla oynamayınız.
Garson (bundan böyle G olarak anılacaktır. Ben T.İ.'yim, işletmeci bayan; İ diye yazılacaktır, ayarlarınızla oynamayın)
G: hanfendi acı ve tuzlu olmasına imkan yok.
T.İ: acı bu beyfendi, bakın içinde gram deniz mahsülü olmamasına bile takık değilim, bu kadar acı ve tuzu niye koyuyorsunuz
G: hanfendi hafif acılıdır bu deniz mahsüllü makarnalar
T.İ: ben bunu nerden bilebilirim, yani size göre hafif acılı olan şey bana göre bu kadar acı olursa benim ne yapmam gerekir?
G: höö? bakın alın size menü, işte bakın hafif acılı diyor, yazmışız burda hala vır vır dır dır,
T.İ: beyfendi yazmış olabilirsiniz ama hafif acılı demek, berbat acı ve de tuzlu mu demek. yiyemem ben bunu alın tabağı değiştirin, istemiyorum ben bu zehir gibi tuzlu ve acı yemeği (bakın bu muhabbet 5 dakka sürdü, masadakiler yedi bitirdi yemeklerini, garson hala pardon diyip almıyor). Bu arada işletmeci bayan girdi sahneye. asıl burdan sonrası "PES"...
İ: buyrun hanfendi bişey mi çıktı?
T.İ: hayırbişey çıkmadı ama yediğim deniz mahsüllü penne berbat. hem çok acı hem de acaip tuzlu.
İ: hanfendi hafif acılı yazıyor menüde.
T.İ: anlatamıyorum galiba, acı kavramında hafif-orta-çok sıfatlamalarını tanımlamanız neye göre acaba? yandım ben burda hanfendi. hadi onu bırakın, çok tuzlu bu. zehir gibi. (bekleyin dumur geliyor)
İ: deniz mahsülleri tuzlu olur, dondurulmuş oluyor bunlar, tuzla donduruluyor
T.İ: hö?
İ: karidesler, ahtapotlar tuzlanır dondurulur... (bir yaşıma daha girdim, eeee? anlat bakalım, sanki tuzlu balık istedim reciste)
T.İ: hanfendi doldurmuşsunuz kapariyi içine, tuz zehiri o da
İ: kapari de tuzludur ve tuzda bekletilir
T.İ: hıııı, yaaaa, öyle mi? allah allah, enteresann... (şimdi dalıcam ama misafirlere ayıp olacak, biri beni durdursun yahu, ya da alsanıza şu tabağı önümden, 2 saat bana had bildirmeye çalışacağınıza)
İ: hödö hedö, hödö
T.İ: hanfendi ben bunu beğenmedim berbat, alın istemiyorum bunu ben, yarım saattir aynı sularda dolanıyoruz, değiştirin, bu kadar zor mu?
aradan zaman geçer, ben istemem artık 1 şey dedim, ısrar etti eşim, yeni bir makarna denemesi. yesene kıymalı makarna be kadın. yok bu sefer de rokforlu istettim.
geldi haşlak makarna, üstüne löök diye elle ezilmiş topak şeklinde 3 adet rokfor parçası koymuşlar getirdiler önüme. arkadaşlar şöyle kremalı, soslu bir makarna yemek istemek hakkım değil miydi benim? fırrrk. kös kös yedim çakma çökelek kırıntılı makarnayı. işletmeci bayan geldi masamıza yine. bana dönüp:
İ: hanfendi mutfaktaki arkadaşlar tattı sizin makarnayı (muhtemelen o salça boca edilmiş makarnayı elleriyle yapan zat-ı dingil), gayet güzel dediler (pardon sahip, sıçmışım makarnayı ben bilememişim, köyde de deniz mahsüllü penne mi yirdim, aha işte boca ettim acıyı mı diycekti), acısı da tuzu da normal, neyi beğenmediniz hayret ettik doğrusu! ben kısa kestim
T.İ: tamam hanfendi, benim ağzımın tadı yok, sizin makarna gayet güzel ama ben bilmiyorum demek ki nasıl bir şey bu deniz mahsüllü makarna dedim
İ: deniz mahsüllü makarna böyle yapılır dedi ve uzaklaştı.
Bakın bir pardon hemen değiştirelim demek bu kadar mı zordur? ben bunu sorguluyorum şuanda. Ne kadar zor olabilir müşteriden özür dilemek ve olayı uzatmamak?
aradan zaman geçti, ortaya bir tabak ağzımızın tatlanması için browni getirdiler. ne kadar inceler değil mi? çay alır mıydınız diye sormaları da inanın o kadar etkileyiciydi, sevincimden ağlayacaktım. Hesabı istedi eşim, bekledim ki, müşteri memnuniyetini ön plana tutan bir yerse, o acı ve tuz fıçısına düşmüş ve geri gönderilmiş makarnayı hesaba dahil etmemişlerdir..
Heyhaaat, hasaba baktım yemediğim makarnayı hesaba afiyetle kaktırmışlar. Yuuuh dedik hepimiz, o kıçı kırık makarnayı hesaba eklemişler. Yersen! Eşim dedi ki şu browniyi eklememişsiniz, onu da ödeyelim, yemediğimiz şeyi eklemişsiniz, bunu da ekleyelim lütfen dedi. garson efendi büyük bir gururla bu ikram beyfendi dedi. kaçarcasına uzaklaştık ordan. sinirlendik, dayak mı yedim, makarna mı anlamadım, överek getirdiğimiz misafirlerimize rezil olduk. bir daha mı neyin nasıl yapılacağını bilmeyen yere gitmek tövbeeee. elveda recis.
yaşasın restoran eleştirmenliği. bundan böyle T.İ olarak restoran-kafe ajanı olarak yeni adalet neferiniz olmaya gayret edeceğim. Pabucumun kafeleri, restoranları size sesleniyorum. Korkun benden. Bitti!
Başlık ve ara başlıktan da anlaşılacağı gibi dumanı üstünde bir yazıdır bu. Henüz orda yediğim yemekler değil, körfezi boylamak, midemde öğütülmeye bile başlamamıştır. Bu akşam iş çıkışı, eşimle, kayınvalidem, görümcem ve kızıyla alsancakta buluştuk Reyhan'da. Ordan sonra yürümek zor geldi uzağa (yürümeyi g.t.m.z yemedi daha doğrusu), biz onları överek Recis cafeye götürdük. Tabiki orda kepaze olacağımı bilseydim hiç öeverk oraya gidermiydik!
Neyse gittik, verdik siparişleri oturduk dışarda. Ben af buyrun kıl ve gıcık bir sosyopat olduğum için menünün ilk sayfasına yapıştırılmış deniz mahsüllü özel (!) menüden bir penne istedim. Recisin kapasitesini biliyorsun, "Paper moon" mu sandın orayı? Yoksa Miami'de yediğin Bay Side'daki "Scandal" restoran mı? Yoksa Avrupa'nın alalade bir kıçı kırık kafesi de olsa; müşteri her zaman haklıdır politikasıyla yola çıkan adam gibi bir yer mi sandın? Öküz iğne! Sonuçta gittiğimiz yer belli, ne bekliyorsun ki?
Neyse, ortaya af buyrun yine benim öküzlüğüm yengeç bacağı pane de istedik (denizden babam çıksa yerim ben, ne yapayım?) benim dışımda herkes de normal şeyler yedi. Ben kaşındım yani itiraf ediyorum. Benimkinin yanına da yazmışlar "beyaz şarapla pişirilmiş" diye. Peeeeeh, yesinler beyaz şarabınızı. Geldi penne makarnalar (pigme cinsi, bildiğimiz o büyük penne de değil), benim deniz mahsulleri üstünde duruyor, pardon durur gibi yapıyor, sanırım yanında olta da vereceklerdi ki , hadi rasgele deyip atayım oltamı, bekleyeyim artık 2-3 saat 1 tane karides parçası çıkacak diye. Epey bir karıştırdım makarnanın içini, oltaya ne gelen var, ne de giden. Bol domates parçası (parça diyorum dikkat, maksat zengin dursun), bol o iğrenç kapari, yeşil biber, tuzlu salçayı, kaktır içine acı-sosu, bi de serp unuttuğunu sandığın tuzu 3 kez. ve en sonda da assolist 3 adet karides parçası (dikkat edin 3 adet karides demiyorum, 1 adet çimçimi böl 3'e, koy benim tabağıma, kaktır gitsin)
O kadar acıkmışım ki, koca bir çatalı daldırdım makarnaya, karıştırdım karıştırdım karides yok, güldüm hınzırca, iğne fazla beklenti içine girme dedim kendi kendime, bak hep bunu yapıyorsun sonra duvara tosluyorsun, olduğu gibi kabul et bazı şeyleri" dedim... nafile. ağzıma aldığım anda salçalı karışımı, kulaklarımdan, burnumdan ve ağzımdan ateşler çıkmaya başladı. Yandım anaaam diye bağırdım. Hayatımda acı biber fıçısına düşmüş bir makarnadan daha kötüsü nedir? Nedir Nedir diye bağırın lütfen... Acı fıçısının üstüne bir de tuz fıçısına düşmüş bir makarna çalışmasıdır ki feci bir deneyim. Can havliyle ortadaki yengeç bacağına sarıldım (denize düşen yılana saırılır misali); tabağın ortasına da kelebek kondurmuşlar; çanak içine sos koymuşlar. Tereddütsüz yengeci soktum o serin sosun içine, serin sularda yüzmek misali. Yandım anaaamm, nasılsa bu sos da berbat acı. Eşim garsonu çağırdı, ben yanıyorum, 1 kova su içtim gözlerim yaşardı. Garson geldi ve işte benim rezil olmam bundan sonra başladı...
Dırı nı nıımmmm. Burdan sonrası intikam soğuk yenen bir yemektir sonucuyla bağlanacak olan final sahneleri:
Garson gelir, ben garsona "he dö hödö hedö" şeklinde derdimi anlatırım. Aşağıda okuyacaklarınız önce garson sonra da oranın işletmecisi hanfendinin saçmalamalarıdır. Lütfen ayarlarınızla oynamayınız.
Garson (bundan böyle G olarak anılacaktır. Ben T.İ.'yim, işletmeci bayan; İ diye yazılacaktır, ayarlarınızla oynamayın)
G: hanfendi acı ve tuzlu olmasına imkan yok.
T.İ: acı bu beyfendi, bakın içinde gram deniz mahsülü olmamasına bile takık değilim, bu kadar acı ve tuzu niye koyuyorsunuz
G: hanfendi hafif acılıdır bu deniz mahsüllü makarnalar
T.İ: ben bunu nerden bilebilirim, yani size göre hafif acılı olan şey bana göre bu kadar acı olursa benim ne yapmam gerekir?
G: höö? bakın alın size menü, işte bakın hafif acılı diyor, yazmışız burda hala vır vır dır dır,
T.İ: beyfendi yazmış olabilirsiniz ama hafif acılı demek, berbat acı ve de tuzlu mu demek. yiyemem ben bunu alın tabağı değiştirin, istemiyorum ben bu zehir gibi tuzlu ve acı yemeği (bakın bu muhabbet 5 dakka sürdü, masadakiler yedi bitirdi yemeklerini, garson hala pardon diyip almıyor). Bu arada işletmeci bayan girdi sahneye. asıl burdan sonrası "PES"...
İ: buyrun hanfendi bişey mi çıktı?
T.İ: hayırbişey çıkmadı ama yediğim deniz mahsüllü penne berbat. hem çok acı hem de acaip tuzlu.
İ: hanfendi hafif acılı yazıyor menüde.
T.İ: anlatamıyorum galiba, acı kavramında hafif-orta-çok sıfatlamalarını tanımlamanız neye göre acaba? yandım ben burda hanfendi. hadi onu bırakın, çok tuzlu bu. zehir gibi. (bekleyin dumur geliyor)
İ: deniz mahsülleri tuzlu olur, dondurulmuş oluyor bunlar, tuzla donduruluyor
T.İ: hö?
İ: karidesler, ahtapotlar tuzlanır dondurulur... (bir yaşıma daha girdim, eeee? anlat bakalım, sanki tuzlu balık istedim reciste)
T.İ: hanfendi doldurmuşsunuz kapariyi içine, tuz zehiri o da
İ: kapari de tuzludur ve tuzda bekletilir
T.İ: hıııı, yaaaa, öyle mi? allah allah, enteresann... (şimdi dalıcam ama misafirlere ayıp olacak, biri beni durdursun yahu, ya da alsanıza şu tabağı önümden, 2 saat bana had bildirmeye çalışacağınıza)
İ: hödö hedö, hödö
T.İ: hanfendi ben bunu beğenmedim berbat, alın istemiyorum bunu ben, yarım saattir aynı sularda dolanıyoruz, değiştirin, bu kadar zor mu?
aradan zaman geçer, ben istemem artık 1 şey dedim, ısrar etti eşim, yeni bir makarna denemesi. yesene kıymalı makarna be kadın. yok bu sefer de rokforlu istettim.
geldi haşlak makarna, üstüne löök diye elle ezilmiş topak şeklinde 3 adet rokfor parçası koymuşlar getirdiler önüme. arkadaşlar şöyle kremalı, soslu bir makarna yemek istemek hakkım değil miydi benim? fırrrk. kös kös yedim çakma çökelek kırıntılı makarnayı. işletmeci bayan geldi masamıza yine. bana dönüp:
İ: hanfendi mutfaktaki arkadaşlar tattı sizin makarnayı (muhtemelen o salça boca edilmiş makarnayı elleriyle yapan zat-ı dingil), gayet güzel dediler (pardon sahip, sıçmışım makarnayı ben bilememişim, köyde de deniz mahsüllü penne mi yirdim, aha işte boca ettim acıyı mı diycekti), acısı da tuzu da normal, neyi beğenmediniz hayret ettik doğrusu! ben kısa kestim
T.İ: tamam hanfendi, benim ağzımın tadı yok, sizin makarna gayet güzel ama ben bilmiyorum demek ki nasıl bir şey bu deniz mahsüllü makarna dedim
İ: deniz mahsüllü makarna böyle yapılır dedi ve uzaklaştı.
Bakın bir pardon hemen değiştirelim demek bu kadar mı zordur? ben bunu sorguluyorum şuanda. Ne kadar zor olabilir müşteriden özür dilemek ve olayı uzatmamak?
aradan zaman geçti, ortaya bir tabak ağzımızın tatlanması için browni getirdiler. ne kadar inceler değil mi? çay alır mıydınız diye sormaları da inanın o kadar etkileyiciydi, sevincimden ağlayacaktım. Hesabı istedi eşim, bekledim ki, müşteri memnuniyetini ön plana tutan bir yerse, o acı ve tuz fıçısına düşmüş ve geri gönderilmiş makarnayı hesaba dahil etmemişlerdir..
Heyhaaat, hasaba baktım yemediğim makarnayı hesaba afiyetle kaktırmışlar. Yuuuh dedik hepimiz, o kıçı kırık makarnayı hesaba eklemişler. Yersen! Eşim dedi ki şu browniyi eklememişsiniz, onu da ödeyelim, yemediğimiz şeyi eklemişsiniz, bunu da ekleyelim lütfen dedi. garson efendi büyük bir gururla bu ikram beyfendi dedi. kaçarcasına uzaklaştık ordan. sinirlendik, dayak mı yedim, makarna mı anlamadım, överek getirdiğimiz misafirlerimize rezil olduk. bir daha mı neyin nasıl yapılacağını bilmeyen yere gitmek tövbeeee. elveda recis.
yaşasın restoran eleştirmenliği. bundan böyle T.İ olarak restoran-kafe ajanı olarak yeni adalet neferiniz olmaya gayret edeceğim. Pabucumun kafeleri, restoranları size sesleniyorum. Korkun benden. Bitti!
Pazartesi, Şubat 18, 2008
İstanbul, İstanbul Olalı Böyle İğne Görmedi
Haftasonu İstanbul'daydım. Anasını sattığımın memleketi, meteorolojinin uyarılarına rağmen sen kalk İstanbul'a güzelim İzmir'i bırakıp git. Beter ol de mi? Aslında mecburiyetten tabi. Bir üniversite'nin konferansına konuşmacı olarak davet edildik. 3 kişi mecbur gideceğiz. Hava nasıl dedik İstanbul'dakilere, güzel dediler. Bu mudur yani sizin güzellikten algıladığınız? Ama soğuk üstünüze kalın şeyler alın dediler. Altımda anneannemin kalın donlarına benzer bir paçalı don, üstüne 2 külotlu çorap, yetmedi yün şoşet çorap, pantalon (zor kapandı o kadar alt parçayı giyince), yün atlet, 2 kazak, yetmedi, yün ceket, yetmedi takım elbisenin ceketi, üstüne manto, atkı ve bere. ve işte havaalanı işkencesi. son bipleyenin saat olduğunu anladığımızda, adm havaalanı sapığına çıkacaktı neredeyse. Soyuna soyuna striptizci haline geldim, arkada uzun kuyruklar oluştu, çıkar çıkar bitmiyor. Hadi İzmir'de öterken çıkarttım kimse bişey demez, ne de olsa "Gavur İzmir" değil mi? (saygılar RT)... Çıkarttıklarımı tekrar giyip 3 kez kontrolden sonra uçağa binince, üstündekileri çıkartmak gerekti, malum mabad sığamadı koltuğa. Başladım yine mantoyu çıkar, ceketi çıkar, yün ceketi çıkar. offf şiştim doğrusu. İstanbula indik de dışarı çıkınca acı gerçek yüzüme vurdu.
Kardan bahsediyorum. Çenemin hiç durmamasıyla ilgili sürekli ağzım açık oluna yedim karları bi güzel. Ağzım burnum gözüm kaşım kar oldu. Uçaktaki sallantıları bahsetmiyorum çünkü dönüş tam anlamıyla Lost dizisi uçak içi performansı gibiydi. Üniversiteye gittik, kar manzarasında konferansı verdik, akşam bir embesil gibi sokakta yürümeye çalıştım.
1. karda yürümek konusunda sıfır deneyim
2.üzerimdeki kat kat giysiler sebebiyle hareket edememe
3. hakikatten kayan asfalt
4.topuklu çizmeler
5.sakar t.iğne
6.rakı (saygılar RT)
pazar günü daha berbattı. meteorolji halen sakın sokağa çıkmayın ve hatta seyahat planlarınız varsa iptal edin akıllı olun yoksa aklınızı alırım diyordu. Heyhaaat, mecburum güzel izmirime dönmem lazım benim. Tek kelimeyle dönüşü söylüyorum: BERBAT'tı. İStanbul havaalanında zor girdik saatlerce yollardaydık, oysaki havaalanı dışındaki kavşaktaydık. İçeri girmemiz saatler aldı. Hadi girdik içeri. Be insaf, burada her yerim öttü. Çizmelerimi bile çıkarttım, düşünün bir don paça kalmadığım kaldı. Ve 3 ayrı yerde 3 kez striptiz yapmak zorunda kaldım. En son yanımda arkadaşım çıplak botları koyvermiş, çıplak yürümeye başlamıştı. heryerde çıkartılır mı herşey? Orası ayrı bir konu da benim için asıl eziyet her seferinde üst baş çıkarmak ve o suratsız nursuz güvenlik elemanlarının höt zötüne maruz kalmaktı. Yahu sanki görevi uçmak için orda bulunan vatandaşlara "ben sana şimdi bir uçarsam, görürsün" şeklinde bir görevlendirmeleri var gibilerdi. Haspaların bir dövmediği kaldı vatandaşı. Beni de tabi ki. Erkekleri de aynı nevaleydi. Hani yetki versen, seni oracıkta allah ne verdiyse, dövecekler...
