Blog sayfa düzenim resmen sapıttı, arada bende de exe. hatası veren sayfam, gelinlik prova resimlerimi koyuverince; hasetinden çatır çatır çatladı işte. Hani aynaların çatlaması ile bir laf vardır hatırlar mısınız? İşte modern çağda aynalar yerine bloglar çatlıyor. Kısacası, bu aralar sapıtmayan bir "blog sayfa standardı" (template da diyebilirsin sen ey kokoş okuyucu) arayışlarındayım ve bilgisayar konusundaki bilgim oldukça basit düzeyde. Misal Solitaire ve Mayın Tarlası konusunda üstüme tanımam. Ha birde ömrüm boyu prezentasyon yapmaktan anam ağladığı için power point'te de süperimdir (kokoşcası; waooowww yani)... Ama sonuç olarak zaten ben bilgisayar konusunda geri seviyedeyim, sayfamda genel olarak exe. hatası veriyodu, bir de krstalim gizemli iş kadınım bana bloguna ulaşamıyorum diye haber gönderince, ben de başladım "1500 denemede template değiştirmece" oyununa. Bu sefer de sayfanın şakülü kaydı anasını satiyim... Beceremedim. Kal geldi! nefin'ciğime rica ettim, anlar bu işlerden o felaket derecede. Hani Bill Gates kendisini tanısa, kesin Microsoft'ta hatırı sayılır bir iş verirdi. Oncaazım da, ancak bula bula bu cırtlak mavisini yakıştırmış, ne diyim, bu aralar ayarlarınızla oynamayın, habire değiştiricem çünkü. Şu bazı bloglar nerden buluyorlar öyle standart template'larda olmayan o değişik şeyleri? Bana da anlatın, ben de öğreneyim...
Veeee.. Benim yarın yani cumartesi meşhuuurrr kına gecem var. Ya az kaldı, inanamıyorum okuyucu. Bak şimdi profilimi de değiştirmem gerekecek. Offf, bak şimdi okuyucu, nerden değişecek o? Bak yukarda 2006 yılları içinde evleneck olan diye bir cümle var.. Eee, evleniyoz işte, şimdi ara da bul nerden nasıl değişecek o? İyisi mi çoluk çocuk sahibi de yazayım da ilerde değiştirmeye gerek kalmasın :P
Konuyu dağıtmayalım; cumartesi günü için, İFAK'dan yöresel gelin ve gelinin saz arkadaşlarının kıyafetlerini kiraladık. Hepsi Ege yöresinin orjinaline sadık kalınarak tasarlanmış elbiseleri. Annem benimkini halen göstermedi, bugün alacaklarmış. Eminim tepkimden korkuyor kadın. Ne de olsa yeterince maymuna dönücm yarın akşam; kına şekerleri alındı; sanırım kayınvalidem o buharlı ütü ebadındaki gelin şekerini kafamda parçalayıp kıracakmış (umarım araya bir adet tepsi koymak akıllarına gelir milletin, yoksa yardık kafayı iyi mi?)... Efendime söyliyim, yanımda 5 adet de saz arkadaşım olacak, hepsinin kıyafetleri, başlıkları hazır. Ay bu egeli kızların kıyafetleri de efe kıyafetleri gibi bir süslü, bir asil, bir şık sormayın. Ben çok beğendim ve "anne, ben neden ondan giymiyorum?" diye sordum. "hayır dedi hain kadın B. (ben ona 05 B. diyorum), seninki farklı, peki tarif et dedim; yaptığı tarife göre ben Malkoçoğlu filimlerindeki Bizans prensesi Elanora gibi bişiy olucam. Yani o kadar rezalet! Gülmeyin tamam mı? Yoksa fotoğraf - motoğraf koymam size. Zaten anlamıyorum bu teknik olaylardan; valla bak baştan anlaşalım senle; gülmek hele hele kahkaha atmak ve hele hele o halimle dalga geçmek zinhar yasak!
Cuma, Haziran 30, 2006
Salı, Haziran 27, 2006
Hayvanları koruyalım, çok az kaldık çünkü
Bu sabah durakta otobüs beklerken (evet sevgili okuyucu; ben işe giderken otobüse biniyorum; koskoca J.W.'nin düştüğü hallere bak :P); neyse uzatmayayım benim gibi otobüs bekleyen bir insanoğluna üstelik hemcinsime çemkirdim. Ama insanoğluinsan anlamadı!
Pis kadın; allah onu kahretsin, bir gün adım otobüs durağı delisine çıkacak bu yüzden. Ama çemkirmemek elde mi? Bre hayvan dedim içimden sonra caddedeki refüje ekilen çiçekler içine dest-i hacet-ini gören kediye baktım; bir güzel örttü pisliğini patileriyle.. Utandım kendimden kediye hayvan muamelesi çektiğim için. O yüzden kadının yanına gittim doğruca. Peki kadın ne yapmıştı?
Varan 1
Otobüs durağına gelen doğru düzgün giyimli karı (afedersiniz karı dedim); çantasını kurcalamaya başladı ve kurcalarken kaldırıma poşet içinde çöp gibi bir şey düşürdü çantasında. Eğildi, baktı düşürdüğü torbaya ve hiç oralı olmadı, otoüs beklemeye devam...