En son çizmeleri çıkardığımda, koyverip herşeyi çıkaracaktım da, orası istanbul, ne olur ne olmaz dedim :)) (araya sosyal içeriği de attırıvereyim bari)
Ve havada.... Gidiyorduk dostlar. Hayır İzmire değil, öbür tarafa. allahtan kat kat giyiniktim de, bir yerlere düşseydik, hiç değilse kameralara rezil olmayacaktım. Şaka bir yana, hayatımın en bedbaht yolculuğuydu. Saatlerce havada dolandık durduk, inmek bilemedik, çığlıklar, kusmalar, dualar, patırtılar, çatırtılar, vertigosu tutan İğne, kısmi felç olup eklemlerini ağzı dahil hareket ettiremeyen İğne (yeminle doğru söylüyorum)... Lost'u seyredersen olacağı budur salak İğne. Velhasıl güzel memleketime döndüm. İptalim. Sevgiler
Kardan bahsediyorum. Çenemin hiç durmamasıyla ilgili sürekli ağzım açık oluna yedim karları bi güzel. Ağzım burnum gözüm kaşım kar oldu. Uçaktaki sallantıları bahsetmiyorum çünkü dönüş tam anlamıyla Lost dizisi uçak içi performansı gibiydi. Üniversiteye gittik, kar manzarasında konferansı verdik, akşam bir embesil gibi sokakta yürümeye çalıştım.
1. karda yürümek konusunda sıfır deneyim
2.üzerimdeki kat kat giysiler sebebiyle hareket edememe
3. hakikatten kayan asfalt
4.topuklu çizmeler
5.sakar t.iğne
6.rakı (saygılar RT)
pazar günü daha berbattı. meteorolji halen sakın sokağa çıkmayın ve hatta seyahat planlarınız varsa iptal edin akıllı olun yoksa aklınızı alırım diyordu. Heyhaaat, mecburum güzel izmirime dönmem lazım benim. Tek kelimeyle dönüşü söylüyorum: BERBAT'tı. İStanbul havaalanında zor girdik saatlerce yollardaydık, oysaki havaalanı dışındaki kavşaktaydık. İçeri girmemiz saatler aldı. Hadi girdik içeri. Be insaf, burada her yerim öttü. Çizmelerimi bile çıkarttım, düşünün bir don paça kalmadığım kaldı. Ve 3 ayrı yerde 3 kez striptiz yapmak zorunda kaldım. En son yanımda arkadaşım çıplak botları koyvermiş, çıplak yürümeye başlamıştı. heryerde çıkartılır mı herşey? Orası ayrı bir konu da benim için asıl eziyet her seferinde üst baş çıkarmak ve o suratsız nursuz güvenlik elemanlarının höt zötüne maruz kalmaktı. Yahu sanki görevi uçmak için orda bulunan vatandaşlara "ben sana şimdi bir uçarsam, görürsün" şeklinde bir görevlendirmeleri var gibilerdi. Haspaların bir dövmediği kaldı vatandaşı. Beni de tabi ki. Erkekleri de aynı nevaleydi. Hani yetki versen, seni oracıkta allah ne verdiyse, dövecekler...
En son çizmeleri çıkardığımda, koyverip herşeyi çıkaracaktım da, orası istanbul, ne olur ne olmaz dedim :)) (araya sosyal içeriği de attırıvereyim bari)
Ve havada.... Gidiyorduk dostlar. Hayır İzmire değil, öbür tarafa. allahtan kat kat giyiniktim de, bir yerlere düşseydik, hiç değilse kameralara rezil olmayacaktım. Şaka bir yana, hayatımın en bedbaht yolculuğuydu. Saatlerce havada dolandık durduk, inmek bilemedik, çığlıklar, kusmalar, dualar, patırtılar, çatırtılar, vertigosu tutan İğne, kısmi felç olup eklemlerini ağzı dahil hareket ettiremeyen İğne (yeminle doğru söylüyorum)... Lost'u seyredersen olacağı budur salak İğne. Velhasıl güzel memleketime döndüm. İptalim. Sevgiler
Cuma, Şubat 08, 2008
KOCA BİR YUHH DİYORUM
Selam tüm sevenlerime, nasıl özledim anlatamam.
O yuh bana yanlız, kimselere değil! Kendime koca bir YUH - OHAA - ÇÜŞ - BÜRSSTT - falan diyorum. SEBEP? Bloga son girişimin üstünden ne çok zaman geçmiş. Hiç kendime yakıştıramadım bunu. Kendimi esefle kınıyorum. Sizlerden de özür diliyorum. Konuşacak çok şey birikti. Ben yine bir sürü şeye gıcık oldum, Facebookla ilk başta aldattım sizi itiraf ediyorum, ama ona da 2 aydır girmiyorum, ne bileyim, bütün gün işte yüzbin tane makale falan okuyunca, gözlerim z. beyaz hoca'ya benzedi, küçüldü falan.
Neyse z. beyaz hoca derken aklıma geldi; hocam yine çok güzel bir laf etmiş, ben de aynen katılıyorum ve sözü böyle işte balla kesiyorum:
"Bir parça bezde kutsallık aranacaksa, en kutsal bez, don'dur"
not: Valla artık burdayım, tükkana geri döndüm. öperim hepinizi.
O yuh bana yanlız, kimselere değil! Kendime koca bir YUH - OHAA - ÇÜŞ - BÜRSSTT - falan diyorum. SEBEP? Bloga son girişimin üstünden ne çok zaman geçmiş. Hiç kendime yakıştıramadım bunu. Kendimi esefle kınıyorum. Sizlerden de özür diliyorum. Konuşacak çok şey birikti. Ben yine bir sürü şeye gıcık oldum, Facebookla ilk başta aldattım sizi itiraf ediyorum, ama ona da 2 aydır girmiyorum, ne bileyim, bütün gün işte yüzbin tane makale falan okuyunca, gözlerim z. beyaz hoca'ya benzedi, küçüldü falan.
Neyse z. beyaz hoca derken aklıma geldi; hocam yine çok güzel bir laf etmiş, ben de aynen katılıyorum ve sözü böyle işte balla kesiyorum:
"Bir parça bezde kutsallık aranacaksa, en kutsal bez, don'dur"
not: Valla artık burdayım, tükkana geri döndüm. öperim hepinizi.
Pazar, Kasım 04, 2007
İstiyorum
Geçen gün grip oldum, iptal olan koca bir hafta, koca bir iş planı, doktorun yazdığı tüm ilaçları içmeye kalkınca, gastritten yıllardır çeken mideme aşırı doz ilaç yüklemesi, sürekli yanan bir mide, ilaçların başka yan etkisi, evde hapis olma, kırmızı ve soyulan bir burun, kendini kara-sarı bir suratla ve bakımsızlıktan dökülen bir iğne olarak beğenmeme, ota boka ağlama gibi tuhaf bir halde buldum...
Elimiz mahkum burun kıvırdığım o salak kadın programlarını seyrederken buldum. Ha haa haaaa ay ne salak program onlar. Neler neler keşfettim... Be kadınlar be can'ım hemcinslerim, siz kafayı mı yediniz, işiniz gücünüz yok mudur sizin, evde çoluğu çocuğu bırakmış, başka sorunlarınız yokmuş gibi gerzek gerzek tv'deki bu abuk programlara katılıp ellerde pullu mendiller, sahnedeki denyonun kakafonik şarkılarına eşlik edip göbek atarsınız?
Büyük sanatçı (!) petek hanımın bir programı var. şimdi dekoru söylüyorum size: ihtişamlı avize, kırmızı kadife koltuk, şamdanlar, varak'lı aynalar, kostüm desen facia. sabahın kör vakti assolist tuvaleti, koca bir topuz, ağır makyaj, o kadar uzun kabarık bir tuvalet giymiş ki adım atmakta zorlanıyor. Konuklara gelince; nerden buldun o kadar kel alaka insanı bir arada? çok mu aradın be kadın? detoks uzmanı bir doktor, BBG evinden çıkan ağzından salyalar akıta akıta evdekilere çemkiren bir dumur insanı, yeni kasedi çıkmış ama kim olduğu meçhul bir denyo, kocası tarafından aldatılmış ebleh bir kadın, bir türkücü ve araya canlı bağlantılar (muhtemelen BBG evindeki diğer işsiz güçsüz tiplemeler, aldatılan kadının komşusu, türkücünün ilkokul arkadaşı, peteğin ebesi falan) petekcik yürüyemiyor eteklerinin uzunluğundan ve kabarıklığından. e hani ne güzel aldatılan kadınla kuması birbirine girmişti... şimdi arım balım peteğim adlı şarkısının sırası mı? aaaa aaaa, kadınların elinde pullu mendiller hepsi başladılar göbek atmaya, e hani temin siz fırk fırk ağlıyordunuz kadının başına gelenlere? aaaa detokscu doktor da el çırpıyor..
zappppp.. bakalım bu kanalda ne varmış? sabahların sultanında tek fark, kosla oxi ekşının tanıtım hostesi kendine ayrılan sahnede pür-ü pak bembeyaz gömleğin içine edip leş hale getirdi, sonra oxi- ekşın dök bakalım, çıkar mı? (çıkmıyor arkadaşlar, denedim, koca bir yalan...öyle içine sokup çıkartınca çıkmıyor işte...) neyse bu sefer mutfak robotu tanıtımcısı kız çıktı allah allah, seyirci kadınların elinde gene o pullu mendiller var, sanırım mutfak robotu tanıtımında bile halay çekecekler. sabahların sultanı yüzüne neşter değmediğini, anadan doğma estetiksiz güzelliğini iddia ede dursun, kadınlar başladı sultanı mıncıklamaya, töbe töbeeee. ben uzayayım dedim başka kanala (ateşim mi çıktı ne?)
zappp.. anaaaa dobra dobraaa... kadına bak "kobra kobra" diyesi geliyor insanın. korktum vallahi. ekşın istedi canım hani bu programda kavga ve ünlülerin ipliği pazara çıkıyordu? kobra kobra programındaki kadınla saz arkadaşı erkek sunucu olmuş süt dökmüş kedi... konuklarda bilumum ünleri yitmiş "luusır " tabir edilen yitik şöhretler..kavga bekledim tık yok. sıkıldım bundan da...
zapppp... anaaaa bir bu kusur kalmıştı yemek programı yapmayan! raşitik eski manken yeni sosyetik, hamilelikte kividen başka bişey yemeyen 32 bedencik kıskanılası insan... mutfakta yemek tarifi veriyor... 2 avakadoyu alıp içini oyun.... ee gitti avakado! be kadın içindekileri neden atıyorsun belki mücver falan yapardın? kuru kabuk kaldılar. benim anam mücver yapar kabakların içini oyunca.. tüü allah seni halk düşmanı seni), neyseee, avakadoların içine trüff mantarı, krema ve parmesan koyun. ben bazen ricotta peyniri de koyuyorum, ama bulamazsanız parmesan koyun.. (be anacım ananın evinde de ricotta mı yiyordun? bak mis gibi kaşar var.. hem kaşar; ismi tanıdık geldi mi sana? K-A-Ş-A-R.... ayıptır söylemesi böyle bir tabir de vardır güzel türkçemizde.. Anladın sen onu!)
Ben bir tylol-hot daha alayım, fenalaştım mı ne? bakalım başka kanalda ne var?
ayy inanmıyorum "siz mutlu ben mutlu, o halde olalım ler. mutlu" diye bi ismi olan (ya da onun gibi) bir başka salak program... o sırtlana benzeyen kadın var, benzer dekor, benzer lavuk konuklar, aa bu elinde pullu mendiller göbek atan kadın az evvel sabahların sultanında yaprak sarması yemiyor muydu? sanırım benim ateşim iyice çıktı halüsünasyon görüyorum..
Zappp... E bu ne? itirazım var isminde bir program saçmalaması daha! en sevdiğim komedi dizilerinden biri olan tatlı hayatın delişmen hizmetçisi, ki bence çok iyi bir tiyatrocu olan asuman hanım sunucu.. haydaaa fıs fıs ismailin ne işi var? hangi sıfatla hangi yorumları yapıyor? ziyan bir aileyi almışlar ortaya, dolma yiyen kadının yanında oturan kadın da bu tarafa teşrif etmiş. Çıldıracağım? Vitamin al iğne hemen, sirkeli su yap başına, halüsünasyon fena oldum. Zİyan ailenin bir sorunu var. 55-60 yaşlarında bir teyze, varil gibi olmuş gözlüklü peruze saçlı klasik bir tv seyircisi profili. mahkeme salonu gibi bir dekorda ayakta duruyorlar. jüri üyeleri var fısfıs ismail de jüri başkanı sanırım, car car höykürüyor kadına. kadının yanında da çıtır bir entel sakallı kara yağız bir yurdum insanı, yaşı 22 ya var ya yok.. karşı tarafta da 2 genç ayakta. kadının çocuklarıymış meğersem. kız 20, oğlan 22 falan... annelerinin o çıtırla evlenmesini istemiyorlar, kadın da son deminde azmış, evlenirim size ne? mal benim mülk benim, herifin de üstüne yaparım, size yeterince baktım karışmayın benim hayatıma diyor... fısfıs kan-ter içinde höykürerek adama bağırıyor, jigolunun suratına tükürüyor, dolmacı teyzenin yan koltukta göbek atan arkadaşı almış mikrofonu eline, kadının oğluna abuk bir soru soruyor...kadının 2 zebil olmuş evladı oracıkta öldü ölecek. asuman hanım da çocuklara r. muhtar tarzı sorular sorarak kızın verdiği cevabı beklemeden "senn. kızım..sen..çık dışarı. ne biçim cevap verdin öyle" dedi kızı attı stüdyodan.. seyircilerden biri börek ısırdı haaart diye, acıktı sanırım, diğeri elindeki pullu mendili sağa sola sallayarak olmayan müziğe eşlik etmeye çalıştı. sanırım kadınların hatları karıştı.
offff benim de iyice karıştı.. şimdi trüf mantarlı avakadoyu sabahların sultanına kim yedirmeye kalktı, petek hangi konuğuna tükürdü, lerzan stüdyoda dolma mı sardı, ebru yemek programında pullu mendil mi dağıttı, detoksçu doktor kaset mi çıkarttı? dobra dobranın sunucuları BBG'ye mi katıldı? fısfıs ismail kosla oxi ekşın mı fışkırttı adamın üstüne?
ay yyyook yook ben sanırım havale geçiriyorum.. canım da ricottalı mücver istedi, avakadolu da dolma istiyorum, elimde pullu mendillerle halaylar eşliğinde stüdyoya konuk olarak gelmek, detoks doktorla ellerimi birleştirip pullu mendillerimizle bir sağa bir sola salınmak ve bu programları yapanlara tükürmek istiyorum.
Elimiz mahkum burun kıvırdığım o salak kadın programlarını seyrederken buldum. Ha haa haaaa ay ne salak program onlar. Neler neler keşfettim... Be kadınlar be can'ım hemcinslerim, siz kafayı mı yediniz, işiniz gücünüz yok mudur sizin, evde çoluğu çocuğu bırakmış, başka sorunlarınız yokmuş gibi gerzek gerzek tv'deki bu abuk programlara katılıp ellerde pullu mendiller, sahnedeki denyonun kakafonik şarkılarına eşlik edip göbek atarsınız?
Büyük sanatçı (!) petek hanımın bir programı var. şimdi dekoru söylüyorum size: ihtişamlı avize, kırmızı kadife koltuk, şamdanlar, varak'lı aynalar, kostüm desen facia. sabahın kör vakti assolist tuvaleti, koca bir topuz, ağır makyaj, o kadar uzun kabarık bir tuvalet giymiş ki adım atmakta zorlanıyor. Konuklara gelince; nerden buldun o kadar kel alaka insanı bir arada? çok mu aradın be kadın? detoks uzmanı bir doktor, BBG evinden çıkan ağzından salyalar akıta akıta evdekilere çemkiren bir dumur insanı, yeni kasedi çıkmış ama kim olduğu meçhul bir denyo, kocası tarafından aldatılmış ebleh bir kadın, bir türkücü ve araya canlı bağlantılar (muhtemelen BBG evindeki diğer işsiz güçsüz tiplemeler, aldatılan kadının komşusu, türkücünün ilkokul arkadaşı, peteğin ebesi falan) petekcik yürüyemiyor eteklerinin uzunluğundan ve kabarıklığından. e hani ne güzel aldatılan kadınla kuması birbirine girmişti... şimdi arım balım peteğim adlı şarkısının sırası mı? aaaa aaaa, kadınların elinde pullu mendiller hepsi başladılar göbek atmaya, e hani temin siz fırk fırk ağlıyordunuz kadının başına gelenlere? aaaa detokscu doktor da el çırpıyor..
zappppp.. bakalım bu kanalda ne varmış? sabahların sultanında tek fark, kosla oxi ekşının tanıtım hostesi kendine ayrılan sahnede pür-ü pak bembeyaz gömleğin içine edip leş hale getirdi, sonra oxi- ekşın dök bakalım, çıkar mı? (çıkmıyor arkadaşlar, denedim, koca bir yalan...öyle içine sokup çıkartınca çıkmıyor işte...) neyse bu sefer mutfak robotu tanıtımcısı kız çıktı allah allah, seyirci kadınların elinde gene o pullu mendiller var, sanırım mutfak robotu tanıtımında bile halay çekecekler. sabahların sultanı yüzüne neşter değmediğini, anadan doğma estetiksiz güzelliğini iddia ede dursun, kadınlar başladı sultanı mıncıklamaya, töbe töbeeee. ben uzayayım dedim başka kanala (ateşim mi çıktı ne?)
zappp.. anaaaa dobra dobraaa... kadına bak "kobra kobra" diyesi geliyor insanın. korktum vallahi. ekşın istedi canım hani bu programda kavga ve ünlülerin ipliği pazara çıkıyordu? kobra kobra programındaki kadınla saz arkadaşı erkek sunucu olmuş süt dökmüş kedi... konuklarda bilumum ünleri yitmiş "luusır " tabir edilen yitik şöhretler..kavga bekledim tık yok. sıkıldım bundan da...
zapppp... anaaaa bir bu kusur kalmıştı yemek programı yapmayan! raşitik eski manken yeni sosyetik, hamilelikte kividen başka bişey yemeyen 32 bedencik kıskanılası insan... mutfakta yemek tarifi veriyor... 2 avakadoyu alıp içini oyun.... ee gitti avakado! be kadın içindekileri neden atıyorsun belki mücver falan yapardın? kuru kabuk kaldılar. benim anam mücver yapar kabakların içini oyunca.. tüü allah seni halk düşmanı seni), neyseee, avakadoların içine trüff mantarı, krema ve parmesan koyun. ben bazen ricotta peyniri de koyuyorum, ama bulamazsanız parmesan koyun.. (be anacım ananın evinde de ricotta mı yiyordun? bak mis gibi kaşar var.. hem kaşar; ismi tanıdık geldi mi sana? K-A-Ş-A-R.... ayıptır söylemesi böyle bir tabir de vardır güzel türkçemizde.. Anladın sen onu!)
Ben bir tylol-hot daha alayım, fenalaştım mı ne? bakalım başka kanalda ne var?
ayy inanmıyorum "siz mutlu ben mutlu, o halde olalım ler. mutlu" diye bi ismi olan (ya da onun gibi) bir başka salak program... o sırtlana benzeyen kadın var, benzer dekor, benzer lavuk konuklar, aa bu elinde pullu mendiller göbek atan kadın az evvel sabahların sultanında yaprak sarması yemiyor muydu? sanırım benim ateşim iyice çıktı halüsünasyon görüyorum..
Zappp... E bu ne? itirazım var isminde bir program saçmalaması daha! en sevdiğim komedi dizilerinden biri olan tatlı hayatın delişmen hizmetçisi, ki bence çok iyi bir tiyatrocu olan asuman hanım sunucu.. haydaaa fıs fıs ismailin ne işi var? hangi sıfatla hangi yorumları yapıyor? ziyan bir aileyi almışlar ortaya, dolma yiyen kadının yanında oturan kadın da bu tarafa teşrif etmiş. Çıldıracağım? Vitamin al iğne hemen, sirkeli su yap başına, halüsünasyon fena oldum. Zİyan ailenin bir sorunu var. 55-60 yaşlarında bir teyze, varil gibi olmuş gözlüklü peruze saçlı klasik bir tv seyircisi profili. mahkeme salonu gibi bir dekorda ayakta duruyorlar. jüri üyeleri var fısfıs ismail de jüri başkanı sanırım, car car höykürüyor kadına. kadının yanında da çıtır bir entel sakallı kara yağız bir yurdum insanı, yaşı 22 ya var ya yok.. karşı tarafta da 2 genç ayakta. kadının çocuklarıymış meğersem. kız 20, oğlan 22 falan... annelerinin o çıtırla evlenmesini istemiyorlar, kadın da son deminde azmış, evlenirim size ne? mal benim mülk benim, herifin de üstüne yaparım, size yeterince baktım karışmayın benim hayatıma diyor... fısfıs kan-ter içinde höykürerek adama bağırıyor, jigolunun suratına tükürüyor, dolmacı teyzenin yan koltukta göbek atan arkadaşı almış mikrofonu eline, kadının oğluna abuk bir soru soruyor...kadının 2 zebil olmuş evladı oracıkta öldü ölecek. asuman hanım da çocuklara r. muhtar tarzı sorular sorarak kızın verdiği cevabı beklemeden "senn. kızım..sen..çık dışarı. ne biçim cevap verdin öyle" dedi kızı attı stüdyodan.. seyircilerden biri börek ısırdı haaart diye, acıktı sanırım, diğeri elindeki pullu mendili sağa sola sallayarak olmayan müziğe eşlik etmeye çalıştı. sanırım kadınların hatları karıştı.
offff benim de iyice karıştı.. şimdi trüf mantarlı avakadoyu sabahların sultanına kim yedirmeye kalktı, petek hangi konuğuna tükürdü, lerzan stüdyoda dolma mı sardı, ebru yemek programında pullu mendil mi dağıttı, detoksçu doktor kaset mi çıkarttı? dobra dobranın sunucuları BBG'ye mi katıldı? fısfıs ismail kosla oxi ekşın mı fışkırttı adamın üstüne?
ay yyyook yook ben sanırım havale geçiriyorum.. canım da ricottalı mücver istedi, avakadolu da dolma istiyorum, elimde pullu mendillerle halaylar eşliğinde stüdyoya konuk olarak gelmek, detoks doktorla ellerimi birleştirip pullu mendillerimizle bir sağa bir sola salınmak ve bu programları yapanlara tükürmek istiyorum.
Pazartesi, Ekim 08, 2007
Feysbuk çıktı mertlik bozuldu
Biliyorum biliyorum acaip boşladım blogumu. oysaki o benim ilk göz ağrımdı. nasıl da boşladım kendisini. özür dilerim canım blogum benim.
sizlerden de özür diliyorum, epeydir konuşamadık sizlerle, sizleri de takip edemedim...
şimdi kısaca neler oldu anlatayım:
1. okula alışma ve kendi kendime yaptığım oryantasyon çalışmaları
2. bir adet araştırmaya dayalı makale (35 sayfa ve bir arkadaşımla ortak hazırladık) (ve türkçe kaynak ne kadar az, çevir babam çevir yabancı kaynakları- oku - öğren)
3. bir adet 35 sayfalık inkilizce ders notu. bunda gene 1 tane bile türkçe kaynak yoktu, bi sürü yabancı bilimsel makale, bildiri, kitap, white papaer okundu- tabi beleş olanları) (yahu bu 35 rakamı da "Seven-7" korku filmi gibi oldu. Neysee-tırstım birden)
4. okulun akademik toplantısında bana, çenemden ötürü açılış konuşması yaptırıldı- onu hazırladım- kürsüye çıktım- basın önünde yeni gelenleri temsilen sahneye atıverdim kendimi (gerçi baktım gazetelerde, hiç benden söz etmemişler)
5. vereceğim derslerin prezantasyonlarını hazırladım
6. 2. makaleye hazırlık safhası başladı.
7. 1. makalenin aslında biraz daha sıkarsak kitap olabileceğine karar verdik ve bu sefer kısır döngü- sanırım bi de kitap yazıcaz
8. 6 ekim doğum günümdü. tas tamına 34 oldum ey ahali. hay maşallah... (beni arayan ve mesaj yollayan turkcell'e, hepsiburadacom'a, sahibindencom'a, axesscard'a, bonus'a, hsbc'ye çok teşekkür ederim)... (hediyelerim iyiydi ama ayıptır söylemesi.. oldukça karlı bir tohum günü geçirdim.)
9. kocam acaip yoğun çalışıyor her gece 11'de geliyor, özledim onu, o geldiğinde ben uyuyorum, ben giderken de sabah o uyuyor, ve malesef cumartesi pazar da dahil. bakalım ne zaman normale dönücez.. bayramın 2. ve 3. günü de çalışıyormuş. bize tatil hayal oldu yine... off ki offf. gene kös kös gidip el öpücez her gün öpülen elleri, bayram diye gene öpmesek olmaz sanki. ( bi de salak salak süslenip ev gezmesine elinde hediye torbalarıyla ve çiçekle gidip, tulumba tatlısı, yoğurt tatlısı gibi en kişiliksiz tatlıları - ve de genelde ceviz konmadan yapılması dolayısıyla iirençtirler, tam hamur topağı!- yemek zorunda bırakılmak, tanımadığın bi sürü insanı öpmek, anlamsızca 100 kişiye nasılsınız iyimisiniz- iyiyiz biz de ya siz- aynı soru-cevabı kısır döngüne girmek kadar berbat bir durum yok)
10. feysbuk çıktı, bloggerlar birbirini orda da buldu. aslıcım, gayriyecim, nefincim, kristalim,şebnemcim, elmacım bulduk birbirimizi.. (daga doğrusu ben ancak bu kadarını bulabildim, dahası vardır mutlaka). durun bakalım, orayı da halledicez yakında. şahsım adına konuşuyorum şimdilik bi halt anlamadan her gelen şeyi tıklıyorum, genelde gayriye bana hep panç atıyo,gönderdiği süpriz yumurtadan kurbağa, bonsai ağaç da büyüyünce kaktüs çıkıyo, sanırım bana bişey demeye çalışıyo, durun bakalım, bi öğreneyim göstercem ona dünyanın kaç bucak olcağını...
11. geçen postuma gelen yorumlara cevap yazamadım. biliyorum çok ayıp bişey ama hepsini tek tek okudum, herkese çok teşekkür ediyorum. artık bi dahaki sefere diyorum ve herkesi öpüyorum
sizlerden de özür diliyorum, epeydir konuşamadık sizlerle, sizleri de takip edemedim...
şimdi kısaca neler oldu anlatayım:
1. okula alışma ve kendi kendime yaptığım oryantasyon çalışmaları
2. bir adet araştırmaya dayalı makale (35 sayfa ve bir arkadaşımla ortak hazırladık) (ve türkçe kaynak ne kadar az, çevir babam çevir yabancı kaynakları- oku - öğren)
3. bir adet 35 sayfalık inkilizce ders notu. bunda gene 1 tane bile türkçe kaynak yoktu, bi sürü yabancı bilimsel makale, bildiri, kitap, white papaer okundu- tabi beleş olanları) (yahu bu 35 rakamı da "Seven-7" korku filmi gibi oldu. Neysee-tırstım birden)
4. okulun akademik toplantısında bana, çenemden ötürü açılış konuşması yaptırıldı- onu hazırladım- kürsüye çıktım- basın önünde yeni gelenleri temsilen sahneye atıverdim kendimi (gerçi baktım gazetelerde, hiç benden söz etmemişler)
5. vereceğim derslerin prezantasyonlarını hazırladım
6. 2. makaleye hazırlık safhası başladı.
7. 1. makalenin aslında biraz daha sıkarsak kitap olabileceğine karar verdik ve bu sefer kısır döngü- sanırım bi de kitap yazıcaz
8. 6 ekim doğum günümdü. tas tamına 34 oldum ey ahali. hay maşallah... (beni arayan ve mesaj yollayan turkcell'e, hepsiburadacom'a, sahibindencom'a, axesscard'a, bonus'a, hsbc'ye çok teşekkür ederim)... (hediyelerim iyiydi ama ayıptır söylemesi.. oldukça karlı bir tohum günü geçirdim.)
9. kocam acaip yoğun çalışıyor her gece 11'de geliyor, özledim onu, o geldiğinde ben uyuyorum, ben giderken de sabah o uyuyor, ve malesef cumartesi pazar da dahil. bakalım ne zaman normale dönücez.. bayramın 2. ve 3. günü de çalışıyormuş. bize tatil hayal oldu yine... off ki offf. gene kös kös gidip el öpücez her gün öpülen elleri, bayram diye gene öpmesek olmaz sanki. ( bi de salak salak süslenip ev gezmesine elinde hediye torbalarıyla ve çiçekle gidip, tulumba tatlısı, yoğurt tatlısı gibi en kişiliksiz tatlıları - ve de genelde ceviz konmadan yapılması dolayısıyla iirençtirler, tam hamur topağı!- yemek zorunda bırakılmak, tanımadığın bi sürü insanı öpmek, anlamsızca 100 kişiye nasılsınız iyimisiniz- iyiyiz biz de ya siz- aynı soru-cevabı kısır döngüne girmek kadar berbat bir durum yok)
10. feysbuk çıktı, bloggerlar birbirini orda da buldu. aslıcım, gayriyecim, nefincim, kristalim,şebnemcim, elmacım bulduk birbirimizi.. (daga doğrusu ben ancak bu kadarını bulabildim, dahası vardır mutlaka). durun bakalım, orayı da halledicez yakında. şahsım adına konuşuyorum şimdilik bi halt anlamadan her gelen şeyi tıklıyorum, genelde gayriye bana hep panç atıyo,gönderdiği süpriz yumurtadan kurbağa, bonsai ağaç da büyüyünce kaktüs çıkıyo, sanırım bana bişey demeye çalışıyo, durun bakalım, bi öğreneyim göstercem ona dünyanın kaç bucak olcağını...
11. geçen postuma gelen yorumlara cevap yazamadım. biliyorum çok ayıp bişey ama hepsini tek tek okudum, herkese çok teşekkür ediyorum. artık bi dahaki sefere diyorum ve herkesi öpüyorum
Pazartesi, Eylül 10, 2007
Bu postla Atasözlerinin Kullanımlarını Öğreniyoruz
Geçtiğimiz pazartesi sabah kalktım akşamdan aldığım duş ve üşendiğim fön çektirme veya kendim çekme olayına.. yattım kafa ıslakımsıyken (bu da ne uyduruk bir kelime oldu ya- sıkıldım formal kelimelerden af buyrun artık)- neyse bir kalktım sabah, ben diyim kuş yuvası saçlar siz deyin tarla cadısı. sabah artık tekrar duş alıp saç fönleme durumu yok! neylse ki imdadıma bergüzar korelin bindirbir gecedeki buzağı yalamış saç şekli geldi. filhakika hatunun saçlar fönlüyken o ortadan ayrık at kuyruğu süper duruyor da iğnenin yastık arasında kat kat ondüle olan saçları aynı etkiyi vermez ki? kahretsin, ilk günden ofsayt- falso - defo... salak iğne, akşam kıçını yayıp tv sayredeceğine, git kuaföre insana benze di mi!
sabah 08.30 iş başı. otoparka parkettim arabayı. altımda siyah etek ve beyaz bluz siyah topuklu ayakkabılarla nedense yukarda saçlarını örnek almaya çalıştığım bayanın dizinin daha ilk bölümünde 150bin dolar istediği sahneyi hatırladım. 2. rezalet! kıyafet de aynı, saç da... bir şakkadanak 150bin doları verecek yakışıklı patron eksik (bazen acaba diyorum, eğer adam ajdara benzeseydi, bergüzar gene şeyeder miydi?)- bu sapık düşünceleri kafamdan atarak içeri girdim. güvenlikteki ebleh adam bana buyrun kimi aramıştınız dedi. hah dedim 1 sen eksiktin sabahın köründe kimi arayabilirim ki? içimden " seniii" diye höykürmek geldi.
içerdeyim... İK müdüresi benle birlikte gelen hocaları sırayla çalışacakları odalara götürüyor. eee burası mı yani benim odam? ama ama nasıl yani? ben hayatta 5 kişiyle aynı odada oturamam. siz beni ne ve de kim sandınız? iğne hanım, 2 sene içinde yeni kampüsümüz bitecek orda herkese oda verilecek. orası bitinceye kadar sabredeceksiniz... (sen öyle san!)
saat 10.00- zııır aloo, x hanım ben iğne; sizinle çok önemli bir şey konuşmak istiyroum müsaitmisiniz? değilsiniz.. hımm peki o halde beni müsait olur olmaz hemen arayın zira acilen konuşmamız lazım.
10.10 - alo iğne hanım hayırdır? ben burda çalışamam, ben hayatımda açık ofis ve kıç kıça çalışmadım, bu odada değil dönmek ayağa kalkmak bile mümkün değil!
10.12 - müdür bey nasılsınız- buyrun iğne hanım nasıl yerleşebildiniz mi? tabi tabi harika bir yer sağolun- oturduğum yerde başımı sağa ve sola çevirebiliyorum. nası yani?- vur vır detaylar verilir kendisine. müdür: iğne hanım ben bu okulda işe başladığımda bana verilen ilk odayı size göstersem- eminim şok olurdunuz... iğne altta kalır mı tabiki hayırrr! en alasından işte geliyor laf: siz de benim 2 gün önceye kadar oturduğum ofisimi görseniz sizin ağzınız epey bir açık alır ve asıl şoku siz yaşardınız...
10.15 - aloo iğne hanım çok şanslısınız- nedir? - şey 10 gün sonra işe başlayacak bir hocamız var. onun odasına sizi alıyoruz, o hoca da gelince sizin kalktığınız masaya oturacak.
Pek güzel oldu. Atalarımız ne demiş? sona kalan dona kalır. ha haa haaa... artık öğle yemeğimi gönül rahatlığıyla yiyebilirim. yemekten sonra da yeni yerime şööyle bir yerleşeyim.
14.00 - yeni ofisim pek güzelmiş. bergüzar saçım da dönmüş makbuleye. sağdan soldan fışkırmış telleri, etkisi geçmiş jöleler, fırlamış pervasızca yay gibi... akşam ilk fırsatta kuaföre gidilecek.
15.00 - burda ne kadar çok kokona var öyle? hepsi sanki mos'tan çıkıp gelmişler. anaaa, o nasıl bir kırmızı saç öyle? bense allahım bu saçlar nedir böyle? ben ki tarihimde böyle bir fiyaskoyla karşılaşmadım. saç kadının nesidir? öyle bir atasözü de olmalıydı. yoksa o kadını gösteren ....ü müydü? neysee.... aaa burda msn yokkkk
16.00 - sayın rektörüm nasılsınız? aa sayın genel koordinatörüm siz de iyisinizdir inşallah...iyiyim teşekkürler- yo yo evet yerimden memnunum çok mersi. evet evet nihayet.. DE! sanırım burda internet kısıtlaması var. bi kere bloglar çalışmıyor, msn yok! olmaz ki ama canım yahu! üniver-site.. ne demek? adı üstünde. evrene dair her bilgiyi alacağımız bir şehir burası aslında. msn? sizi komple telefon faturalarının kabarıklığından kurtarır, cd kaydetmek, email gönderemedim- aa gönderdim almadınız mı tarzı bahanelerden kurtarır, kim yerinde kim değil şıppadanak anlarsınız- ama en önemlisi telefon faturaları en aza iner- amerikadaki teyzeye telefon yok artık. msn bu işi bedavaya hallediyor. şeyy msn ile telefon faturaları en aza iniyor söylemiş miydim? haa bu arada bloglar da sürekli izin alıp araştırma yapmak için kaçmayı önler. çünkü bloglar sayesinde istediğiniz her tür bilgiye artık ulaşmak bir tık kadar yakınınızda. hem bi sürü site yasaklı. açın bi zahmet. üniversite ismine yakışmıyor. bilgiye ulaşamıyoruz bilgi yuvasında... benim eski çalıştığım sizin rakip dediğiniz üniversitede herşey açıktı. msn vasıtasyıla telefon faturalarınız çok düşecek. bunu size söylemiş miydim?
17.30 - dırı dırı dırrı dırrr (msn titreşimi) aaa iğne- onlinesın..hani yoktu msn? halloldu sağolsunlar- e iyi süper..eee atalarımız ne demiş? iş bilenin kılıç kuşananın....
18.00 - arabadayım. güneşliği indirip aynadan yansıyan görüntüme baktım. makbule halt etmiş yanımda. saçlar: ozzy osborne- 1994.. Önce banyo sonra kuaför. hadi bakalım marş marş. Ne demiş atalarımız? Akılsız başın cezasını ayaklar çeker!
sabah 08.30 iş başı. otoparka parkettim arabayı. altımda siyah etek ve beyaz bluz siyah topuklu ayakkabılarla nedense yukarda saçlarını örnek almaya çalıştığım bayanın dizinin daha ilk bölümünde 150bin dolar istediği sahneyi hatırladım. 2. rezalet! kıyafet de aynı, saç da... bir şakkadanak 150bin doları verecek yakışıklı patron eksik (bazen acaba diyorum, eğer adam ajdara benzeseydi, bergüzar gene şeyeder miydi?)- bu sapık düşünceleri kafamdan atarak içeri girdim. güvenlikteki ebleh adam bana buyrun kimi aramıştınız dedi. hah dedim 1 sen eksiktin sabahın köründe kimi arayabilirim ki? içimden " seniii" diye höykürmek geldi.
içerdeyim... İK müdüresi benle birlikte gelen hocaları sırayla çalışacakları odalara götürüyor. eee burası mı yani benim odam? ama ama nasıl yani? ben hayatta 5 kişiyle aynı odada oturamam. siz beni ne ve de kim sandınız? iğne hanım, 2 sene içinde yeni kampüsümüz bitecek orda herkese oda verilecek. orası bitinceye kadar sabredeceksiniz... (sen öyle san!)
saat 10.00- zııır aloo, x hanım ben iğne; sizinle çok önemli bir şey konuşmak istiyroum müsaitmisiniz? değilsiniz.. hımm peki o halde beni müsait olur olmaz hemen arayın zira acilen konuşmamız lazım.
10.10 - alo iğne hanım hayırdır? ben burda çalışamam, ben hayatımda açık ofis ve kıç kıça çalışmadım, bu odada değil dönmek ayağa kalkmak bile mümkün değil!
10.12 - müdür bey nasılsınız- buyrun iğne hanım nasıl yerleşebildiniz mi? tabi tabi harika bir yer sağolun- oturduğum yerde başımı sağa ve sola çevirebiliyorum. nası yani?- vur vır detaylar verilir kendisine. müdür: iğne hanım ben bu okulda işe başladığımda bana verilen ilk odayı size göstersem- eminim şok olurdunuz... iğne altta kalır mı tabiki hayırrr! en alasından işte geliyor laf: siz de benim 2 gün önceye kadar oturduğum ofisimi görseniz sizin ağzınız epey bir açık alır ve asıl şoku siz yaşardınız...
10.15 - aloo iğne hanım çok şanslısınız- nedir? - şey 10 gün sonra işe başlayacak bir hocamız var. onun odasına sizi alıyoruz, o hoca da gelince sizin kalktığınız masaya oturacak.