Varan 2
T.İ dayanamadı tabi bu duruma gitti kadının yanına; "hanfendi (bakın halen kadına kibarlık taslıyorum- hata bende- davar desene şuna) çantanızdan çöpünüzü düşürdünüz, görmediniz galiba dedi, Kadın iplemedi, ve ayakkabısının burnuyla çöp torbasını kaldırımdan caddeye doğru ittirdi gülümseyerek
Varan 3
T.İ, "Ya Allah" girişmek için tüm gücünü topladı, çantasından kolonyalı mendil çıkarttı, elini onla kaplayıp kadının ittirdiği çöpü yerden aldı , kadının gözlerinin içine bakarak, kadına seslendi. "Sizin sokağa attığınız çöpü ben kaldırayım" dedi, "ne de olsa harmandalı çöplüğü değil burası, cadde" T.İ çöpü aldığı gibi kadının tam arkasında duran çöp kutusuna koydu; gırrlayarak el etmediği için durmayan otobüs şöförüne de küfür etti. Bugün de otobüsü kaçırmıştı. Hem de bir insan yüzünden!
Peki insan ne yaptı? Sadece gülümsedi
Sonuç olarak hayvanları tüm gücümüzle koruyalım lütfen; onlar ekolojiyi korumak için ellerinden geleni yapıyorlar; üstelik ne ilkokul ne ortaokul ne lise ne de üniversite okudular. Eğer insanlık buysa, ben hayvanım arkadaşlar!
Pis kadın; allah onu kahretsin, bir gün adım otobüs durağı delisine çıkacak bu yüzden. Ama çemkirmemek elde mi? Bre hayvan dedim içimden sonra caddedeki refüje ekilen çiçekler içine dest-i hacet-ini gören kediye baktım; bir güzel örttü pisliğini patileriyle.. Utandım kendimden kediye hayvan muamelesi çektiğim için. O yüzden kadının yanına gittim doğruca. Peki kadın ne yapmıştı?
Varan 1
Otobüs durağına gelen doğru düzgün giyimli karı (afedersiniz karı dedim); çantasını kurcalamaya başladı ve kurcalarken kaldırıma poşet içinde çöp gibi bir şey düşürdü çantasında. Eğildi, baktı düşürdüğü torbaya ve hiç oralı olmadı, otoüs beklemeye devam...
Varan 2
T.İ dayanamadı tabi bu duruma gitti kadının yanına; "hanfendi (bakın halen kadına kibarlık taslıyorum- hata bende- davar desene şuna) çantanızdan çöpünüzü düşürdünüz, görmediniz galiba dedi, Kadın iplemedi, ve ayakkabısının burnuyla çöp torbasını kaldırımdan caddeye doğru ittirdi gülümseyerek
Varan 3
T.İ, "Ya Allah" girişmek için tüm gücünü topladı, çantasından kolonyalı mendil çıkarttı, elini onla kaplayıp kadının ittirdiği çöpü yerden aldı , kadının gözlerinin içine bakarak, kadına seslendi. "Sizin sokağa attığınız çöpü ben kaldırayım" dedi, "ne de olsa harmandalı çöplüğü değil burası, cadde" T.İ çöpü aldığı gibi kadının tam arkasında duran çöp kutusuna koydu; gırrlayarak el etmediği için durmayan otobüs şöförüne de küfür etti. Bugün de otobüsü kaçırmıştı. Hem de bir insan yüzünden!
Peki insan ne yaptı? Sadece gülümsedi
Sonuç olarak hayvanları tüm gücümüzle koruyalım lütfen; onlar ekolojiyi korumak için ellerinden geleni yapıyorlar; üstelik ne ilkokul ne ortaokul ne lise ne de üniversite okudular. Eğer insanlık buysa, ben hayvanım arkadaşlar!
Salı, Haziran 20, 2006
TA TAAAA! (BİYONİK KEDİYE İTHAF OLUR)
NEDENİNİ BİLMEM EY OKUYUCU AMA NEDENSE BİYONİK PANTERE PARDON KEDİYE İTHAF ETMEK İSTEDİM BEN BU YAZIYI...
Fazla yazı - mazı fazla olmayacak aslında... Maksat haftasonu boş durmadığımı, vertigomun az biraz iyileşmiş ve günlük hayata devam ettiğimi görün, beni merak etmeyin istedim...
Varan 1- cumartesi
iyileşmeye yüz tutan T.İ (J.W- sen nasıl kabul edersen; yersen!), gelinlik provasında... muhtemelen provacı teyze bana küfür ediyordur; "hay senin fotoğrafına da" ... diye

Sen hiç tombul bir gelin gördün mü ey okuyucu?
Fazla yazı - mazı fazla olmayacak aslında... Maksat haftasonu boş durmadığımı, vertigomun az biraz iyileşmiş ve günlük hayata devam ettiğimi görün, beni merak etmeyin istedim...
Varan 1- cumartesi
iyileşmeye yüz tutan T.İ (J.W- sen nasıl kabul edersen; yersen!), gelinlik provasında... muhtemelen provacı teyze bana küfür ediyordur; "hay senin fotoğrafına da" ... diye


Sen hiç tombul bir gelin gördün mü ey okuyucu?
Pazartesi, Haziran 12, 2006
İçmişim, başım dönüyor, dönüyor... Dünya durmadan dönüyor, dönüyor... Bir tek dönmeyen bana sensin, bekliyorum hep, sen neredesin?