Pek güzel oldu. Atalarımız ne demiş? sona kalan dona kalır. ha haa haaa... artık öğle yemeğimi gönül rahatlığıyla yiyebilirim. yemekten sonra da yeni yerime şööyle bir yerleşeyim.
14.00 - yeni ofisim pek güzelmiş. bergüzar saçım da dönmüş makbuleye. sağdan soldan fışkırmış telleri, etkisi geçmiş jöleler, fırlamış pervasızca yay gibi... akşam ilk fırsatta kuaföre gidilecek.
15.00 - burda ne kadar çok kokona var öyle? hepsi sanki mos'tan çıkıp gelmişler. anaaa, o nasıl bir kırmızı saç öyle? bense allahım bu saçlar nedir böyle? ben ki tarihimde böyle bir fiyaskoyla karşılaşmadım. saç kadının nesidir? öyle bir atasözü de olmalıydı. yoksa o kadını gösteren ....ü müydü? neysee.... aaa burda msn yokkkk
16.00 - sayın rektörüm nasılsınız? aa sayın genel koordinatörüm siz de iyisinizdir inşallah...iyiyim teşekkürler- yo yo evet yerimden memnunum çok mersi. evet evet nihayet.. DE! sanırım burda internet kısıtlaması var. bi kere bloglar çalışmıyor, msn yok! olmaz ki ama canım yahu! üniver-site.. ne demek? adı üstünde. evrene dair her bilgiyi alacağımız bir şehir burası aslında. msn? sizi komple telefon faturalarının kabarıklığından kurtarır, cd kaydetmek, email gönderemedim- aa gönderdim almadınız mı tarzı bahanelerden kurtarır, kim yerinde kim değil şıppadanak anlarsınız- ama en önemlisi telefon faturaları en aza iner- amerikadaki teyzeye telefon yok artık. msn bu işi bedavaya hallediyor. şeyy msn ile telefon faturaları en aza iniyor söylemiş miydim? haa bu arada bloglar da sürekli izin alıp araştırma yapmak için kaçmayı önler. çünkü bloglar sayesinde istediğiniz her tür bilgiye artık ulaşmak bir tık kadar yakınınızda. hem bi sürü site yasaklı. açın bi zahmet. üniversite ismine yakışmıyor. bilgiye ulaşamıyoruz bilgi yuvasında... benim eski çalıştığım sizin rakip dediğiniz üniversitede herşey açıktı. msn vasıtasyıla telefon faturalarınız çok düşecek. bunu size söylemiş miydim?
17.30 - dırı dırı dırrı dırrr (msn titreşimi) aaa iğne- onlinesın..hani yoktu msn? halloldu sağolsunlar- e iyi süper..eee atalarımız ne demiş? iş bilenin kılıç kuşananın....
18.00 - arabadayım. güneşliği indirip aynadan yansıyan görüntüme baktım. makbule halt etmiş yanımda. saçlar: ozzy osborne- 1994.. Önce banyo sonra kuaför. hadi bakalım marş marş. Ne demiş atalarımız? Akılsız başın cezasını ayaklar çeker!
Cuma, Ağustos 31, 2007
ININI NI NIIINNNNNN
Evet uzun süredir sessizliğimin farkındayım, farkındasınız, farkındalar... Tatil mi? Yok canım tatili kim bulmuş da bahtsız iğne hanım bulsunlar? Tatil matil hak getire! Zavallı ben seneye bu döneme kadar gene tatil yapamıyacağım kahretsin!
SEBEPPP? (gaffur gibi okuyun lütfen)
Yıllardır 2 işte çalışan ben, bu sene büyük bir karara vararak her ikisinden de ayrılarak hem tek işe indirgedim olayı hem de iki işimi de bıraktım. 3 eylülde yeni iş yerimde yeni bir hayata başlıyorum. Son iki hafta yeni iş yerinin istediği abuk bürokratik evrakları hazırlamakla geçti zamanım. İzmir sıcağında trajikomik olaylar yaşayarak sürttüm kaderime küfrederek. Yaş 33; yolun yarısına gelmiş bir iğne; verem savaş derneğinde akciğer sintografisi çektir, adliyede uzayan sabıka kaydı kuyruklarında dolan, sağlık raporu veren toplum sağlık merkezlerini bulmaya çalış, kimsenin tam olarak bilmediği bu hizmeti veren poliklinikleri sora sora izmir turu attır, bilumum varoşları gör, varoşların birinde yolunu kaybedip izmirin en tepesine çık ve ineme, noter denen kavram karmaşası içinde devletin bir kurumunun veridği nüfus kağıdını yine bir başka devlete ait kuruma yani noter hazretlerine onaylat, saatlerce bekle, adliyede sabıka kaydı diye A bloktan gir, Z bloktan alındığını öğren, Zye gidene kadar ebeni ve tüm sülalesini yaad et, yani var ya....
Halloldu herşey nihayet. Olan benim güzelim yaz tatili hayallerime oldu. Şuan çalıştığım yerdeki patronum izin vermedi 3 haftalık iznim olduğu halde, bugün işteki son günüm. yarın evde temizlik var, bok dinlenirim ben! Bir pazarım kalıyor geriye. Ona da bişey çıkar görürsünüz...
Neyseee, yar.doç. toplu iğne ellerinizden öper canlarım... Bugüne bugün blog camiasında gözünü çatlak profesörlüğe dikmiş bir arkadaşınız var. Ama artık en çok şuna seviniyorum. akşamları işten erken çıkacağım, bütün resmi tatillerde ben de izin yapacağım, işim evime acaip yakın, 10 dakikada evimde olacağım, evime, eşime daha çok özen gösterebileceğim (evimi bok götürüyor zira), şu hazırlamakta olduğum bilimsel kitaba (roman değil maleseff) daha çok eğilebileceğim...
Durum bu mudur? evet şimdilik budur
öperim
SEBEPPP? (gaffur gibi okuyun lütfen)
Yıllardır 2 işte çalışan ben, bu sene büyük bir karara vararak her ikisinden de ayrılarak hem tek işe indirgedim olayı hem de iki işimi de bıraktım. 3 eylülde yeni iş yerimde yeni bir hayata başlıyorum. Son iki hafta yeni iş yerinin istediği abuk bürokratik evrakları hazırlamakla geçti zamanım. İzmir sıcağında trajikomik olaylar yaşayarak sürttüm kaderime küfrederek. Yaş 33; yolun yarısına gelmiş bir iğne; verem savaş derneğinde akciğer sintografisi çektir, adliyede uzayan sabıka kaydı kuyruklarında dolan, sağlık raporu veren toplum sağlık merkezlerini bulmaya çalış, kimsenin tam olarak bilmediği bu hizmeti veren poliklinikleri sora sora izmir turu attır, bilumum varoşları gör, varoşların birinde yolunu kaybedip izmirin en tepesine çık ve ineme, noter denen kavram karmaşası içinde devletin bir kurumunun veridği nüfus kağıdını yine bir başka devlete ait kuruma yani noter hazretlerine onaylat, saatlerce bekle, adliyede sabıka kaydı diye A bloktan gir, Z bloktan alındığını öğren, Zye gidene kadar ebeni ve tüm sülalesini yaad et, yani var ya....
Halloldu herşey nihayet. Olan benim güzelim yaz tatili hayallerime oldu. Şuan çalıştığım yerdeki patronum izin vermedi 3 haftalık iznim olduğu halde, bugün işteki son günüm. yarın evde temizlik var, bok dinlenirim ben! Bir pazarım kalıyor geriye. Ona da bişey çıkar görürsünüz...
Neyseee, yar.doç. toplu iğne ellerinizden öper canlarım... Bugüne bugün blog camiasında gözünü çatlak profesörlüğe dikmiş bir arkadaşınız var. Ama artık en çok şuna seviniyorum. akşamları işten erken çıkacağım, bütün resmi tatillerde ben de izin yapacağım, işim evime acaip yakın, 10 dakikada evimde olacağım, evime, eşime daha çok özen gösterebileceğim (evimi bok götürüyor zira), şu hazırlamakta olduğum bilimsel kitaba (roman değil maleseff) daha çok eğilebileceğim...
Durum bu mudur? evet şimdilik budur
öperim
Perşembe, Ağustos 16, 2007
KUŞ KRİZİ
Ben var ya hiç anlamıyorum neden bula bula beni buluyor bu sevimsiz yaratıklar? Anlayın işte bir gıdım sevmiyorum sizi. Kor-ku-yo-rum üstelik.
Akşam işten çıktım eve geldim. Açtım salonun sürgülü balkon kapısını, çektim perdeyi üstüne, kuş-muş-haşerat girmesin diye (kalleş koca sana aylardır tel alıp taktıralım diyorum değil mi?)
Girdim mutfağa yemek yapmak için. Açtım müziği, çıkardım dolmalık fıstıkları, üzümü, dolma yapacağım.. bu arada çamaşırları da atayım makinaya dedim ve attım. Gel keyfim gel. Bir telefon konuşması anneyle-babayla, sonra bir arkadaşım aradı onla da lafladıktan sonra koca geldi. Onla da laflaştık, koca devirdi küfeyi salona açtı tv’yi haberlere bakarken, çamaşırlar bitti gidip asayım dedim. Zor geldi balkona asmak, hani şu herkesin evinde olan ayaklı çamaşır asacakları vardır ya, açtım onu odanın içine. Sonra aklıma geldi yatak odasından almam gereken askılar vardı, içeri girmemle çığlığı basmam bir oldu.
“hiaaaayaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa” “imdddaaaaaaaaaaaattttttttttttttttttttt”
Koştura koştura iki elim yana açılmış salona uçtum. Evet uçtum aynen bu fiil özetleyebilir benim halimi. Kocam gene ne var der gibi “iğne ne oldu hayırdır?” “kalllkkk, kalllllkkkkk çabuk”, “yahu ne oldu? Ne bağırıyorsun avaz avaz?”, “kkkkk”, “kuuuuuukuuuukuuu”, “neeee diyosun?”, “kuuuşşş”, “ne kuşu?”, “kuukuukuuuşşş varrr, çaaçaabukkk kaallkkkk, giiitttt, giiiittt” “ya ne kuşu iğne ya?” “ebabil kukukuşuuuu, yahu ne bilim cinsini, kuukuuş var”, “nerde?”, “yatak odasına girmiş şerefsiz”. Bu arada hışımla salonun ara kapısın kapattım ki kuş olurda uçmasın tepeme.. ya inanır mısınız, yatak odasına girdiğimde odada deli gibi uçan bir kuş vardı, pıır pııırrr kanat seslerini duyduğum anda ben bitmiştim zaten! Ordan nasıl naralar atarak kaçtığımı hatırlamıyorum bile, üstelik panikten odanın kapısını kapatıp kuşu hapsedemedim de, kimbilir nereye girdi şerefsiz! Kocayı ikna edip yatak odasına gönderdim. Halimi görseniz çatlardınız, yıkanmış çamaşırlar kuşa görünce, havaya doğru rum tavernasındaki peçeteler gibi atılmış hepsi yerlerde sürünmekte, dolma pişmesine rağmen mutfağa girilemediği için muhtemelen lapa olmuş, düdüklüde pişmeye yüz tutan favadan gelen ses mutfağı ha patlattı patlatacak ve ben? Ya ben, salonda oturmuş, tüm kapı ve pencereleri kapatmış, tv sesini kısmış, kuş avına gönderdiğim kocayı can kulağıyla dinliyorum. Hah şimdi buldu, patlattı bi tane, attı dışarı endişesiyle
Kapı açıldı, koca geldi içeri, evet haklıymışsın kuş var odamızda dedi.. eeee ne yaptın, kovdun mu şerefsizi, gönderdin mi onu ait olduğu yere, mesken mahale tecavüz bu, .ittirsin gitsin evine, bi daha bu evin 100 mt yakınından geçmeyeceksin diye uyardın mı dedim. Yok dedi, ben tırsarım kuşun öyle üstüme üstüme gelmesinden, kapattım oda kapısını içerde duruyor, pencereyi açsaydın dedim, yok ya giremedim içeri ki, nasıl açayım ya yüzüme pike yaparsa, korktum dedi.
İşte o an benim bittiğim andır. Yatak odamda bir kuş var ne ben ne de 1,87’lik ve 100 kg.luk cüssesiyle kocam kuşun işini bitiremedik. Ee napcaz şimdi dedim. Bu arada koordinat söylüyorum. İkimizde salon kapısı kapalı, salonda oturmuş birbirimize bakıyoruz. ben bitik durumdayım, düdüklü tencereden gelen sesler de pek hayra alamet değil! Dolmalar da ya yandı ya da lapa oldu! Sıçtım! Misafir de gelecek yarına, bu yemekler de olmazsa ne yapacağım?
Hayır geçtim onu, ben o odaya bi daha giremem ki. Biizm tüy siklet kapıcı ufuğu aradık. Kocam kuş var da diyemedi, ufuk bi zahmet gelebilir misin dedi. Bir işim var senle dedi. Yahu dedim desene adama a-c-i-l gel diye, koş diye. Ya nasıl diyim dedi. Neyse ufuk gelene kadar 1 saat geçti. Hayır işin komiği salondan dışarı da çıkamıyorum, mutfağa gidicem yemek hazırlıycam, düdüklü, bomba etkisi yapacak ne kuş kalacak sonra ortada ne de ben! Koca da meğer benden tırsaki! Yani bunu da gördüm ya elimde çok büyük koz var çooook!
Aaa ben geçen ay da eve kertenkele girmişti anlatmamıştım size değil mi? Kocam kertenkeleyi görünce benim kuş narama benzeyen bir ses çıkartıp ismimi bağırıp koltuğun tepesine çıkmıştı. Allahtan ben böcük sülalesinden ve sürüngenlerden hiç korkmadığım için hayvanı önce kuyruksuz bırakıp (böyle çataaannk diye bir gazete darbesiyle) sonra da leşini sermiştim. Yani diyeceğim orda ilk kocam mı ben mi daha korkağız konusunu kendi kendime irdelemiştim.
Neyse uzatmıyim; ufuk (the kapıcı!) geldi , koca açtı kapıyı ben hala aralık salon kapısından bakıyorum ufuğa doğru. Kocam dedi ki ufuk gel hemen gir içeri bizim odaya, adam da lan ne oluyoruz bunlar manyak mı beni odaya alıyorlar falan demiş olabilir tabi. Kocam nihayet ağzından baklayı çıkardı ufuk kuş var odada sen kuş tutabilir misin? Ufuk bir kocaya baktı bi bana, “tuuuu sizin kalıbınıza, adam olmuşunuz ama küçük 1 kuşu tutamıyonuz Allahın salakları” der gibi bakıp “tutarım tabi abi ne demek, kuş bu yahu” diyerek iyice gıcık etti beni. Sonra kocam ufuktan aldığı cesaretle ikisi beraber yatak odasına gittiler. Ben bu esnada mutfaktaki patlamak üzere olan düdüklüyü ve lapa olan dolmanın altını kapattım ve yine hücreme geri döndüm. Sonra muhteşem kuş avcıları odadan çıktılar. Yok kuş dediler. Evet kuş yok! Peneceleri ve kapısı kapalı odada hapsedilen kuş adi’si kaybolmuş, heryere bakmışlar ama kuşu bulamamışlar. O gece kocamı en az 5 kez falan içerdeki odalara gönderdim kuşu bulsun diye, bütün pencereleri açtırdım belki şerefsiz çıkar gider kendi evine diye. Gece saatin 2’si oldu ben halen tırstığımdan salonda oturuyorum içeri giremiyorum. Uyumuşum koltukta. Kalktım bir ara, tırsa tırsa yatak odasına gittim. Bu arada da sessiz sessiz kuşa sesleniyorum. “kuuş, şişşş, kuuş, nerdesin? Ağzına sı.ayım senin kuşşş, mahvettin tüm gecemi, şişşşt kuuş, nerdesin”
Not: Bugün kuşun bulunamayışının 3. günü. Her yere baktık yok! Biri de ölmüştür o evde bi yerden çıkar dedi ya, iyice psikopat oldum. Cumartesi temizlik var, sanırım cumartesi bir yerden çıkar. Eğer çıkmazsa s.ttir oldu gitti demektir. Ama ben hala tetikteyim. Sayesinde bu sıcakta hiçbir pencereyi açamıyorum ve klimayla sabah –akşam- akşamdan sabaha kadar oturduğumdan - uyuduğumdan mütevellid astım olacağım.
Akşam işten çıktım eve geldim. Açtım salonun sürgülü balkon kapısını, çektim perdeyi üstüne, kuş-muş-haşerat girmesin diye (kalleş koca sana aylardır tel alıp taktıralım diyorum değil mi?)
Girdim mutfağa yemek yapmak için. Açtım müziği, çıkardım dolmalık fıstıkları, üzümü, dolma yapacağım.. bu arada çamaşırları da atayım makinaya dedim ve attım. Gel keyfim gel. Bir telefon konuşması anneyle-babayla, sonra bir arkadaşım aradı onla da lafladıktan sonra koca geldi. Onla da laflaştık, koca devirdi küfeyi salona açtı tv’yi haberlere bakarken, çamaşırlar bitti gidip asayım dedim. Zor geldi balkona asmak, hani şu herkesin evinde olan ayaklı çamaşır asacakları vardır ya, açtım onu odanın içine. Sonra aklıma geldi yatak odasından almam gereken askılar vardı, içeri girmemle çığlığı basmam bir oldu.
“hiaaaayaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa” “imdddaaaaaaaaaaaattttttttttttttttttttt”
Koştura koştura iki elim yana açılmış salona uçtum. Evet uçtum aynen bu fiil özetleyebilir benim halimi. Kocam gene ne var der gibi “iğne ne oldu hayırdır?” “kalllkkk, kalllllkkkkk çabuk”, “yahu ne oldu? Ne bağırıyorsun avaz avaz?”, “kkkkk”, “kuuuuuukuuuukuuu”, “neeee diyosun?”, “kuuuşşş”, “ne kuşu?”, “kuukuukuuuşşş varrr, çaaçaabukkk kaallkkkk, giiitttt, giiiittt” “ya ne kuşu iğne ya?” “ebabil kukukuşuuuu, yahu ne bilim cinsini, kuukuuş var”, “nerde?”, “yatak odasına girmiş şerefsiz”. Bu arada hışımla salonun ara kapısın kapattım ki kuş olurda uçmasın tepeme.. ya inanır mısınız, yatak odasına girdiğimde odada deli gibi uçan bir kuş vardı, pıır pııırrr kanat seslerini duyduğum anda ben bitmiştim zaten! Ordan nasıl naralar atarak kaçtığımı hatırlamıyorum bile, üstelik panikten odanın kapısını kapatıp kuşu hapsedemedim de, kimbilir nereye girdi şerefsiz! Kocayı ikna edip yatak odasına gönderdim. Halimi görseniz çatlardınız, yıkanmış çamaşırlar kuşa görünce, havaya doğru rum tavernasındaki peçeteler gibi atılmış hepsi yerlerde sürünmekte, dolma pişmesine rağmen mutfağa girilemediği için muhtemelen lapa olmuş, düdüklüde pişmeye yüz tutan favadan gelen ses mutfağı ha patlattı patlatacak ve ben? Ya ben, salonda oturmuş, tüm kapı ve pencereleri kapatmış, tv sesini kısmış, kuş avına gönderdiğim kocayı can kulağıyla dinliyorum. Hah şimdi buldu, patlattı bi tane, attı dışarı endişesiyle
Kapı açıldı, koca geldi içeri, evet haklıymışsın kuş var odamızda dedi.. eeee ne yaptın, kovdun mu şerefsizi, gönderdin mi onu ait olduğu yere, mesken mahale tecavüz bu, .ittirsin gitsin evine, bi daha bu evin 100 mt yakınından geçmeyeceksin diye uyardın mı dedim. Yok dedi, ben tırsarım kuşun öyle üstüme üstüme gelmesinden, kapattım oda kapısını içerde duruyor, pencereyi açsaydın dedim, yok ya giremedim içeri ki, nasıl açayım ya yüzüme pike yaparsa, korktum dedi.
İşte o an benim bittiğim andır. Yatak odamda bir kuş var ne ben ne de 1,87’lik ve 100 kg.luk cüssesiyle kocam kuşun işini bitiremedik. Ee napcaz şimdi dedim. Bu arada koordinat söylüyorum. İkimizde salon kapısı kapalı, salonda oturmuş birbirimize bakıyoruz. ben bitik durumdayım, düdüklü tencereden gelen sesler de pek hayra alamet değil! Dolmalar da ya yandı ya da lapa oldu! Sıçtım! Misafir de gelecek yarına, bu yemekler de olmazsa ne yapacağım?
Hayır geçtim onu, ben o odaya bi daha giremem ki. Biizm tüy siklet kapıcı ufuğu aradık. Kocam kuş var da diyemedi, ufuk bi zahmet gelebilir misin dedi. Bir işim var senle dedi. Yahu dedim desene adama a-c-i-l gel diye, koş diye. Ya nasıl diyim dedi. Neyse ufuk gelene kadar 1 saat geçti. Hayır işin komiği salondan dışarı da çıkamıyorum, mutfağa gidicem yemek hazırlıycam, düdüklü, bomba etkisi yapacak ne kuş kalacak sonra ortada ne de ben! Koca da meğer benden tırsaki! Yani bunu da gördüm ya elimde çok büyük koz var çooook!
Aaa ben geçen ay da eve kertenkele girmişti anlatmamıştım size değil mi? Kocam kertenkeleyi görünce benim kuş narama benzeyen bir ses çıkartıp ismimi bağırıp koltuğun tepesine çıkmıştı. Allahtan ben böcük sülalesinden ve sürüngenlerden hiç korkmadığım için hayvanı önce kuyruksuz bırakıp (böyle çataaannk diye bir gazete darbesiyle) sonra da leşini sermiştim. Yani diyeceğim orda ilk kocam mı ben mi daha korkağız konusunu kendi kendime irdelemiştim.
Neyse uzatmıyim; ufuk (the kapıcı!) geldi , koca açtı kapıyı ben hala aralık salon kapısından bakıyorum ufuğa doğru. Kocam dedi ki ufuk gel hemen gir içeri bizim odaya, adam da lan ne oluyoruz bunlar manyak mı beni odaya alıyorlar falan demiş olabilir tabi. Kocam nihayet ağzından baklayı çıkardı ufuk kuş var odada sen kuş tutabilir misin? Ufuk bir kocaya baktı bi bana, “tuuuu sizin kalıbınıza, adam olmuşunuz ama küçük 1 kuşu tutamıyonuz Allahın salakları” der gibi bakıp “tutarım tabi abi ne demek, kuş bu yahu” diyerek iyice gıcık etti beni. Sonra kocam ufuktan aldığı cesaretle ikisi beraber yatak odasına gittiler. Ben bu esnada mutfaktaki patlamak üzere olan düdüklüyü ve lapa olan dolmanın altını kapattım ve yine hücreme geri döndüm. Sonra muhteşem kuş avcıları odadan çıktılar. Yok kuş dediler. Evet kuş yok! Peneceleri ve kapısı kapalı odada hapsedilen kuş adi’si kaybolmuş, heryere bakmışlar ama kuşu bulamamışlar. O gece kocamı en az 5 kez falan içerdeki odalara gönderdim kuşu bulsun diye, bütün pencereleri açtırdım belki şerefsiz çıkar gider kendi evine diye. Gece saatin 2’si oldu ben halen tırstığımdan salonda oturuyorum içeri giremiyorum. Uyumuşum koltukta. Kalktım bir ara, tırsa tırsa yatak odasına gittim. Bu arada da sessiz sessiz kuşa sesleniyorum. “kuuş, şişşş, kuuş, nerdesin? Ağzına sı.ayım senin kuşşş, mahvettin tüm gecemi, şişşşt kuuş, nerdesin”
Not: Bugün kuşun bulunamayışının 3. günü. Her yere baktık yok! Biri de ölmüştür o evde bi yerden çıkar dedi ya, iyice psikopat oldum. Cumartesi temizlik var, sanırım cumartesi bir yerden çıkar. Eğer çıkmazsa s.ttir oldu gitti demektir. Ama ben hala tetikteyim. Sayesinde bu sıcakta hiçbir pencereyi açamıyorum ve klimayla sabah –akşam- akşamdan sabaha kadar oturduğumdan - uyuduğumdan mütevellid astım olacağım.
Cuma, Temmuz 27, 2007
YA O YA DA BEN!
Şimdi secret kitabı saçmalığını kaldırıyoruz bir tarafa ve anlatacaklarımı iyice dinliyoruz. Anlaştık mı?
Sabah yataktan kalkılıp koşturarak evden çıkılır. Araba fuara parkedilmek için fuarın ana giriş kapılarından birine bariyerin kalkması için bilet basılıp girilir. Buraya kadar tamam.
Fuarda park etmiş 1000in üzerinde araç vardır ve siz o esnada arabanızı park edeceğiniz sırada yaklaşık bir 100 araba daha aynı anda fuarın içinde park yeri bulmak için seyir halindedir. E buraya kadar da tamam değil mi?
Fuarda nerden çıktığı belirsiz kara bir sokak iti o kadar araba içinde nedense sadece benim araba tepki vermekte ve benim arabayı seyir halinde gördüğü anda havlayarak hırlayarak ve koşturarak arabamın üzerine atlamaktadır.
Sorun bu işte! Neden ben? Neden sadece benim arabam? İnanın bana fuarda tin tin 2.vitesle araba kullanırken bir anda uzaktan koşturarak üstüme bodozlama gelen o kara it benim ödümü patlatmakla kalmıyor, ona çarpıp ezmemek için ne yapacağımı direksiyonu nereye süreceğimi kestiremiyorum. Bana gülerek bakan, dalga geçen salak yayalar da cabası. Kesin bu hatun bu köpeğe çarpmıştır, köpek de unutmuyor falan diye düşünüyordur. Ama vallahi de billahi de o itle herhangi bir tanışıklığım yoktur.
Geçen gün arabayı parketmemle arabanın üstüne saldırdı hain it. Çıkamadım arabadan, süratle gazlayıp bulduğum güzelim park yerini boşaltıp abuk bir yerde (köpeğin arkamdan yetişemeyeceği) arabamı park etmek zorunda kaldım.
2 gün önce olanları anlatayım size… 13. Cuma filmi gibi yarabbim…
Sabah fuara girdim ofise en yakın yerde park yeri buldum diye sevinirken allahım gene o it. Çalılar arasından bir çıkışı var sanki Troy’da Aşil’i oynayan Brad’ Ya da uçan tekmemiz Cüneyt dedemiz. AHayvan uçtu resmen arabaya doğru. Ben de fuarın içinde en son 5. vitese geçtiğimi hatırlıyorum itten kaçmak için.
Aynı gün işten çıktım, tırsa tırsa otoparka gidiyorum. Yok it değil bu sefer! İt bana dğeil arabaya sarmış durumda çünkü. Fakat benim kuş fobimi bilenler bilir, özellikle de karga fobim. Allahım bu kadar mı korkulur kargadan? Sanırım ölümüm onlar yüzünden olacak. Ynai hasbel kader eve girseler veya kafama konsa ben kalpten giderim. O kadar korkuyorum yani. Bir baktım otoparkta arabamın tam önünde 2 tane zifiri kara karga. Hayvanlarda bir gaga var aynı kaptan kanca. Hayır o kadar araba var ne işiniz var benim arabamın tam önünde duracak? Hani dünyanın en zeki hayvanlarıydınız? Anlasanıza işte tırsıyorum sizden hatta 3,5 atıyorum. Yok, gidemedim yürüyemedim arabaya. Aptal aptal beklemeye başladım hani başka bir araba çıksa bunlar korkup kaçarlar, ya da birileri geçse belki onları yerler ben kurtulurum diye. 10 dakka bekledim kargalar da uyuzlandılar bana pis pis bakmaya başladılar, kocamı aradım, koca ben işten çıktım , eeee, otoparktayım, ben eve geldim sen nerde kaldın, ben binemiyorum arabaya hayatım, neden?, kargalarrrrr (avr.yakasında bir ara ata demirer kadın falcı rolündeydi hani, kargalaaarr diye bağırıyordu- işte aynı o efektle bağırdım), ee ne yaptılar sana dedi hain koca.. bişey yapmadılar arabanın önüne konmuşlar 2 tane, şimdi yakındır sabahki köpek de gelir tam olur dedim. O anda gökten uçan 2 karga daha kondu arabanın önüne, sanki barda takılıyor şerefsizler, bir ellerinde içkileri eksik…kocaaa, 4 oldular, aaaaa 7 oldular 2 tane daha geldi, ee yuuuhh ben ne bok yicem şimdi koca? E geri dön ofise o zaman. Nasıl yani ya, ne dicem ofistekilere, ama ben eve gelmek istiyorum….
Yarım saat kargaların altın gününün bitmesini bekledim, 1-2 araba geçince sittir olup gitti şerefsizler ben de bindim arabaya, fuarın kerbela kısmındaki kapısından köpeğe görünmemek üzere yol değiştirip çıktım. Eve geldim. Sitenin otoparkına arabayı parkettim. Nasıl bri cehennem sıcağı bu arada anlatamam.. asansöre bindim. Ve şaaaakkkk. Sigortalar attı. Kaldım mı asansörde?havalandırma durdu, cep telefonum çalışmadı, tam da arada kaldım, asansörün penceresi de gözükmüyor. Bastım imdat ziline. Duyan yok. Basıyorum basıyorum ve secret kitabının yazarı karıya (afedersiniz karı dedim) küfür ediyorum durmadan… bu kadar mı olur yahu diye… neyse dedim kapıcının çöp toplama saati geldi sanırım gelir yakında ve kurtarır beni. 10 dk. Oldu kimse gelmedi. Bağırmaya başladım, 1. kattan birileri duydu, çabuk kapıcı ufuğu çağırın, kurtarın beniii diye bağırdım. Ufuğu aradık karısı çıktı evde yok dediler dedi. 15 dakka mıydı toplam kaldığım süre bilemiyorum bana saatler geldi, o gün de hava 50 derece falan izmirde. Bu kadar boktan maceraları içeren bir gün yaşamadım ben arkadaşlar. Ufuk geldi beni hoppacık yaparak asansörden çıkarttı, meraklı bi sürü şapşal çocuk bizi alkışladı, ben de çocuklara çemkirdim orda öyle durcağınıza bulsaydınız ya ufuğu diye. Suratım al al olmuş şekilde eve girdim.
Var ya şu çalışan kadın olmak zor zenaat! Hele benim gibi fobi sahibi ve secret’a inanmayan bir çöl bedevisi olursanız…
Yazmıycaktım ama bu sabah o kara köpek gene karşıma çıktı. Sanırım ezicem o iti. Üzgünüm ben hayvanları acaip severim ama ya o ya ben. Bu fuar ikimizi kaldırmaz sayın okuyucu!
Sabah yataktan kalkılıp koşturarak evden çıkılır. Araba fuara parkedilmek için fuarın ana giriş kapılarından birine bariyerin kalkması için bilet basılıp girilir. Buraya kadar tamam.
Fuarda park etmiş 1000in üzerinde araç vardır ve siz o esnada arabanızı park edeceğiniz sırada yaklaşık bir 100 araba daha aynı anda fuarın içinde park yeri bulmak için seyir halindedir. E buraya kadar da tamam değil mi?
Fuarda nerden çıktığı belirsiz kara bir sokak iti o kadar araba içinde nedense sadece benim araba tepki vermekte ve benim arabayı seyir halinde gördüğü anda havlayarak hırlayarak ve koşturarak arabamın üzerine atlamaktadır.
Sorun bu işte! Neden ben? Neden sadece benim arabam? İnanın bana fuarda tin tin 2.vitesle araba kullanırken bir anda uzaktan koşturarak üstüme bodozlama gelen o kara it benim ödümü patlatmakla kalmıyor, ona çarpıp ezmemek için ne yapacağımı direksiyonu nereye süreceğimi kestiremiyorum. Bana gülerek bakan, dalga geçen salak yayalar da cabası. Kesin bu hatun bu köpeğe çarpmıştır, köpek de unutmuyor falan diye düşünüyordur. Ama vallahi de billahi de o itle herhangi bir tanışıklığım yoktur.
Geçen gün arabayı parketmemle arabanın üstüne saldırdı hain it. Çıkamadım arabadan, süratle gazlayıp bulduğum güzelim park yerini boşaltıp abuk bir yerde (köpeğin arkamdan yetişemeyeceği) arabamı park etmek zorunda kaldım.
2 gün önce olanları anlatayım size… 13. Cuma filmi gibi yarabbim…
Sabah fuara girdim ofise en yakın yerde park yeri buldum diye sevinirken allahım gene o it. Çalılar arasından bir çıkışı var sanki Troy’da Aşil’i oynayan Brad’ Ya da uçan tekmemiz Cüneyt dedemiz. AHayvan uçtu resmen arabaya doğru. Ben de fuarın içinde en son 5. vitese geçtiğimi hatırlıyorum itten kaçmak için.
Aynı gün işten çıktım, tırsa tırsa otoparka gidiyorum. Yok it değil bu sefer! İt bana dğeil arabaya sarmış durumda çünkü. Fakat benim kuş fobimi bilenler bilir, özellikle de karga fobim. Allahım bu kadar mı korkulur kargadan? Sanırım ölümüm onlar yüzünden olacak. Ynai hasbel kader eve girseler veya kafama konsa ben kalpten giderim. O kadar korkuyorum yani. Bir baktım otoparkta arabamın tam önünde 2 tane zifiri kara karga. Hayvanlarda bir gaga var aynı kaptan kanca. Hayır o kadar araba var ne işiniz var benim arabamın tam önünde duracak? Hani dünyanın en zeki hayvanlarıydınız? Anlasanıza işte tırsıyorum sizden hatta 3,5 atıyorum. Yok, gidemedim yürüyemedim arabaya. Aptal aptal beklemeye başladım hani başka bir araba çıksa bunlar korkup kaçarlar, ya da birileri geçse belki onları yerler ben kurtulurum diye. 10 dakka bekledim kargalar da uyuzlandılar bana pis pis bakmaya başladılar, kocamı aradım, koca ben işten çıktım , eeee, otoparktayım, ben eve geldim sen nerde kaldın, ben binemiyorum arabaya hayatım, neden?, kargalarrrrr (avr.yakasında bir ara ata demirer kadın falcı rolündeydi hani, kargalaaarr diye bağırıyordu- işte aynı o efektle bağırdım), ee ne yaptılar sana dedi hain koca.. bişey yapmadılar arabanın önüne konmuşlar 2 tane, şimdi yakındır sabahki köpek de gelir tam olur dedim. O anda gökten uçan 2 karga daha kondu arabanın önüne, sanki barda takılıyor şerefsizler, bir ellerinde içkileri eksik…kocaaa, 4 oldular, aaaaa 7 oldular 2 tane daha geldi, ee yuuuhh ben ne bok yicem şimdi koca? E geri dön ofise o zaman. Nasıl yani ya, ne dicem ofistekilere, ama ben eve gelmek istiyorum….
Yarım saat kargaların altın gününün bitmesini bekledim, 1-2 araba geçince sittir olup gitti şerefsizler ben de bindim arabaya, fuarın kerbela kısmındaki kapısından köpeğe görünmemek üzere yol değiştirip çıktım. Eve geldim. Sitenin otoparkına arabayı parkettim. Nasıl bri cehennem sıcağı bu arada anlatamam.. asansöre bindim. Ve şaaaakkkk. Sigortalar attı. Kaldım mı asansörde?havalandırma durdu, cep telefonum çalışmadı, tam da arada kaldım, asansörün penceresi de gözükmüyor. Bastım imdat ziline. Duyan yok. Basıyorum basıyorum ve secret kitabının yazarı karıya (afedersiniz karı dedim) küfür ediyorum durmadan… bu kadar mı olur yahu diye… neyse dedim kapıcının çöp toplama saati geldi sanırım gelir yakında ve kurtarır beni. 10 dk. Oldu kimse gelmedi. Bağırmaya başladım, 1. kattan birileri duydu, çabuk kapıcı ufuğu çağırın, kurtarın beniii diye bağırdım. Ufuğu aradık karısı çıktı evde yok dediler dedi. 15 dakka mıydı toplam kaldığım süre bilemiyorum bana saatler geldi, o gün de hava 50 derece falan izmirde. Bu kadar boktan maceraları içeren bir gün yaşamadım ben arkadaşlar. Ufuk geldi beni hoppacık yaparak asansörden çıkarttı, meraklı bi sürü şapşal çocuk bizi alkışladı, ben de çocuklara çemkirdim orda öyle durcağınıza bulsaydınız ya ufuğu diye. Suratım al al olmuş şekilde eve girdim.
Var ya şu çalışan kadın olmak zor zenaat! Hele benim gibi fobi sahibi ve secret’a inanmayan bir çöl bedevisi olursanız…
Yazmıycaktım ama bu sabah o kara köpek gene karşıma çıktı. Sanırım ezicem o iti. Üzgünüm ben hayvanları acaip severim ama ya o ya ben. Bu fuar ikimizi kaldırmaz sayın okuyucu!
Salı, Temmuz 24, 2007
Başlığa Layık Olmayan Bir Karalama
Aman içimden gelmiyor yazı yazmak. Ne diyim ki? Deniz'e düştük Yılana sarıldık (aslıcımın spontan bir lafıydı- bayıldım ve aldım, kullandım - izin verdin di mi kız aslı?).
Deniz kim mi? aaa siz de pek bi cahilsiniz ayol!
Neyse ben turkuaz renkli ve yandan yırtmaçlı yaptırcam.. siyahı pek yakıştıramadım kendime. Conehead olmak da yakışmaz bana. Maybe hotoz? Who knows?
Deniz kim mi? aaa siz de pek bi cahilsiniz ayol!
Neyse ben turkuaz renkli ve yandan yırtmaçlı yaptırcam.. siyahı pek yakıştıramadım kendime. Conehead olmak da yakışmaz bana. Maybe hotoz? Who knows?
Pazartesi, Temmuz 16, 2007
Bu Gün O Gün! Benim İçin İlk Gün.
O gün bu gündü. Acaip heyacanlıydım. Annem o gün ilk kez bana Pasiflora içirmişti. Bitkisel olduğunu duyunca şişenin dibini bulmuştum. Aptal gibiydim. Tek yaptığım otel odasında yatmak, gelen aramalara ve mesajlara cevap vermek, televizyondaki geyik programlara boş gözlerle bakmak, gergin koşuşturmalara anlam veremeden balkondan yansıyan muhteşem boğaz manzarasını, türk kahvesine gark olarak seyretmekti.