Epeydir uzak kaldım senden sevgili okuyucu. Tv seyretmem, bilgisayara bön bön bakmam, kitap ya da gazete okumam yasaktı. Hayırdır Afganistan’da mıydın diye aklından geçireniniz olabilir. Hayır ef’em. Bendeniz sosyetik ve asortik isimli bir hastalıktan 1 hafta kadar bir süre iptal oldum. Ünlü hastalığı bu :P. Bir pilotlarda olurmuş bir de bende. Eh, bu kadar yüksekten hayallenip uçarsan, tabi olursun Vertigo! (bkz. Bir önceki hayalperest yazım). Neymiş efendim? VERTİGO!
Şu hastalık isminin asaletine bakar mısınız arkadaşlar? Sanki Hitchcock filmi çeviriyoruz. Neyse işte, başım dönüyor ey okuyucu. Hem de nasıl bir dönme biliyor musunuz? Sanki 3 adet 70’lik rakıyı aç karnına devirmişim, sonra misal; biyonik tutmuş kolumdan, yer misin yemez misin beni bir güzel pataklamış; Gayriye almış sonra evire çevire döndürüp nefine doğru fırlatmış, fırlatırken gözüme en yakın yerden çat çat flaş üstüne flaş çakmış gözlerimin dibine kadar girerek, sonra nefin beni o halimle aç bırakıp üstümde yeni rejim tariflerini denemiş ve iyice bedenimi halsiz bırakmış, ordan kristal almış beni virajlı yollardan dolana dolana, feribotu kaçırdığından da son hızla arabaya atmış, götürüyor beni virajlı yollarda…. Sonra virajlı yollardan döne döne şaş olmuş bendenizi, biyonik tekrar almış tutmuş kolumdan fır fır döndürmüş ve aslıya atmış, aslı da o halimle oğluşunu koşturmuş peşime, döne döne dönmedolap oynatmış…
Ve işte benim başım son 1 haftadır aynen öyle dönüyor. İlaçlarla yeni yeni kendime geliyorum. Nasıl evlencem ben, bu kadar zayıf bünye neden bende var, bu baş dönmesi ya geçmezde, düğün günü yine dönerse, davetli masaları dolaşmaktan devriliverirsem milletin üstüne, rezalete bakar mısınız?
Şu hastalık isminin asaletine bakar mısınız arkadaşlar? Sanki Hitchcock filmi çeviriyoruz. Neyse işte, başım dönüyor ey okuyucu. Hem de nasıl bir dönme biliyor musunuz? Sanki 3 adet 70’lik rakıyı aç karnına devirmişim, sonra misal; biyonik tutmuş kolumdan, yer misin yemez misin beni bir güzel pataklamış; Gayriye almış sonra evire çevire döndürüp nefine doğru fırlatmış, fırlatırken gözüme en yakın yerden çat çat flaş üstüne flaş çakmış gözlerimin dibine kadar girerek, sonra nefin beni o halimle aç bırakıp üstümde yeni rejim tariflerini denemiş ve iyice bedenimi halsiz bırakmış, ordan kristal almış beni virajlı yollardan dolana dolana, feribotu kaçırdığından da son hızla arabaya atmış, götürüyor beni virajlı yollarda…. Sonra virajlı yollardan döne döne şaş olmuş bendenizi, biyonik tekrar almış tutmuş kolumdan fır fır döndürmüş ve aslıya atmış, aslı da o halimle oğluşunu koşturmuş peşime, döne döne dönmedolap oynatmış…
Ve işte benim başım son 1 haftadır aynen öyle dönüyor. İlaçlarla yeni yeni kendime geliyorum. Nasıl evlencem ben, bu kadar zayıf bünye neden bende var, bu baş dönmesi ya geçmezde, düğün günü yine dönerse, davetli masaları dolaşmaktan devriliverirsem milletin üstüne, rezalete bakar mısınız?
Cuma, Haziran 02, 2006
Göreceksiniz, ben ilerde çok meşhur biri olucam ve "Star is born” filminin ucuz versiyonu
Tabi ki bu benim en büyük hayalimdi ergenken (gerçi hala birazcık var, keşfedilememişliğin getirdiği bir hayalkırıklığı)… Olamadım işte, abuk ve bir o kadar da sabuk insanlar hakketmediği yerlerde ün ve parayı götürürken, cahil cesaretinin esamesi görülmeyen bendeniz, halen çocukluk hayallerime bakar bakar hayıflanırım.
Benim ilkokul ve ortaokul yıllarımda hayali bir kahramanım vardı. O aslında bendim. Yani ben aslında çok meşhuuur bir stardım da çevremdekiler bunu bilmiyordu :). Bir kere yabancı bir yıldızdım. Öyle popstar, superstar falan değil, her müzik olayında ben vardım, tüm MTV, Grammy, Emmy ödüllerini toplardım, Madonna da ezeli tek rakibimdi :) (ay ne salakmışım, şimdi bunu yazarken bile ağzımda faraş kadar kocaman bir gülümseme oluştu, bi de siz okurken ne hale girmişinizdir beni kafanızda, o vakur halde düşleyince). Benim farklı bir ismim de vardı. Tabii ki inkilisce. Benim adım J.W idi. Tam yazmayayım adımı sonra gülmekten donunuza işersiniz. Dediğim gibi Madonna tek rakibim ya, hep onunla sektörde yarışır ve onun istemediği rolleri ben kapar sonra çektiğim filmler hep liste başı olur, dünya bana tapardı (vay anasını; Lopez gibi karıymışım işte). O dönemde Madonna’nın söylemediği her güzel şarkı sanki J.W tarafından söylenir ve ben gerek karaoke gerekse de playback modunda elimde müzik setinin kel mikrofonu ile ayna karşısında konser verirdim. Annemin makyaj malzemeleri ve topuklu terliklerini az mı telef etmiştim…
Bilirsiniz ki her ünlü kadının bir de ünlü bir sevgilisi olmalıydı. Her hayran olduğum ünlü de benim (yani J.W’nin) sevgilisi oluyordu. Duran Duranın gitaristi John Taylor’un az kahrını çekmemiştim mesela. İçer, sarhoş olur, konserde karılar saldırır, akşam konser sonrası partilerde hayranlar don ve sütyenlerini buna fırlatırlar falan, ah çok çekmiştim ondan. Sonra blue jean dergisi ve gazete manşetlerinde beni aldattığı yazıyordu. Rene Simonssen adlı Danimarkalı kaltak mankenle birlikte yaşamaya başladığını duyunca her gururlu kadın gibi öncelikle menecerimle medyanın karşısına çıkmış ve başım dik bir şekilde sorularına cevap vermiştim. Sonra ingiltereden çıkıp amerikaya yerleşmenin kariyerim açısından daha iyi olduğuna karar veriyor ve aşk acısını amerikada unutuyorum. Hem hollywooddan da teklif vardı. John’u unutmam için bu gerekliydi tabi. Şans bu ya, o dönemde amerikada ilk 45’likleriyle fırtınalar kopartan bon Jovi grubunun altın plak davetine katıldı J.W. ve orda Jon Bon jovi ile tanıştı. Nasıl mutluydum anlatamam :P (ne manyağım anlıyorsunuz değil mi?). Ah o tarla cadısı saçlarına, o gülüşüne, o deri pantalonlarına ayılmıştım ama her ikimizde basına duyurmadan bu aşkı yaşamalıydık. Sonradan herşey çok güzelken bon jovi ipnesi kendi çocukluk arkadaşı Dorethea adındaki köylü güzeliyle evlendi ve J.W uzun bir süre kendine gelemedi, bunalımdaydı, kendisini diyet kolaya ve ana yurdu Türkiye’ye vurdu, evet şaşırmadınız, J.W.’nin babası bir İngiliz, anası da türktü!!!! (nasıl da hayalim genişmiş yaa. Tam bi psikopat!). Hem türkiye’de tanınmadan dolaşmak ve geçmişi unutmak ona iyi gelecekti. Ta ki hawai-amerikalı, adı sanı yeni yeni duyulan bir aktörün başrolünü oynadığı ve freni olmayan bir yolcu otobüsünün 80 km hızı aştığında havaya uçma tehlikesi olan filmde kadın başrol oyuncusu olarak istendiğinde; bunun hayatında yeni tur olduğunu anladı J.W! :) kendisine teklif edilen rol, bu filmde otobüsü kullanacak olan ve esas oğlanı götürecek olan esmer bombalık-kısacası esas kız’lıktı. (dedim ya size, madonna dışında her koyu renk saçlı ve güzel sesli, güzel yüzlü sanatçı; J.W. idi benim hayalimde- fazla sorgulamayın). Kabul etmiştim ben de teklifi, çekimler başladı, adının sonradan mükremin olduğunu (pardon- feriştahla karıştırdım olayı) adının sonradan keanu olduğunu öğrendiğim hawai kırması yakışıklıyla pek sıkı fıkı olduk, jon’un (bon jovi olan) bir bebesi olduğunu öğrenince ona inat keanu ile çıkmaya başladık. Artık basının son gözde çifti bizdik. Sonra keanu sıyırdı kafayı budha’yı oynıycam, o yüzden kaderimle yüzleşmem için izin ver, nepale gidip orda 2 yıl keşiş olucam dedi ve gitti. Matrix için döndüğünde ben çoktaaaaan kendimi U2 bono’nun kollarına atmıştım bile:))
Ay bu hayal hikayem burada bitmez arkadaşlar. Belki içinizde benim gibi “kırıklar” vardır hayal dünyası çocukken bu kadar geniş olan? Neyse eğer sevdiyseniz, size bir başka yazımda J.W’nin diğer maceralarını da anlatırım…