Sonra herşey bir varmış bir yokmuş oldu. İğne sevgilisiyle birden tanımadığı bir sürü insanın içine el ele geldi yüksekte bir masaya oturdu, mikrofona evet diye bağırdı, herkes onu sanki konser vermiş 1 sanatçıymış gibi alkışladı, ayağına bass diye bağırdı, o da bastı, kocası da aynı şeyi denemeye kalktı masa altında tuhaf bir hareketlenme başladı.Gelinlik sağolsun; ayaklarını gelinliğin altında iyi bir şekilde saklamayı beceren iğne ayak basma turnuvasından galip çıktı (kocası hala aksini iddia etsede)... O gün İğne'nin hayatıda en'leri yaşadığı bir geceydi. Hayatının en heyecanlı anlarını o gün yaşadı, 400 kişilik davetliyle tek tek el sıkışıp öpüştü sarıldı, ayakları sızladı, karnı acıktı, herkes yemek yerken o yiyemedi, elif karlı bütün düğünde sahneden inmedi, full konser verdi, iğneyi şişirdi, iğne kendi pastasını yiyemedi (hala tadını bilmez mesela), kimler geldi kimler gelmedi bilemedi, tanımadığı kişilerle kaçıncı kez öpüştü, ayaklarına kimler bastı, ilk dansı yaparlarken kocasıyla bu şarkı neden bu kadar uzunmuş, hala sahnede sap gibiyiz, neden bu şarkı bitmiyor diye hayıflandı, kestikleri pastadan kimse onlara ikram etmedi, kesilir kesilmez alıp götürdüler, neden kimse onlara ayırmadı, neden masa masa dolaşırken kimse onlara aç mısınız susadınız mı, alın size 2 tane içki hazırlattık, şuracıkta için şunları demedi? Bugün İğne niye hatırladı ki o günü? Nerden aklıma geldiyse (!)

Not... "Kocaa! Sçççs ve Hımmm. (anladın sen onu)
Sonra onlar geldiler, üzerimdeki bornoza ve dağınık saçlarıma bakmadan beni oturttular bir sandalyeye ve başladılar saçımı yapmaya. Sonra makyöz geldi, o da işini bitirdiğinde sanırım ben de 6. türk kahvemi bitirmiştim. Sonra kapı çalındı. Gelmişti. Kim mi beyaz butik! Gelinliğimi getirdiler, giriverdim içine kolayca, arkadaki fermuarı açmalarına gerek kalmamıştı. Zayıflamışım, panik oldum bir an ya aşağıda inerken fışşt diye kayıverirse üstümden rezil olurum diye. Sonra herkes çekildi başımdan. Görevleri bitmiş beni yanlız bırakmışladır.
Aynayla kaldım baş başa. Pencereden aşağıya, hazırlıklara bakıyordum. kokteyl başlamak üzereydi, misafirler gelmeye başlamıştı. Herkesde tiril tiril kıyafetler, ellerinde içkiler, ağızlarında kanapeler. Karnımın acıktığını hissettim birden. Ama canım yemek istemiyordu. KArnım zil çalıyordu. Yoksa kapı mı çalınıyordu...Kim o dedim. "Ben" dedi titrek bir ses. Anladım o da en az benim kadar heyecanlı olan müstakbel kocaydı. açtım kapıyı. açar açmaz acar magazin muhabir edasıyla videocu burnuma dayadı mikrofonu. Tamam kabul ediyorum okurken doğru düzgün yazayım da günün anlam ve önemini anlasın herkes diyordum ama araya girdi işte o şabalak videocu ve hislerimi sordu, röpörtaj yapacakmış benle. Kocayla öpüştük, tuttu elimden beni, nasılsın dedi, iyi dedim, hazır mısın dedi, evet dedim bir an önce şu fotoları çektirelim karnım acıktı benim dedim. Aşağı indik fotoğraflar çekildi davetliler kokteylde salınırken. Bizi arka bahçede resim çektirirken kimse farketmedi. Sonra apar topar odamıza geri döndük. Nikah töreni başlamadan karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Sonra nikah, sonra yemekli düğün.. Önümüzde çok uzun bir gece vardı... İkimiz apar topar odamıza çıktık. Koca bize düğün yemeğindeki menüyü yukarı getirtmiş. Yiyebildin mi iğne diye sorarsanız ne mümkün? Sanırım çatalladım üzerlerini, bir iki lokma aldım, ağzımda büyüdü herşey. Alkol de alamadım pasiflora üstüne alkol de alırsam artık aşağıda neler yaparım diye. Neyse resimde halimizi görüyorsunuz.

Sonra herşey bir varmış bir yokmuş oldu. İğne sevgilisiyle birden tanımadığı bir sürü insanın içine el ele geldi yüksekte bir masaya oturdu, mikrofona evet diye bağırdı, herkes onu sanki konser vermiş 1 sanatçıymış gibi alkışladı, ayağına bass diye bağırdı, o da bastı, kocası da aynı şeyi denemeye kalktı masa altında tuhaf bir hareketlenme başladı.Gelinlik sağolsun; ayaklarını gelinliğin altında iyi bir şekilde saklamayı beceren iğne ayak basma turnuvasından galip çıktı (kocası hala aksini iddia etsede)... O gün İğne'nin hayatıda en'leri yaşadığı bir geceydi. Hayatının en heyecanlı anlarını o gün yaşadı, 400 kişilik davetliyle tek tek el sıkışıp öpüştü sarıldı, ayakları sızladı, karnı acıktı, herkes yemek yerken o yiyemedi, elif karlı bütün düğünde sahneden inmedi, full konser verdi, iğneyi şişirdi, iğne kendi pastasını yiyemedi (hala tadını bilmez mesela), kimler geldi kimler gelmedi bilemedi, tanımadığı kişilerle kaçıncı kez öpüştü, ayaklarına kimler bastı, ilk dansı yaparlarken kocasıyla bu şarkı neden bu kadar uzunmuş, hala sahnede sap gibiyiz, neden bu şarkı bitmiyor diye hayıflandı, kestikleri pastadan kimse onlara ikram etmedi, kesilir kesilmez alıp götürdüler, neden kimse onlara ayırmadı, neden masa masa dolaşırken kimse onlara aç mısınız susadınız mı, alın size 2 tane içki hazırlattık, şuracıkta için şunları demedi? Bugün İğne niye hatırladı ki o günü? Nerden aklıma geldiyse (!)
Not... "Kocaa! Sçççs ve Hımmm. (anladın sen onu)
Salı, Temmuz 03, 2007
Koku Kakafonisi ve Fıss üzerine bir yazı
Bugün tırışkadan bir şey yazıyorum size. Hem de Dubai'den değil İzmir'den yazıyorum (dubaili ayşe ablaya selam olsun), üstelik kimse para da vermiyor yazayım diye. O yüzden keyfimin kahyası olarak karar verdim bugün sizi parfüm konusunda bilgilendireceğim (!)
Aslında şimdi tırışka dedim ya parfüm uzmanı varsa kızacak bana. “ben bu işe yıllarımı, burnumu verdim, kolay mı kokla, tanı, bunun üst notası var , alt notası var, orta notası var, dokusu var… Bu üst nota da her ne demekse? Müzik olayı falan mı? Alt notasında da ylang ylang, sedir ağacı ve şam eriği var (anasına da babası, yeni evliyken ylang ylang getiriyordu eve-karıcım sana ylang ylang aldım-aaaayyy- yandım anaaammm- dur panik yapma- yılan değil be görgüsüz kadın- ylang ylang çiçeği bu… bilmiyor musun, tropik polenezya yaylasında yetişir bu, şebinkarahisarda taaa ben çocukken, dedemgil polenezyada trekkinge gittiydi de nineme getirdiydi bunun esansını! ), orta notalarda paçulisi var- hani orta notayı anladık da paçuli ne oluyor? Nedir, yenir mi, kokar mı, ot mudur, çiçek midir, yenir mi, içilir mi nedir yani bu paçuli? Sedir ağacı var alt notasında diyor kadın bana. Ulen sen çam ağacını görsen elektrik direği sanırsın, kozalak görsen yerde, onun çamdan değil, doğal gaz kazısıyla yerden oynayan kaldırım taşı sanırsın? sedir ağacı nedir bir ağaç nasıl kokar nasıl bileceksin?
Ben, yani T.İ bunu yer miyimmmm? Bi de bana bilmiş bilmiş paçuli bilmem kaçıncı notada, sedir ağacı ve amber bilmem kaçıncı notada… Sanki senfoni besteleyecek haspa!
Kısacası ben anlamıyorum öyle büyük büyük laflardan. Hele hele küçük küçük insanlardan tarafıma geliyorsa, hiiç mi hiiç anlamıyorum. Ben koku üstadı falan değilim, burnum hoşlanırsa koktuğundan ne ala, yoksa bana ne paçuliden ardıç miskinden… gıcık tezgahtar kalkmış bana aa ardıç var bunun orta notasında, bakın şuranıza sıkayım dayayın burnunuza ayağıyla, 5-6 fıs da kendine sıkar ve seni tütsüler. Sonuç patçuli mi her neyse fücudunuzda bir koku kakafonisi oluşur.
Bi de ben şeyimdir. Nasıl diyim hiçbir zaman ben chanel no.5ten başkasını kullanmam o benim kokumdur diyenlerden olamadım. Ben maymun iştahlıyım parfüm olayında. Sıkılırım bıkarım aynı kokuyu sürekli kendimde koklamaktan. Şişe yarılandı mı kalır o parfüm, hooop gelsin yeni parfüm. Dikkat ediyorum da bir parfümü satın almamda bugüne kadar herhangi bir koku üstadının yani tezgahtarın (kendilerini üstad sanıyorlar da) hiçbir katkısı olmamıştır. İçinde sedir ağacının olması da beni hiç mi hiç ilgilendirmemiştir.
Geçen hafta tekin acara gidip koklamaktan tepe sersemi olmuş bir şekilde çıktım. Sebep? Ordaki uyuz kızın alakam olmayacak bir ton parfümü üstüme boca etmesidir ki, ordan çıkarken kendimi banu alkan gibi hissettim Afrodit gül sokakta!. O sıcakta üzerime sıkılmış onlarca kış kokusu, ağır baharatlı kokuyu atmak için kordonda epey yürümek ve ceryanda oturmak durumunda kaldım. Hayır ben kıza istemem diyorum, aa bu yeni çıktı mutlaka deneyin diyor, yahu ben sevmiyorum onu diyorum, fıssss, bu da var diyor, kullandım onu diyor, fıııs, yok bu kalsın baharatlı sevmem diyorum, fııss, şekerli o istemem koklamıştım daha önce diyorum fıısss.
Beni orda kendimle bıraktığı 5 saniyelik bir boşlukta şişesinden ne menem bir şey olduğunu hissettiğim yeni kokumla tanışmış oldum ve kaçar adımlarla banu alkan gibi uzaklaştım ordan ( o kadar kokuyla milli atlet Süreyya gibi koşamazdım ya gül sokakta, reca ederim yani)
Sonuç: tekin acarda beğen, free shoptan aldır.. bitti gitti. Tanıştırayım, Stella Mc Carthney’den – In Two… Bu aralar İngiliz modacılara taktım, kışın da af buyurun alexander mc queen’in kingdom’ını kullanmıştım. Şimdi de stellacığım tam benim için çıkarmış. Böyle hacışakir sabunu gibi sabun sabun kokuyor. Durun sıkayım 2 fıss da size…nası?
Aslında şimdi tırışka dedim ya parfüm uzmanı varsa kızacak bana. “ben bu işe yıllarımı, burnumu verdim, kolay mı kokla, tanı, bunun üst notası var , alt notası var, orta notası var, dokusu var… Bu üst nota da her ne demekse? Müzik olayı falan mı? Alt notasında da ylang ylang, sedir ağacı ve şam eriği var (anasına da babası, yeni evliyken ylang ylang getiriyordu eve-karıcım sana ylang ylang aldım-aaaayyy- yandım anaaammm- dur panik yapma- yılan değil be görgüsüz kadın- ylang ylang çiçeği bu… bilmiyor musun, tropik polenezya yaylasında yetişir bu, şebinkarahisarda taaa ben çocukken, dedemgil polenezyada trekkinge gittiydi de nineme getirdiydi bunun esansını! ), orta notalarda paçulisi var- hani orta notayı anladık da paçuli ne oluyor? Nedir, yenir mi, kokar mı, ot mudur, çiçek midir, yenir mi, içilir mi nedir yani bu paçuli? Sedir ağacı var alt notasında diyor kadın bana. Ulen sen çam ağacını görsen elektrik direği sanırsın, kozalak görsen yerde, onun çamdan değil, doğal gaz kazısıyla yerden oynayan kaldırım taşı sanırsın? sedir ağacı nedir bir ağaç nasıl kokar nasıl bileceksin?
Ben, yani T.İ bunu yer miyimmmm? Bi de bana bilmiş bilmiş paçuli bilmem kaçıncı notada, sedir ağacı ve amber bilmem kaçıncı notada… Sanki senfoni besteleyecek haspa!
Kısacası ben anlamıyorum öyle büyük büyük laflardan. Hele hele küçük küçük insanlardan tarafıma geliyorsa, hiiç mi hiiç anlamıyorum. Ben koku üstadı falan değilim, burnum hoşlanırsa koktuğundan ne ala, yoksa bana ne paçuliden ardıç miskinden… gıcık tezgahtar kalkmış bana aa ardıç var bunun orta notasında, bakın şuranıza sıkayım dayayın burnunuza ayağıyla, 5-6 fıs da kendine sıkar ve seni tütsüler. Sonuç patçuli mi her neyse fücudunuzda bir koku kakafonisi oluşur.
Bi de ben şeyimdir. Nasıl diyim hiçbir zaman ben chanel no.5ten başkasını kullanmam o benim kokumdur diyenlerden olamadım. Ben maymun iştahlıyım parfüm olayında. Sıkılırım bıkarım aynı kokuyu sürekli kendimde koklamaktan. Şişe yarılandı mı kalır o parfüm, hooop gelsin yeni parfüm. Dikkat ediyorum da bir parfümü satın almamda bugüne kadar herhangi bir koku üstadının yani tezgahtarın (kendilerini üstad sanıyorlar da) hiçbir katkısı olmamıştır. İçinde sedir ağacının olması da beni hiç mi hiç ilgilendirmemiştir.
Geçen hafta tekin acara gidip koklamaktan tepe sersemi olmuş bir şekilde çıktım. Sebep? Ordaki uyuz kızın alakam olmayacak bir ton parfümü üstüme boca etmesidir ki, ordan çıkarken kendimi banu alkan gibi hissettim Afrodit gül sokakta!. O sıcakta üzerime sıkılmış onlarca kış kokusu, ağır baharatlı kokuyu atmak için kordonda epey yürümek ve ceryanda oturmak durumunda kaldım. Hayır ben kıza istemem diyorum, aa bu yeni çıktı mutlaka deneyin diyor, yahu ben sevmiyorum onu diyorum, fıssss, bu da var diyor, kullandım onu diyor, fıııs, yok bu kalsın baharatlı sevmem diyorum, fııss, şekerli o istemem koklamıştım daha önce diyorum fıısss.
Beni orda kendimle bıraktığı 5 saniyelik bir boşlukta şişesinden ne menem bir şey olduğunu hissettiğim yeni kokumla tanışmış oldum ve kaçar adımlarla banu alkan gibi uzaklaştım ordan ( o kadar kokuyla milli atlet Süreyya gibi koşamazdım ya gül sokakta, reca ederim yani)
Sonuç: tekin acarda beğen, free shoptan aldır.. bitti gitti. Tanıştırayım, Stella Mc Carthney’den – In Two… Bu aralar İngiliz modacılara taktım, kışın da af buyurun alexander mc queen’in kingdom’ını kullanmıştım. Şimdi de stellacığım tam benim için çıkarmış. Böyle hacışakir sabunu gibi sabun sabun kokuyor. Durun sıkayım 2 fıss da size…nası?
Çarşamba, Haziran 27, 2007
Kill Ayşe Vol.2

The Bride yani ben, O-Ren Ishii denen manyak temizlikçi Ayşe, telefonu çaat diye suratına kapatınca afallamıştır. Elindeki hattori hanzo kılıcı dahi olsa, bir temizlikçi tarafından suratına telefonun kapanmasını yedirememiş olayı tamamen TEK’e bağlamıştır. Saftorik Bride (T.İ) herhalde elektrikler kesildi, ayşenin telsiz telefonu olduğu için hat da kesildi diye gerizekalı polyanna gibi düşünmektedir. Yaklaşık 10 kez aynı numarayı redial tuşuna basarak çevirmekte ve O-Ren Ishii ayşesi telefonu açmamaktadır. İnsana şöyle ağzına layık bir düello da yaptırtmamaktadır bu yüzüne tükürülesi. Eğer telefonu açsa, T.İ, Kill Bill Vol.1’in final sahnesini pek güzel oynayacaktı ama kursağında bırakmıştı pis kadın…
Anında annesini arayan T.İ, durumun vahametini anlatarak annesinden ayşeyi başka bir numaradan aramasını rica eder… aradan 10 dakka geçer. Telefon çalar, arayan T.İ.nin annesidir. The Bride’in annesi sinirden zangır zangır titremektedir. O-Ren midir ren geyiği midir her neyse Ayşe kadın fasülyesi T.İ.nin annesine telefonu açmış, “ben telefonu kapatmadım, kocam da teli açmış olamaz, daha eve gelmedi, senin kızın yalan söylüyor, ya da yanlış no çevirmiştir, hem ben kızına bir daha gelmeyecem, beni ne profösörler istiyor hem de 70 ytl veriyorlar, o yüzden gitmiycem ona “demiş. The bride’ın anası da kibar kadın… Sadece “ayşe hanım yazık yazık, kızım neden yalan söylesin akşam akşam senin zaten görevin arayıp haber vermek. Ben gelemeyeceğim bundan sonra, kendinize başkasını bulun demek yeterliydi, ayıp bu senin yaptığın. Kaç haftadır kızımın gününde haber bile vermeden gelmiyorsun, kızım peşinde seni arayıp duruyor, 6 yıldır geliyorsun bize. İş yapmanın da bir adabı vardır, gelmeyeceksen ararsın haber verirsin, istersen 100 ytlye git, o kadar salak varsa sana o parayı verecek, bize pahalı gelirsin, ama 1 kahvenin kırk yıl hatırı vardır, bu davranışı sana hiç yakıştıramadım” demekle yetinmiş. O-Ren Ishii o.su; T.İ.nin annesine “sana da gelmiycem, senin annene de gelmiycem artık beni kimler kimler istiyor, bundan böyle 70 verene gidicem” demiş…
T.İ ve anası telde birbirleriyle ağlaşıp kendilerine yapılan bu cahil cühela temizlikçinin davranışlarını hazmedememiştir.
Film biterken ekranda kahramanların gelecekteki durumu yazılır ya ekrana.. İşte Vol.2 den sonra aşağıda filmdeki kahramanların başlarına gelen durumları okuyabilirsiniz…
Anında annesini arayan T.İ, durumun vahametini anlatarak annesinden ayşeyi başka bir numaradan aramasını rica eder… aradan 10 dakka geçer. Telefon çalar, arayan T.İ.nin annesidir. The Bride’in annesi sinirden zangır zangır titremektedir. O-Ren midir ren geyiği midir her neyse Ayşe kadın fasülyesi T.İ.nin annesine telefonu açmış, “ben telefonu kapatmadım, kocam da teli açmış olamaz, daha eve gelmedi, senin kızın yalan söylüyor, ya da yanlış no çevirmiştir, hem ben kızına bir daha gelmeyecem, beni ne profösörler istiyor hem de 70 ytl veriyorlar, o yüzden gitmiycem ona “demiş. The bride’ın anası da kibar kadın… Sadece “ayşe hanım yazık yazık, kızım neden yalan söylesin akşam akşam senin zaten görevin arayıp haber vermek. Ben gelemeyeceğim bundan sonra, kendinize başkasını bulun demek yeterliydi, ayıp bu senin yaptığın. Kaç haftadır kızımın gününde haber bile vermeden gelmiyorsun, kızım peşinde seni arayıp duruyor, 6 yıldır geliyorsun bize. İş yapmanın da bir adabı vardır, gelmeyeceksen ararsın haber verirsin, istersen 100 ytlye git, o kadar salak varsa sana o parayı verecek, bize pahalı gelirsin, ama 1 kahvenin kırk yıl hatırı vardır, bu davranışı sana hiç yakıştıramadım” demekle yetinmiş. O-Ren Ishii o.su; T.İ.nin annesine “sana da gelmiycem, senin annene de gelmiycem artık beni kimler kimler istiyor, bundan böyle 70 verene gidicem” demiş…
T.İ ve anası telde birbirleriyle ağlaşıp kendilerine yapılan bu cahil cühela temizlikçinin davranışlarını hazmedememiştir.