Benim ilkokul ve ortaokul yıllarımda hayali bir kahramanım vardı. O aslında bendim. Yani ben aslında çok meşhuuur bir stardım da çevremdekiler bunu bilmiyordu :). Bir kere yabancı bir yıldızdım. Öyle popstar, superstar falan değil, her müzik olayında ben vardım, tüm MTV, Grammy, Emmy ödüllerini toplardım, Madonna da ezeli tek rakibimdi :) (ay ne salakmışım, şimdi bunu yazarken bile ağzımda faraş kadar kocaman bir gülümseme oluştu, bi de siz okurken ne hale girmişinizdir beni kafanızda, o vakur halde düşleyince). Benim farklı bir ismim de vardı. Tabii ki inkilisce. Benim adım J.W idi. Tam yazmayayım adımı sonra gülmekten donunuza işersiniz. Dediğim gibi Madonna tek rakibim ya, hep onunla sektörde yarışır ve onun istemediği rolleri ben kapar sonra çektiğim filmler hep liste başı olur, dünya bana tapardı (vay anasını; Lopez gibi karıymışım işte). O dönemde Madonna’nın söylemediği her güzel şarkı sanki J.W tarafından söylenir ve ben gerek karaoke gerekse de playback modunda elimde müzik setinin kel mikrofonu ile ayna karşısında konser verirdim. Annemin makyaj malzemeleri ve topuklu terliklerini az mı telef etmiştim…
Bilirsiniz ki her ünlü kadının bir de ünlü bir sevgilisi olmalıydı. Her hayran olduğum ünlü de benim (yani J.W’nin) sevgilisi oluyordu. Duran Duranın gitaristi John Taylor’un az kahrını çekmemiştim mesela. İçer, sarhoş olur, konserde karılar saldırır, akşam konser sonrası partilerde hayranlar don ve sütyenlerini buna fırlatırlar falan, ah çok çekmiştim ondan. Sonra blue jean dergisi ve gazete manşetlerinde beni aldattığı yazıyordu. Rene Simonssen adlı Danimarkalı kaltak mankenle birlikte yaşamaya başladığını duyunca her gururlu kadın gibi öncelikle menecerimle medyanın karşısına çıkmış ve başım dik bir şekilde sorularına cevap vermiştim. Sonra ingiltereden çıkıp amerikaya yerleşmenin kariyerim açısından daha iyi olduğuna karar veriyor ve aşk acısını amerikada unutuyorum. Hem hollywooddan da teklif vardı. John’u unutmam için bu gerekliydi tabi. Şans bu ya, o dönemde amerikada ilk 45’likleriyle fırtınalar kopartan bon Jovi grubunun altın plak davetine katıldı J.W. ve orda Jon Bon jovi ile tanıştı. Nasıl mutluydum anlatamam :P (ne manyağım anlıyorsunuz değil mi?). Ah o tarla cadısı saçlarına, o gülüşüne, o deri pantalonlarına ayılmıştım ama her ikimizde basına duyurmadan bu aşkı yaşamalıydık. Sonradan herşey çok güzelken bon jovi ipnesi kendi çocukluk arkadaşı Dorethea adındaki köylü güzeliyle evlendi ve J.W uzun bir süre kendine gelemedi, bunalımdaydı, kendisini diyet kolaya ve ana yurdu Türkiye’ye vurdu, evet şaşırmadınız, J.W.’nin babası bir İngiliz, anası da türktü!!!! (nasıl da hayalim genişmiş yaa. Tam bi psikopat!). Hem türkiye’de tanınmadan dolaşmak ve geçmişi unutmak ona iyi gelecekti. Ta ki hawai-amerikalı, adı sanı yeni yeni duyulan bir aktörün başrolünü oynadığı ve freni olmayan bir yolcu otobüsünün 80 km hızı aştığında havaya uçma tehlikesi olan filmde kadın başrol oyuncusu olarak istendiğinde; bunun hayatında yeni tur olduğunu anladı J.W! :) kendisine teklif edilen rol, bu filmde otobüsü kullanacak olan ve esas oğlanı götürecek olan esmer bombalık-kısacası esas kız’lıktı. (dedim ya size, madonna dışında her koyu renk saçlı ve güzel sesli, güzel yüzlü sanatçı; J.W. idi benim hayalimde- fazla sorgulamayın). Kabul etmiştim ben de teklifi, çekimler başladı, adının sonradan mükremin olduğunu (pardon- feriştahla karıştırdım olayı) adının sonradan keanu olduğunu öğrendiğim hawai kırması yakışıklıyla pek sıkı fıkı olduk, jon’un (bon jovi olan) bir bebesi olduğunu öğrenince ona inat keanu ile çıkmaya başladık. Artık basının son gözde çifti bizdik. Sonra keanu sıyırdı kafayı budha’yı oynıycam, o yüzden kaderimle yüzleşmem için izin ver, nepale gidip orda 2 yıl keşiş olucam dedi ve gitti. Matrix için döndüğünde ben çoktaaaaan kendimi U2 bono’nun kollarına atmıştım bile:))
Ay bu hayal hikayem burada bitmez arkadaşlar. Belki içinizde benim gibi “kırıklar” vardır hayal dünyası çocukken bu kadar geniş olan? Neyse eğer sevdiyseniz, size bir başka yazımda J.W’nin diğer maceralarını da anlatırım…
Pazartesi, Mayıs 29, 2006
Balayı ismini türeten gerizekanın ay mefhumu yokmuş! Ki olsaydı ona "ay" demez, beni de hasta etmezdi!
Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, yok anacım ben daha kendime balayında gideceğim yeri seçemedim. Ben gider en güzelini beğenirim, güzel de pahallıdır, ağzımın suyu akıyor valla otellerin sayfalarına baktıkça. Çalıştığım şirketin turizm tarafında hele geçen gece vakti gelip, benim evime “bir kere” de erken gitme zevkime limon sıkan ebleh suratlı balayı çiftinin az kalsın üstüne yürüyecektim. Thailand ve Phuket’e gidecek allahsızlar. Ben de bunlara, oraları 4 kez görmüş biri çalçene olarak detay verince yatır gibi kaldılar başımda. Car car car, saat oldu akşamın 9 buçuğu hala gitmediler. Neyse uzatmıyım bunlar elele, dudak dudağa, aşk böcüğü şeklinde aptal aptal hayallendiler, bir o kadar aptalca sorular sordular:
“sahilde ateş yakılabiliyo mu iğne hanım” “ valla çer-çöp bulursanız bi deneyin isterseniz ama sıcak olur hani temmuz ayı ve ekvator kuşağı; bilemiyorum yani”; “Bangkok sıcak mıdır?”, “az evvel de dediğim gibi Thailand her daim sıcak ama temmuz ayı baya sıcak”, “ama iğne hanım, ben Bangkok’u soruyorum”, “…!!!!****, hanfendi Bangkok Thailand’ın başkenti olur, genelde bir kent , ait olduğu ülkenin sınırlarını pek aşmaz, sıcaklık aynıdır, üşümezsiniz merak etmeyin” iç-ses:“sa-lak, sa-lak, sa-lak”, “orkide ucuz mu iğne hanım” “evet ucuz”, ne kadardır mesela iğne hanım”, “valla çok ucuz işte, ben diyim 1 milyon, siz diyin 3 milyon”, “Türkiye’ye getirebilir miyiz?”, “höö? Valla isterseniz size karışamam, sonuçta siz ne isterseniz onu alırsınız… hem ne diyebilirler ki çiçek bu”, “ya hani türkiyeden taş falan çıkartılmasına izin verilmiyor ya, o bakımdan şeyettiydim”, “……..”, “iğne hanım, timsah fabrikaları varmış doğru mu?”, “höö? Fabrika mı? Ben oradayken timsah çiftlikleri vardı herhangi bir endüstriyel timsah imalatı yapılmıyordu”, “ayyy, iğne hanımcım ben şey anlamında sordum, timsahlara şov yaptıyorlarmış da, onu sorcaktım”, “siz balayına gidiyordunuz diy mi?”, “evet, balayı di mi aşkımmm?”, “…… !!!!#*** neyse neden o güzel anlarınızı güzelim otelde beyaz kumsallarda geçirmiyorsunuz? Hem o sıcakta timsah çiftliklerinde tepe sersemi olursunuz”, “ayyy, çok şahane iğne hanım, di mi aşkım”, “……..”, iğne hanım, ben alerjik bünyeliyim, sizce ben orda deniz mahsülü yesem bişey olur mu?”, “valla bünye sizin, bi ona sorun isterseniz”, “ayy aşkımmm, karides yesem bişey olmaz di mi aşkımmm”, “iğne hanım son bi sorum olcak benim, ay saat de 10a geliyo pardon sizi de tuttuk da”, “buyurun, ben de bugün işim var 8e kadar kalırım diyodum, olsun buyurun”, “şeyy benim midem çabuk bozulur, orda ben naparım, yiyecekler dokunursa?”, “eeeee…. *!!****!^^%&{[]}***!!”
İşte böyleydi bir balayı yeri bulma macerası. Peki ya ben? Otellerin hepsi anasının nikahı, hatta geçen gün Rixos belek Premium açılmış, salak gibi online rezervasyon yaptım bize. Bi de ne göreyim, benim 1 haftalık paket tur sandığım program meğersem günlükmüş! Pöhhhh! 1 hafta kalmak istersen, günlüğü kişi başı 1250 eurodan, 2 kişi yaklaşık12bin euro verecekmişsin hemşehrim! (aha işte burası)
Almıyim, alana da mani olmiyim dedim, hadi tamam çok güzel bayıldım, dibim düştü de ben o 12bin euroyla dünyayı gezerim ömür boyu.
Şimdi 2 adete indirdik seçenekleri. Hem fiyatları da rixos premiumla karşılaştırınca bir ucuz kalıyo ki anlatamam. Sevinmek için önce eşeği kaybedeceksin tabi. Hadi bakalım o güzelim balhaftam için yaratıcı fikir ve önerilerinizi bekliyorum.
“sahilde ateş yakılabiliyo mu iğne hanım” “ valla çer-çöp bulursanız bi deneyin isterseniz ama sıcak olur hani temmuz ayı ve ekvator kuşağı; bilemiyorum yani”; “Bangkok sıcak mıdır?”, “az evvel de dediğim gibi Thailand her daim sıcak ama temmuz ayı baya sıcak”, “ama iğne hanım, ben Bangkok’u soruyorum”, “…!!!!****, hanfendi Bangkok Thailand’ın başkenti olur, genelde bir kent , ait olduğu ülkenin sınırlarını pek aşmaz, sıcaklık aynıdır, üşümezsiniz merak etmeyin” iç-ses:“sa-lak, sa-lak, sa-lak”, “orkide ucuz mu iğne hanım” “evet ucuz”, ne kadardır mesela iğne hanım”, “valla çok ucuz işte, ben diyim 1 milyon, siz diyin 3 milyon”, “Türkiye’ye getirebilir miyiz?”, “höö? Valla isterseniz size karışamam, sonuçta siz ne isterseniz onu alırsınız… hem ne diyebilirler ki çiçek bu”, “ya hani türkiyeden taş falan çıkartılmasına izin verilmiyor ya, o bakımdan şeyettiydim”, “……..”, “iğne hanım, timsah fabrikaları varmış doğru mu?”, “höö? Fabrika mı? Ben oradayken timsah çiftlikleri vardı herhangi bir endüstriyel timsah imalatı yapılmıyordu”, “ayyy, iğne hanımcım ben şey anlamında sordum, timsahlara şov yaptıyorlarmış da, onu sorcaktım”, “siz balayına gidiyordunuz diy mi?”, “evet, balayı di mi aşkımmm?”, “…… !!!!#*** neyse neden o güzel anlarınızı güzelim otelde beyaz kumsallarda geçirmiyorsunuz? Hem o sıcakta timsah çiftliklerinde tepe sersemi olursunuz”, “ayyy, çok şahane iğne hanım, di mi aşkım”, “……..”, iğne hanım, ben alerjik bünyeliyim, sizce ben orda deniz mahsülü yesem bişey olur mu?”, “valla bünye sizin, bi ona sorun isterseniz”, “ayy aşkımmm, karides yesem bişey olmaz di mi aşkımmm”, “iğne hanım son bi sorum olcak benim, ay saat de 10a geliyo pardon sizi de tuttuk da”, “buyurun, ben de bugün işim var 8e kadar kalırım diyodum, olsun buyurun”, “şeyy benim midem çabuk bozulur, orda ben naparım, yiyecekler dokunursa?”, “eeeee…. *!!****!^^%&{[]}***!!”