Film biterken ekranda kahramanların gelecekteki durumu yazılır ya ekrana.. İşte Vol.2 den sonra aşağıda filmdeki kahramanların başlarına gelen durumları okuyabilirsiniz…
- The Bride’ın evi Ayşe’den bu yana 3 hafta b.k götürmüştür.
- Ama Kill Ayşe Vol.2 bitti. Yaşasın yeni kadın Nilgün!
- Yeni kadın Nilgün şimdilik tahtaya vurun bir densizlik ya da bir hadsizliği olmamıştır
- Ve 50 ytl ye gül gibi gelebilmektedir.
- O-Ren Ishii, sadece T.İ’yi, annesini ve anneannesini kaybederek 3 müşteriden olmuştur
- T.İ.nin evi çöp ev olmaktan kurtulmuştur.
- O-Ren Ishii Ayşe hattori hanzo kılıcının sadece Hanzo’su olarak T.İ.nin mazisinde yer almıştır.
- T.İ.nin annesi ve anneannesi de artık Nilgün’le çalışmaya başlamıştır.
- 100 yetele vereni bulunca 70 yetele verenleri de bırakan Ayşe'nin şuan otobanda açık arttırmayla kamyoncularla pişpirik oynadığı görülmüştür.
Pazartesi, Haziran 18, 2007
KILL BILL VOL.1
Şimdi bir temizlikçi düşünün. İsmi ayşe. Sanırım 6 sene oldu bize gelmeye başlayalı. Hani önce annene gelmeye başlar, seversin alışırsın, o da sana alışır. Sonra anneannen kusur kalmaz, o da alır ayşeyi. O da beğenir temizliğini.hele hele temizliklikçilerin korkulu rüyası eski toprak anneanne sultan da ayşeyi beğendiyse iş tamamdır. Artık ayşe evimizin kızıdır. İğne evlenmeden önce anne ve anneanne ayşeyi çekerler bir kenara. Bak ayşe, bu iğne azcık tembeldir, biliyosun zaten odasını hep sen toplardın, k.ıçını yaymayı çık sever, bak zaten garibimin işleri da çok yoğun, bi de kocası olcak artık, o kendi k.çını toparlayamıyor evini nasıl toparlayacak? Sen onun ablasısın ayşe, artık onu hiç bırakma olur mu Ayşecim? Bak günün yok dersen bize az gel ama iğneye her hafta git olur mu Ayşecim? Merak etmeyin, ben bırakmam hiç iğne kızımı…
Time goes by….
Kocacım, ben dayanamıyorum artık bekle bekle geç kaldım zaten, sen bekler misin evde ayşeyi, bak benim çıkmam lazım.. iyi bari bekleriz ayşe hanfendiyi.
Alooov, kocacım? ayşe ? gelmedi iğne, ben de bekledim ama çıkmam gerekiyordu. Artık gelirse de geri döner, bu saatten sonra da başkasına gidemez (optimist kocam benim)
Aloov ayşe abla? Efendim iğne, e neden gelmedin sen bugün? Unuttum ben sana gelceğimi iğne, o yüzden bilmemne hanıma gittim ben… ama ayşe abla nasıl unutulur ya? Sen her hafta bana geliyorsun, başkasına söz verdiysen bana haber versen ne olurdu? Unuttum diyom işte sana. Haftaya gelirim… (çaat telefon sesi- ayşe karısı kapatmıştır telefonu T.İ.nin yüzüne)
Koca: o vileda ne elinde? Yerleri silicem, b.k götürüyo evi, rica etsem ütü masasını da getirir misin salona? Napacan? Senin gömlekler bana kaldı.. Allahım allahım, bu saatte bana bunu mu layık gördün? Canım elleme, ayşe haftaya yapar, nayır kocaaa, bence o artık hiç gelmeyecek (iğne elinde vodkalı karışık meyve kokteyliyle camdan sitenin ebleh bekçi iti rintintinin çimlerde salakça zıplamasına bakar. Gözleri uzaklara dalar, kocasına “O” artık hiç gelmeyecek der.
1 hafta olmuş, iğnenin kolundaki ütü yanıkları iyileşmeye başlamıştır, fücudunda temizlik yaparken çevresine ve kendine verdiği zararlar ona morluk ve yara-bere olarak dönmüş, iğne dört gözle ayşenin o sabah gelmesini beklemektedir. Ve ayşe yine gelmez. Akşam olur, iğne ayşenin evini arar. Kocası çıkar ayşenin telefona. Aloo, ayşe ablayı alabilir miyim? Bi saniye, ayşeeee? İğne o kadar kızgındır ki ayşeye kulağını telefona dikmiş, ayak seslerini bile duymaya çalışmaktadır.
T.İ’nin beyninde sahne birden yavaşlar. Ayşe holün köşesini manken adımlarla dönmektedir. Fonda kill bill Vol.1’deki Uma ablamla O-Ren Ishii’nin düello sahnesinin müziği çalar- hani karlar üstünde. O-Ren Ishii yani Ayşe, holde yürürken, Uma- yani – Bride- yani ben; elimde hattori hanzo kılıcıyla telefonun diğer hattında bekliyorum "O- Ren"i. Ayak sesleri yaklaşır yaklaşır, bir elin telefonu kaldırıp telefonu aldığını hisseder ve birden çatannnk diye bir ses duyulur. O –Ren or.su telefonu Bride’in yüzüne bir şey demeden kapatmıştır. The bride kılıcını kuşanmış telefonun öbür ucunda salak gibi beklemektedir oysa...
VOL 2.yi bekleyin anacım.
Tarantino İğne
Time goes by….
Kocacım, ben dayanamıyorum artık bekle bekle geç kaldım zaten, sen bekler misin evde ayşeyi, bak benim çıkmam lazım.. iyi bari bekleriz ayşe hanfendiyi.
Alooov, kocacım? ayşe ? gelmedi iğne, ben de bekledim ama çıkmam gerekiyordu. Artık gelirse de geri döner, bu saatten sonra da başkasına gidemez (optimist kocam benim)
Aloov ayşe abla? Efendim iğne, e neden gelmedin sen bugün? Unuttum ben sana gelceğimi iğne, o yüzden bilmemne hanıma gittim ben… ama ayşe abla nasıl unutulur ya? Sen her hafta bana geliyorsun, başkasına söz verdiysen bana haber versen ne olurdu? Unuttum diyom işte sana. Haftaya gelirim… (çaat telefon sesi- ayşe karısı kapatmıştır telefonu T.İ.nin yüzüne)
Koca: o vileda ne elinde? Yerleri silicem, b.k götürüyo evi, rica etsem ütü masasını da getirir misin salona? Napacan? Senin gömlekler bana kaldı.. Allahım allahım, bu saatte bana bunu mu layık gördün? Canım elleme, ayşe haftaya yapar, nayır kocaaa, bence o artık hiç gelmeyecek (iğne elinde vodkalı karışık meyve kokteyliyle camdan sitenin ebleh bekçi iti rintintinin çimlerde salakça zıplamasına bakar. Gözleri uzaklara dalar, kocasına “O” artık hiç gelmeyecek der.
1 hafta olmuş, iğnenin kolundaki ütü yanıkları iyileşmeye başlamıştır, fücudunda temizlik yaparken çevresine ve kendine verdiği zararlar ona morluk ve yara-bere olarak dönmüş, iğne dört gözle ayşenin o sabah gelmesini beklemektedir. Ve ayşe yine gelmez. Akşam olur, iğne ayşenin evini arar. Kocası çıkar ayşenin telefona. Aloo, ayşe ablayı alabilir miyim? Bi saniye, ayşeeee? İğne o kadar kızgındır ki ayşeye kulağını telefona dikmiş, ayak seslerini bile duymaya çalışmaktadır.

T.İ’nin beyninde sahne birden yavaşlar. Ayşe holün köşesini manken adımlarla dönmektedir. Fonda kill bill Vol.1’deki Uma ablamla O-Ren Ishii’nin düello sahnesinin müziği çalar- hani karlar üstünde. O-Ren Ishii yani Ayşe, holde yürürken, Uma- yani – Bride- yani ben; elimde hattori hanzo kılıcıyla telefonun diğer hattında bekliyorum "O- Ren"i. Ayak sesleri yaklaşır yaklaşır, bir elin telefonu kaldırıp telefonu aldığını hisseder ve birden çatannnk diye bir ses duyulur. O –Ren or.su telefonu Bride’in yüzüne bir şey demeden kapatmıştır. The bride kılıcını kuşanmış telefonun öbür ucunda salak gibi beklemektedir oysa...

Tarantino İğne
Çarşamba, Haziran 13, 2007
Msn Sohbetleri (yastık sohbetleri anlamında)
Ve Ord. İletişim Prof.’u T.İ’den (bendeniz) “İkili İlişkilerden Üçlü İlişkilere Geçenlere Dair Post-Modern (her ne demekse) İnciler”
(Model: Suskunluk Sarmalı Senfonisi)
Dialog:
Toplu İğne (kısaca T.İ denecek)
SLX sahsiyetli insan (kafaca özürlü olduğundan dolayı kısaca "Ö" denecek)
Yazar şahsiyetin önemli notu: Sonuna kadar sıkılmadan bu diyalogu okuyun. fikirleriniz benim için değerlidir. boşuna bu yazışmayı buraya koymadık herhalde! Sonuna kadar okuyun ve fikirlerinizi paylaşın. Burda çok önemli bir toplumsal yaraya (!) parmak basmış bulunmaktayız çünkü. Haydee okuyun
Ö: tembel teneke
T.İ: ne be?senden geç çıkıyom ben özürlü. geç gelmek de hakkım
Ö:hadi leyn, müdür bozuntusu, sen ne biçim örneksin
T.İ: yeğenini öp benim için
Ö: öperim teyzesi
T.İ:nedir plan? hanımefendinin tohum günü için
Ö: pasta kesilecek, şak şak yapılacak, ne anlar o plandan tarzı yani
T.İ:1 yaş-zaman ne hızlı yahu, abisine de kesin bari 1 pasta, ben acıyom çok ona
Ö: o anca gidip nereyi inceleyim derdinde, abinin mezuniyeti var perşembe akşamı
T.İ: yanlız senin planların bozulcak şimdi
Ö: planım mı var
T.İ:sen, biriyle çıkmaya başlayan en yakın kız arkadaşına her akşam yatır gibi takıldığın için, 2 gece görüşemeyicen şimdi onlarla vah vaaahhh
Ö: hehehe hafta içi görüşmüyom ben onlarla akıllım ama bilemedin yarın gece kız arkadaşıma davetliyim
T.İ: aha bak işte! yatırsın yatııırrr
Ö: iide annesi davet etti, çünkü kız arkadaşım x haftasonları bende kalıyo sevgilisiyle… anneside, ayıp kızım, her haftasonu Ö’de kalınır mı diyip duruyo
T.İ: o da 1 nevi yatır zaten
Ö: ortamı yumuşatmaya çağrıldım, valla bundan sonra nereye giderlerse gitsinler, ha ben burdayımdır gelip kalsınlar, ama onlar kalacak diye de planlarımı değiştiremem
T.İ: onlar zaten sana güvenmesinler zaten
Ö: güvenmesinler, bugüne kadar onları düşündümde ne oldu, onlar yine kendilerini düşündüler, zaten ben akıllanmıcam hiç, senin o salak 1 arkadaşın var ya işte o, o konuda haklı
T.İ: haklısın ama gene bak acaip verici oldun görüyon deilmi
Ö: ya bunu farkında olmadan yapıyorum ve farkedincede çok üzülüyorum
T.İ: ya aslında bu bilinçaltında bir al gülüm ver gülüm olayı. aslında sen memnunsun
Ö: değilim
T.İ: onlar da memnun
Ö: valla değilim
T.İ:başlarda memnunsun, sonra farketmeye başlıyorsun
Ö: ben onların yanında ne arıyorum oldum son zamanlarda
T.İ:evet işte son zamanlarda
Ö: haa onlar bana muhtaçsa onlar benim yanımda olsun
T.İ: başlarda sen de onları onlar da seni 1 şekilde kullanıyorsun aslında. kötü anlamda demiyorum bunu ama… bilinçaltında her 2 taraf karşılıklı olarak birbirinden fayda sağlar. bu iletişimin tanımı zaten. fayda kötü 1 manada deil ve iletişim 2 yönlü karşılıklı 1 süreç. sizin bu süreç 3 yöne çıkıyor
T.İ: doğaldır ki sağlanan faydaların rotası değişmeye başlıyor 4 yöne çıksa bu iletişim. oh ne ala tekrar karşılıklı fayda esasına dayanacak
3 kişilik olay 2 kişinin birbirine faydası ve diğerinin de fayda sağlayabilmek için verici olma özelliğini artırmaya başlaması haline dönüşüyor
T.İ: sonuç: 3. kişi iletişim rotasından kopmamak için vericiliği artırır, kendini yorar ve farkına varır. 1. ve 2.nin olacağı bir başka iletişim boyutuna ya geçecektir ya da okeye 4.bulacaktır ki eski rotaya karşılıklı olarak devam edilsin
T.İ: bu 4. dediğim olay illa ki 1 erkek değil yalnız. 1. ve 2. de illa kadın-erkek olmak zorunda değil. çoğul ilişkilerde eğer tekil sayıysa bir; o kişii her zaman dışarı itilir. bu istemdışı yapılan 1 bilinçaltı eylemidir
T.İ: tekil kişi de itilmemek için (çünkü o da 1 fayda sağlıyordur bu ilişkiden), başlar istihab haddini zorlamaya ve sonra o bağ kırılmaya başlar
T.İ: bağ kırıldıkça kişi kırılmaya, kendini yanlız ve acaip verici hissetmeye başlar
T.İ: suskunluk sarmalı aşaması denir buna ve kapanır
Ö: bunu bloguna yazsana , müthişti
T.İ:ya
Ö: peki 3. tekil kişi kendini bu hissiyattan nasıl kurtarır
T.İ:aslında basit, canlı doğasının temelinde iletişim var
Ö: açalım ltfn
T.İ:3. kişi öncelikle bu sarmalın içinden kurtulmayı hedefleyecek
burdaki ilk sarmal 3lü iletişimi sürdürme çabaları kendisini tam olarak çekeceği / kapatacağı 1 yöntemden bahsetmiyorum iletişim aslında 1 doğru çizgi düşün onun tam ortası
T.İ: onun eksi tarafı suskunluk tarafı, artı tarafı da grift taraf, o yüzden iletişimi elinde bulunduran bireyler için o doğruyu doğru kullanmak gerekir
Ö: yani 3. tekil kişi bu ortada durma olayını iyi dengelemeli
T.İ:evet 3. olan sensin çünkü, diğerlerinden farklısın, onların iletişimini 1 bağ olarak düşün, onların olayı basit. 1 bağ ikisi arasında var, gidip geliyor
T.İ:senin bağın ise 2 tane, bir ona bir diğerine, yani senin işin daha zor ve – ve çişim geldi- break
Ö: peki 3. tekil kişiye önerin ne? ben kafama örnekleme yapılmadan bişe sokamam
T.İ:okeye 4.bul diyom ya sana! bu erkek olmak zorunda değil
Ö: tabi iğneee. 4. olmak isteyen insanlarda kuyruktaydı
T.İ: 3lü iletişim kurmaya kalkarsan ki hele hele bu diğer 2si sevgiliyse sen her zaman kendini 3. tekil şahıs olarak hissedersin. bundan onların suçu da yok aslında. bu olay insanın doğasında var.