İşte böyleydi bir balayı yeri bulma macerası. Peki ya ben? Otellerin hepsi anasının nikahı, hatta geçen gün Rixos belek Premium açılmış, salak gibi online rezervasyon yaptım bize. Bi de ne göreyim, benim 1 haftalık paket tur sandığım program meğersem günlükmüş! Pöhhhh! 1 hafta kalmak istersen, günlüğü kişi başı 1250 eurodan, 2 kişi yaklaşık12bin euro verecekmişsin hemşehrim! (aha işte burası)

Şimdi 2 adete indirdik seçenekleri. Hem fiyatları da rixos premiumla karşılaştırınca bir ucuz kalıyo ki anlatamam. Sevinmek için önce eşeği kaybedeceksin tabi. Hadi bakalım o güzelim balhaftam için yaratıcı fikir ve önerilerinizi bekliyorum.
Çarşamba, Mayıs 24, 2006
Buyur Burdan Yak - Anneannem der ki:..............

'Triplekste üç hanım lazım'
Kültür Bakanı Koç'un Cezayir'de Bakan Güler'i kahkahalara boğan (aman ne komik- yalakalığa bakın: dikkat ederseniz, sabah gazetesi konuyu esefle kınamak bir yana, bir de kahkahalara boğuldu diye yorum yaparak şirinlik ve yalakalık yapıyor!- T.İ)"üç kadın" muhabbeti şöyleydi:."HALİL ÜRÜN İYİ BİLİR" "Bizde evler büyük olur (bu "bizde" lafı ne demek sizce? siz - biz nedir? ayrımcılık bu kadar da ayyuka mı çıkartılır? -T.İ) . Dubleks evde oturacaksan hanımın iki tane, tripleks evde oturacaksan üç tane olacak. (yok yaaa! kim diyor bunu? yoksa bu da mı kutsal kitapta yazıyor? çüşünüz. bu kadar da ulemalık (!) olmaz! - T.İ) Bunu Halil Ürün iyi bilir, ona sormak lazım. Bir hanım aldığın zaman er, iki aldığın zaman şer, üç aldığın zaman o da er." (eveeet! bunu koskoca T.C.'nin bakanı söylüyor arkadaşlar. koskoca bir bakan, bunu şakşaklayan en büyük gazetelerden biri- utanmıyorlar bunu birinci sayfadan espri niyetine vermeye... - T.İ)
anneannem der ki; "Atam, atam, sen kalk da ben yatam!"
saygılar
T.İ
Salı, Mayıs 23, 2006
Cuma, Mayıs 19, 2006
AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde

Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde

Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mercedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.
BÜTÜN SUÇU
2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....
"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Çarşamba, Mayıs 17, 2006
Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim BİN tane. Bilin bakalım nedir bu?
Dün benim evlenince oturacağım evimizde tam bir telaş vardı. Annem, kayınannem (tiki selin gibi “e” harfini inceltip yayarak okuyun lütfen); - ben işteyim tabi -, altın kızlar buluştular; bavullar, poşetler, bohçalarla hem benim hem nişanlımın çeyiz denen çoğu gereksiz bir sürü ıvır zıvırı evde yerleştirmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü ev doğal yapısına uygun olarak tasarlanmış. Mimar ne bilsin anormal çeyiz durumlarını. Adamcağız çapına göre dolap koymuş da annemlere göre ev küçük, biz sığmıyoruz.
Eve yerleştirilmeye çalışılan çeyizlik ıvır zıvır envanterini sunuyorum sizlere:
150 adet çift kişilik nevresim takımı çift kişilik
40 adet tek kişiliği
40 adet yazlık pike çift kişilik
10 adet çift kişiliği
9 adet çift kişilik battaniye
3 adet çift kişilik battaniye
4 yorgan çift
2 yorgan tek
20 adet yatak örtüsü
80 adet plaj havlusu
150 adet el havlusu (bir kısmı danteli arkadaşlar: havlu ve dantel iç içe… şu asalete bakar mısınız? Kim ütüleyecek onları?)
40 adet hamam takımı ve bornoz
50 adet yastık kılıfı (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet çarşaf (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet “dertsiz” denen ama benim başıma dert olan masa örtüsü
90 adet masa örtüsü ve kumaş peçete güruhu
40 adet Şimenditabla (ben söylemelerinden öyle anladım, belki yazılışı ve okunuşu daha farklıdır) ve hala ne işe yaradığını çözemedim
30 adet runner
100 adet sehpa ve konsol örtüsü
50 adet balkon masasına örtü ve peçetelikleri
30 adet birbirleriyle takım renklerde set oluşturan sehpa örtüleri
Ve olmazsa olmazlar 40 adet set de danteller ve iğne oyaları
200 adet çorap (nişanlım ve benim için)
100 adet don (yine her ikimiz için ama az geldi gözüme, don bu, insan en az çorap kadar alır, diy mi ama?)