bilinçaltından özen ve önem sırasına göre insanlar iletişim değerlerini belirlerler. sen eskiden en samimi kız arkadaşınla aynı değerdeyken… kız arkadaşının 1 sevgilisi olmasıyla iletişim değeri seni katlıyo yani
T.İ: o yüzden bazen sen; benim ne işim var onların yanında derken
bazen onlar ya da onlardan biri de bu kızın yanımızda sürekli ne işi var diyebilir. bunu çözebilmenin en basit yolu senin iletişim değerini onların üzerinden alan 1. 4cü üzerine yoğunlaştırman
T.İ: cumt. gününü örnek al. alışveriş merkezinde yanında onlar olmadan, kocakarılar gibi söylene söylene benle takılman bile, buna 1 örnek! bu karşı tarafa şu mesajı da veriyor aslında: siz benim tek iletişim kurduğum ögeler değilsiniz. bunu dank diye söylemene gerek yok tabi, bu tür davranış özellikleri göstererek; diğerlerine aslında sen 1 mesaj veriyorsun, geliştirdiğin bu yeni davranışla,
T.İ: kör gözüne sokar gibi örnek vermemi istiyorsan: akşam bir yere mi davet ettiler? gitmemek olmaz. git ama al yanına birini ve o gece onların yanında ama onlardan ayrı ol. sinema mı? sana gitme demiyorum, git ama okeye 4. bul da git. onların o kişiyi 4.yü tanımalarına gerek yok. senin tanıman ve rahat etmen önemli burda
T.İ:diğer ikisi zaten birbirine yeter ama sen burda bencil olup kendi istediğini getireceksin ki iletişim kurabilesin. sinemaya gittin, eğlen diğeriyle…
T.İ:yani aslında tekrar teoriye geçersek: kendi iletişim çevreni yaratmak , var olan 1 iletişim çevresini kullanmaktan daha kolaydır
varolana adapte olmak uyum sağlama kabul görme kabulllenme süreci daha zordur
Ö: sanırım ben bunu farkında olmadan yapmaya başladım. cuma akşamı film izlicektik b’yi de çağırdım ve onlara sölemedim
T.İ: kendii çevreni oluşturmaya çalışırken kendini de değiştirdiğini göreceksin zaten
Ö: b ile bana geldiklerinde evde karşılaştılar
T.İ: bak çok güzel yapmışsın, bravo
"Ö: ama bunu bilinçli yapmadım yani senin dediğini
T.İ:senin evinde mi kaldılar gene
Ö: aynen öle
T.İ: şu anda yaptığın en büyük vericilikten birinin evini onları memnun etmek için kullanmış olduğun. doğru mudur
Ö: böle başlamadı, ama olay buna döndü
T.İ:evet ama özürlü; sorun sende, onlar klasik kullanıcı profilini tanımlatıyorlar bana, tipikler; sen de tipik verici. o yüzden teşhis çok kolay, tedavisi de kolay! tedavi yöntemi Özürlüseptin 100mglik sabah akşam
Ö: o ne be
T.İ: tedavisi sensin diyorum
Ö: Allahım, bana değiştiremeyeceğim şeyler için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve ikisi arasındaki farkı anlamam için akıl ver
T.İ: ee bu lafa bu yakışır
Ö: beyaz gelincik süpermiş akşam ha, kuzen baştan sona anlatıyo
T.İ:ben seyrettim, ama hep mutlu sone gelip bırakıyorlar, ben de ona gıcık oluyorum, dizide yıllardır sürekli aynı-hep sorun hep sorun gerildik. bari işin güzelliğini uzatsalar da azcık mutlu şeyler seyretsek
Ö: ya harbi kıl karısın,
T.İ: hadi naşş
(Model: Suskunluk Sarmalı Senfonisi)
Dialog:
Toplu İğne (kısaca T.İ denecek)
SLX sahsiyetli insan (kafaca özürlü olduğundan dolayı kısaca "Ö" denecek)
Yazar şahsiyetin önemli notu: Sonuna kadar sıkılmadan bu diyalogu okuyun. fikirleriniz benim için değerlidir. boşuna bu yazışmayı buraya koymadık herhalde! Sonuna kadar okuyun ve fikirlerinizi paylaşın. Burda çok önemli bir toplumsal yaraya (!) parmak basmış bulunmaktayız çünkü. Haydee okuyun
Ö: tembel teneke
T.İ: ne be?senden geç çıkıyom ben özürlü. geç gelmek de hakkım
Ö:hadi leyn, müdür bozuntusu, sen ne biçim örneksin
T.İ: yeğenini öp benim için
Ö: öperim teyzesi
T.İ:nedir plan? hanımefendinin tohum günü için
Ö: pasta kesilecek, şak şak yapılacak, ne anlar o plandan tarzı yani
T.İ:1 yaş-zaman ne hızlı yahu, abisine de kesin bari 1 pasta, ben acıyom çok ona
Ö: o anca gidip nereyi inceleyim derdinde, abinin mezuniyeti var perşembe akşamı
T.İ: yanlız senin planların bozulcak şimdi
Ö: planım mı var
T.İ:sen, biriyle çıkmaya başlayan en yakın kız arkadaşına her akşam yatır gibi takıldığın için, 2 gece görüşemeyicen şimdi onlarla vah vaaahhh
Ö: hehehe hafta içi görüşmüyom ben onlarla akıllım ama bilemedin yarın gece kız arkadaşıma davetliyim
T.İ: aha bak işte! yatırsın yatııırrr
Ö: iide annesi davet etti, çünkü kız arkadaşım x haftasonları bende kalıyo sevgilisiyle… anneside, ayıp kızım, her haftasonu Ö’de kalınır mı diyip duruyo
T.İ: o da 1 nevi yatır zaten
Ö: ortamı yumuşatmaya çağrıldım, valla bundan sonra nereye giderlerse gitsinler, ha ben burdayımdır gelip kalsınlar, ama onlar kalacak diye de planlarımı değiştiremem
T.İ: onlar zaten sana güvenmesinler zaten
Ö: güvenmesinler, bugüne kadar onları düşündümde ne oldu, onlar yine kendilerini düşündüler, zaten ben akıllanmıcam hiç, senin o salak 1 arkadaşın var ya işte o, o konuda haklı
T.İ: haklısın ama gene bak acaip verici oldun görüyon deilmi
Ö: ya bunu farkında olmadan yapıyorum ve farkedincede çok üzülüyorum
T.İ: ya aslında bu bilinçaltında bir al gülüm ver gülüm olayı. aslında sen memnunsun
Ö: değilim
T.İ: onlar da memnun
Ö: valla değilim
T.İ:başlarda memnunsun, sonra farketmeye başlıyorsun
Ö: ben onların yanında ne arıyorum oldum son zamanlarda
T.İ:evet işte son zamanlarda
Ö: haa onlar bana muhtaçsa onlar benim yanımda olsun
T.İ: başlarda sen de onları onlar da seni 1 şekilde kullanıyorsun aslında. kötü anlamda demiyorum bunu ama… bilinçaltında her 2 taraf karşılıklı olarak birbirinden fayda sağlar. bu iletişimin tanımı zaten. fayda kötü 1 manada deil ve iletişim 2 yönlü karşılıklı 1 süreç. sizin bu süreç 3 yöne çıkıyor
T.İ: doğaldır ki sağlanan faydaların rotası değişmeye başlıyor 4 yöne çıksa bu iletişim. oh ne ala tekrar karşılıklı fayda esasına dayanacak
3 kişilik olay 2 kişinin birbirine faydası ve diğerinin de fayda sağlayabilmek için verici olma özelliğini artırmaya başlaması haline dönüşüyor
T.İ: sonuç: 3. kişi iletişim rotasından kopmamak için vericiliği artırır, kendini yorar ve farkına varır. 1. ve 2.nin olacağı bir başka iletişim boyutuna ya geçecektir ya da okeye 4.bulacaktır ki eski rotaya karşılıklı olarak devam edilsin
T.İ: bu 4. dediğim olay illa ki 1 erkek değil yalnız. 1. ve 2. de illa kadın-erkek olmak zorunda değil. çoğul ilişkilerde eğer tekil sayıysa bir; o kişii her zaman dışarı itilir. bu istemdışı yapılan 1 bilinçaltı eylemidir
T.İ: tekil kişi de itilmemek için (çünkü o da 1 fayda sağlıyordur bu ilişkiden), başlar istihab haddini zorlamaya ve sonra o bağ kırılmaya başlar
T.İ: bağ kırıldıkça kişi kırılmaya, kendini yanlız ve acaip verici hissetmeye başlar
T.İ: suskunluk sarmalı aşaması denir buna ve kapanır
Ö: bunu bloguna yazsana , müthişti
T.İ:ya
Ö: peki 3. tekil kişi kendini bu hissiyattan nasıl kurtarır
T.İ:aslında basit, canlı doğasının temelinde iletişim var
Ö: açalım ltfn
T.İ:3. kişi öncelikle bu sarmalın içinden kurtulmayı hedefleyecek
burdaki ilk sarmal 3lü iletişimi sürdürme çabaları kendisini tam olarak çekeceği / kapatacağı 1 yöntemden bahsetmiyorum iletişim aslında 1 doğru çizgi düşün onun tam ortası
T.İ: onun eksi tarafı suskunluk tarafı, artı tarafı da grift taraf, o yüzden iletişimi elinde bulunduran bireyler için o doğruyu doğru kullanmak gerekir
Ö: yani 3. tekil kişi bu ortada durma olayını iyi dengelemeli
T.İ:evet 3. olan sensin çünkü, diğerlerinden farklısın, onların iletişimini 1 bağ olarak düşün, onların olayı basit. 1 bağ ikisi arasında var, gidip geliyor
T.İ:senin bağın ise 2 tane, bir ona bir diğerine, yani senin işin daha zor ve – ve çişim geldi- break
Ö: peki 3. tekil kişiye önerin ne? ben kafama örnekleme yapılmadan bişe sokamam
T.İ:okeye 4.bul diyom ya sana! bu erkek olmak zorunda değil
Ö: tabi iğneee. 4. olmak isteyen insanlarda kuyruktaydı
T.İ: 3lü iletişim kurmaya kalkarsan ki hele hele bu diğer 2si sevgiliyse sen her zaman kendini 3. tekil şahıs olarak hissedersin. bundan onların suçu da yok aslında. bu olay insanın doğasında var.
bilinçaltından özen ve önem sırasına göre insanlar iletişim değerlerini belirlerler. sen eskiden en samimi kız arkadaşınla aynı değerdeyken… kız arkadaşının 1 sevgilisi olmasıyla iletişim değeri seni katlıyo yani
T.İ: o yüzden bazen sen; benim ne işim var onların yanında derken
bazen onlar ya da onlardan biri de bu kızın yanımızda sürekli ne işi var diyebilir. bunu çözebilmenin en basit yolu senin iletişim değerini onların üzerinden alan 1. 4cü üzerine yoğunlaştırman
T.İ: cumt. gününü örnek al. alışveriş merkezinde yanında onlar olmadan, kocakarılar gibi söylene söylene benle takılman bile, buna 1 örnek! bu karşı tarafa şu mesajı da veriyor aslında: siz benim tek iletişim kurduğum ögeler değilsiniz. bunu dank diye söylemene gerek yok tabi, bu tür davranış özellikleri göstererek; diğerlerine aslında sen 1 mesaj veriyorsun, geliştirdiğin bu yeni davranışla,
T.İ: kör gözüne sokar gibi örnek vermemi istiyorsan: akşam bir yere mi davet ettiler? gitmemek olmaz. git ama al yanına birini ve o gece onların yanında ama onlardan ayrı ol. sinema mı? sana gitme demiyorum, git ama okeye 4. bul da git. onların o kişiyi 4.yü tanımalarına gerek yok. senin tanıman ve rahat etmen önemli burda
T.İ:diğer ikisi zaten birbirine yeter ama sen burda bencil olup kendi istediğini getireceksin ki iletişim kurabilesin. sinemaya gittin, eğlen diğeriyle…
T.İ:yani aslında tekrar teoriye geçersek: kendi iletişim çevreni yaratmak , var olan 1 iletişim çevresini kullanmaktan daha kolaydır
varolana adapte olmak uyum sağlama kabul görme kabulllenme süreci daha zordur
Ö: sanırım ben bunu farkında olmadan yapmaya başladım. cuma akşamı film izlicektik b’yi de çağırdım ve onlara sölemedim
T.İ: kendii çevreni oluşturmaya çalışırken kendini de değiştirdiğini göreceksin zaten
Ö: b ile bana geldiklerinde evde karşılaştılar
T.İ: bak çok güzel yapmışsın, bravo
"Ö: ama bunu bilinçli yapmadım yani senin dediğini
T.İ:senin evinde mi kaldılar gene
Ö: aynen öle
T.İ: şu anda yaptığın en büyük vericilikten birinin evini onları memnun etmek için kullanmış olduğun. doğru mudur
Ö: böle başlamadı, ama olay buna döndü
T.İ:evet ama özürlü; sorun sende, onlar klasik kullanıcı profilini tanımlatıyorlar bana, tipikler; sen de tipik verici. o yüzden teşhis çok kolay, tedavisi de kolay! tedavi yöntemi Özürlüseptin 100mglik sabah akşam
Ö: o ne be
T.İ: tedavisi sensin diyorum
Ö: Allahım, bana değiştiremeyeceğim şeyler için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve ikisi arasındaki farkı anlamam için akıl ver
T.İ: ee bu lafa bu yakışır
Ö: beyaz gelincik süpermiş akşam ha, kuzen baştan sona anlatıyo
T.İ:ben seyrettim, ama hep mutlu sone gelip bırakıyorlar, ben de ona gıcık oluyorum, dizide yıllardır sürekli aynı-hep sorun hep sorun gerildik. bari işin güzelliğini uzatsalar da azcık mutlu şeyler seyretsek
Ö: ya harbi kıl karısın,
T.İ: hadi naşş
Pazartesi, Haziran 11, 2007
Gayriye’nin akibeti…ve çekilen son resmi

Bir 15 gün bloguma giremedim, Çarşamba pazarına döndürmüşsünüz can’ım blogumu… Yahu ben asskerliğini mucbir sebepten çok istediği halde yapamayan kapı gibi özürlü raporu olan yiğidim aslanım ahmedim burağımdan bahsediyorum; birileri kalkmış bana gayriyeyi soruyor… Yani ne alaka? Ben gayriye hanımın basın sözcüsü müyüm?
Merak edenlere söyliyim; gayriye elimde. Filhakika yaşıyor, hem de maşallah sapasağlam. Yaptığım tüm tacizlere ve işkencelere rağmen ölmedi. Obur gibi de yiyor, rehine olarak aldım, ocağıma incir dikti… starbuckstan mochalı soğuk kahve ister, mc donaldstan bigmac ister, salçalı makarnaya burun kıvırır pesto soslu penne ister, bağlı elleri nasır tutmasın diye bodyshopun kenevirli bakım kremini ister, sıcakta kokmasın diye lady speed stick 24 ve lancome serinletici fücut spreyini ister, rujunu tazelememi ama tazelerken de juicy tube mercan renklisini kullanmamı ister de ister… Soğuk mocha yerine nescafenin 3ün 1ini aldım, içmem dedi, juicy tube yerine ketrin arley mi ney hani 3 yeteleye ruj var, aldım sürdüm, dudakları uçukladı, çenesini çekemedim, gittim juicy'sini buldum aldım...çok yakındır, üstüne para verip almak isteyene kaktırabilirim.
Aşağıda merak eden ve yorum bırakan bir sürü anonime duyurulur (nihat doğan kişisi de dahil)
O kadarrrr!
Merak edenlere söyliyim; gayriye elimde. Filhakika yaşıyor, hem de maşallah sapasağlam. Yaptığım tüm tacizlere ve işkencelere rağmen ölmedi. Obur gibi de yiyor, rehine olarak aldım, ocağıma incir dikti… starbuckstan mochalı soğuk kahve ister, mc donaldstan bigmac ister, salçalı makarnaya burun kıvırır pesto soslu penne ister, bağlı elleri nasır tutmasın diye bodyshopun kenevirli bakım kremini ister, sıcakta kokmasın diye lady speed stick 24 ve lancome serinletici fücut spreyini ister, rujunu tazelememi ama tazelerken de juicy tube mercan renklisini kullanmamı ister de ister… Soğuk mocha yerine nescafenin 3ün 1ini aldım, içmem dedi, juicy tube yerine ketrin arley mi ney hani 3 yeteleye ruj var, aldım sürdüm, dudakları uçukladı, çenesini çekemedim, gittim juicy'sini buldum aldım...çok yakındır, üstüne para verip almak isteyene kaktırabilirim.
Aşağıda merak eden ve yorum bırakan bir sürü anonime duyurulur (nihat doğan kişisi de dahil)
O kadarrrr!
Çarşamba, Mayıs 23, 2007
Kim demiş askerlik yan gelip yatma yeri değil diye? Yan gelip yatanlar taa yanıbaşımızda!!!!

İSTANBUL Milliyet
Erdoğan'ın oğlu kanser değil
Başbakan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'a 'askerliğe elverişsiz raporu' veren emekli Tuğamiral, Erdoğan'ın 'testis kanseri' olduğu iddialarını yalanladı...
Erdoğan'ın oğlu kanser değil
Başbakan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'a 'askerliğe elverişsiz raporu' veren emekli Tuğamiral, Erdoğan'ın 'testis kanseri' olduğu iddialarını yalanladı...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın "testis kanseri olduğu ve rapor alarak askere gitmediği" yönündeki iddialara, raporu veren Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nin eski baştabibi emekli Tuğamiral Arif Vehbi Alpman cevap verdi. Alpman, "Askerliğe elverişsizdir' raporu aldı, ama konulan teşhisin kanserle alakası yok" dedi.Aydınlık dergisindeki haberde Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nden "testis kanseri" teşhisiyle rapor aldığı ve askere gitmediği öne sürüldü. Erdoğan'ın belirtilen tarihlerde "Askerliğe elverişli değildir" kararı aldığını doğrulayan Alpman, "Ama söz konusu derginin yazdığı gibi o tanıyla değil. Tanının ne olduğunu etik davranmak adına, hasta haklarına gösterdiğim saygı gereği söyleyemem. Testis kanseri teşhisi ve yorumu yanlış. Böyle bir teşhis yok" diye konuştu.Erdoğan ile ilgili yapılan işlemlerde en ufak bir hata ve yanlışlık bulunmadığını anlatan Alpman, "Tüm değerlendirmeler bilimsel olarak titizlikle yapıldı. Verilen karar kesinlikle doğru ve yasaldır. Konulan teşhisin kanserle alakası yok. Tanı konusunda hiçbir şey söylemek durumunda değilim, raporun hangi branşta verildiği konusunda da bir şey söylemeyeceğim" dedi. İddianın nasıl ortaya çıktığı konusunda bir bilgisinin olmadığını anlatan Alpman, Erdoğan'ın raporunu yazan doktor arkadaşına da güveninin tam olduğunu ve tüm işlemlerin yasaların emrettiği şekilde yapıldığını kaydetti.
SÖZÜN ÖZÜ: ŞEHİT AİLELERİNE ASKERLİK YAN GELİP YATMA DİYEBİLMEK İÇİN, ALNI AÇIK GÖĞSÜ AK BİR ŞEKİLDE KENDİ EVLADINI DA ASKERE GÖNDERMEK GEREKMEZ MİYDİ? TANSU'NUN OĞLU İSTANBUL'DA ASKERLİK YAPTI DİYE FIRTINALAR KOPARMIŞTI.. HİÇ DEĞİLSE O YAPMIŞ YA, KEŞKE ORDUEVİNDE PİYANİST ŞANTÖR OLSAYDI AMA GENE DE ASSKERLİĞİNİ YAPSAYDI...
ŞİMDİ SÖYLEYİN BANA? ASIL KİM YAN GELİP YATAN?
Perşembe, Mayıs 17, 2007
Bunu da Gördüm ya, artık ölsem de gam yemem. Tabi ben bunu yer miyim? YEMEEMMMM
Evet yemedim, içmedim attım protestomu. Bakın 3. Ulusal Kadın Barış Konferansına ülkemizi temsilen kim katılıyor? Gördüm şok oldum. Millet protestoya başlamış bana gelen elektronik postanın yalancısıyım. Tıkladım adresi, gördüm o çirkin kalpli ve çirkin yüzlü kadını. Dallas'ta yapılacak olan konferansa biz Türk kadınlarını temsil edecek olan bu pervasız kadını protesto etmek için buraya tıklayın ve protestonuzu lütfen girin.
Yahu ben hala anlayamıyorum, kockoca T.C.'de yok mu biz Türk kadınlarını temsil edecek olan başka bir kadın? Türkiye'de kalmadı da Amerikan vatandaşı olup da milletvekili olmaya çalışan o yüzsüz kadın mı kaldı bir tek?
Nerde bilimkadınları, nerde işkadınları, nerde kadın sanatçılar, nerde kadın gazeteciler, nerde önemli kadınlar, ha nerdeeesiniz nerdeeee?
Peki ben neler mi dedim? Aşağıda okursunuz. Peki anlarlar mı? O nu da hiç bilmiyorum, ben duyarlı bir vatandaş olarak görevimi yaptım, bir denizyıldızını da siz kavuşturuverin okyanusa.
Bakın bu da benim konferans düzenleyenlere gönderdiğim tepki yazım: Dileyenler copy paste yapıp bu metni kullanabilirler. Benden size süresiz telif izni.
"Merve Kavakci is far from representing Turkish women and she is not portraying the true picture of our country. You demonstrate her photograph in your web page written below "representing Turkey". Although she has not the citizen of my country and has been living in USA for long years, how could you invite her to represent Turkey in 3rd International Women's Peace Conference?
There are millions of women in Turkey have much more ability, knowledge and background than Ms. Merve Kabakci. Kindly please invite another Turkish woman who portrays the true picture of our country.
Yours sincerely"
Yahu ben hala anlayamıyorum, kockoca T.C.'de yok mu biz Türk kadınlarını temsil edecek olan başka bir kadın? Türkiye'de kalmadı da Amerikan vatandaşı olup da milletvekili olmaya çalışan o yüzsüz kadın mı kaldı bir tek?
Nerde bilimkadınları, nerde işkadınları, nerde kadın sanatçılar, nerde kadın gazeteciler, nerde önemli kadınlar, ha nerdeeesiniz nerdeeee?
Peki ben neler mi dedim? Aşağıda okursunuz. Peki anlarlar mı? O nu da hiç bilmiyorum, ben duyarlı bir vatandaş olarak görevimi yaptım, bir denizyıldızını da siz kavuşturuverin okyanusa.
Bakın bu da benim konferans düzenleyenlere gönderdiğim tepki yazım: Dileyenler copy paste yapıp bu metni kullanabilirler. Benden size süresiz telif izni.
"Merve Kavakci is far from representing Turkish women and she is not portraying the true picture of our country. You demonstrate her photograph in your web page written below "representing Turkey". Although she has not the citizen of my country and has been living in USA for long years, how could you invite her to represent Turkey in 3rd International Women's Peace Conference?
There are millions of women in Turkey have much more ability, knowledge and background than Ms. Merve Kabakci. Kindly please invite another Turkish woman who portrays the true picture of our country.
Yours sincerely"