10 adet röpdeşambır (bu da böyle mi yazılırdı? Aman neyse anladınız işte)
40 adet erkek pijaması
80 adet bana pijama ve gecelik
Ay bi de dün annem arıyor evden “kızım siz evinize sakın bir şey almayın ha, öldürürüm yoksa seni”; “ee neden anne? hayırdır”, “dolaplar almıyor kızım, o kadar çok şeyiniz var ki sığmıyor, siz dolap yaptırmalısınız acilen, o güzelim örtüler buruşacak şimdi, yer kalmadı, tıkıştırdık hepsini”
Yaaa güleyim mi ağlıyayım mı… bana mı sordunuz o kadar ıvır zıvır alırken, napacam ben o kadar şeyi, sanki her akşam onlarca insanı davet edecem evime yemeğe? Sanki ölene kadar yatıya misafirim gelecek?, ya da ben tatil köyü açacam da o kadar havlu ve yatak örtüsünü serecem?
Ayy acaba benim kendi zevkime göre almış olduğum unique art ve days in colors yatak örtüleri ve nevresim takımlarını, internetten aldığım V.S. geceliklerimi bizimkilere göstermesem mi? :)
Eve yerleştirilmeye çalışılan çeyizlik ıvır zıvır envanterini sunuyorum sizlere:
150 adet çift kişilik nevresim takımı çift kişilik
40 adet tek kişiliği
40 adet yazlık pike çift kişilik
10 adet çift kişiliği
9 adet çift kişilik battaniye
3 adet çift kişilik battaniye
4 yorgan çift
2 yorgan tek
20 adet yatak örtüsü
80 adet plaj havlusu
150 adet el havlusu (bir kısmı danteli arkadaşlar: havlu ve dantel iç içe… şu asalete bakar mısınız? Kim ütüleyecek onları?)
40 adet hamam takımı ve bornoz
50 adet yastık kılıfı (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet çarşaf (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet “dertsiz” denen ama benim başıma dert olan masa örtüsü
90 adet masa örtüsü ve kumaş peçete güruhu
40 adet Şimenditabla (ben söylemelerinden öyle anladım, belki yazılışı ve okunuşu daha farklıdır) ve hala ne işe yaradığını çözemedim
30 adet runner
100 adet sehpa ve konsol örtüsü
50 adet balkon masasına örtü ve peçetelikleri
30 adet birbirleriyle takım renklerde set oluşturan sehpa örtüleri
Ve olmazsa olmazlar 40 adet set de danteller ve iğne oyaları
200 adet çorap (nişanlım ve benim için)
100 adet don (yine her ikimiz için ama az geldi gözüme, don bu, insan en az çorap kadar alır, diy mi ama?)
10 adet röpdeşambır (bu da böyle mi yazılırdı? Aman neyse anladınız işte)
40 adet erkek pijaması
80 adet bana pijama ve gecelik
Ay bi de dün annem arıyor evden “kızım siz evinize sakın bir şey almayın ha, öldürürüm yoksa seni”; “ee neden anne? hayırdır”, “dolaplar almıyor kızım, o kadar çok şeyiniz var ki sığmıyor, siz dolap yaptırmalısınız acilen, o güzelim örtüler buruşacak şimdi, yer kalmadı, tıkıştırdık hepsini”
Yaaa güleyim mi ağlıyayım mı… bana mı sordunuz o kadar ıvır zıvır alırken, napacam ben o kadar şeyi, sanki her akşam onlarca insanı davet edecem evime yemeğe? Sanki ölene kadar yatıya misafirim gelecek?, ya da ben tatil köyü açacam da o kadar havlu ve yatak örtüsünü serecem?
Ayy acaba benim kendi zevkime göre almış olduğum unique art ve days in colors yatak örtüleri ve nevresim takımlarını, internetten aldığım V.S. geceliklerimi bizimkilere göstermesem mi? :)
Cuma, Mayıs 12, 2006
Kına'ma az kaldı kızlar!

Ah bi de benim zamanında annem ve babam tarafından bana çaktırılmadan görücülere gösterilme maceralarım vardır da onları bilahare anlatırım, çatlarsınız gülmekten.
Neyse uzatmayayım, babannem biyoniğim okuyamıyo sonra uzun yazınca. Güzel gözleri ona oyun oynuyormuş koyu renkli şablonları okurkene. Vah babannem vah :)) (Kız biyonik bak senin için hayvani puntoyla yazıyorum ki böylesi görülmedi)
Şimdi anacım bekledi ya bunca yıldır, düğün öncesi kına gecesi yapacak. 1 temmuza otelden gün ayırttık, bugün de basmış paraları leylaya, almış 1 temmuz cumartesini… Hepiniz davetlimsiniz kına partime. Artık kına yakılmadık yeriniz olana kadar kına yakıcaz hep birlikte. Bekliyorum hepinizi, İzmir’e, kına geceme… (Haaa, merak etmeyin, altınları düğünde takacanız, kınada değil! .ehe ehee ehe ehhheeee. Düğünüme gelip de takar gibi yapanları annem görür, sonra ne yapar bilmem, ben baştan uyarayım.
Çarşamba, Mayıs 10, 2006
İstanbul maceralarım; buyurun buradan yakın.
Topkapı’da cevizkıran!
Ne garip bir başlık demeyin, anlatıcam, göreceksiniz bu başlığın ne menem bir şey olduğunu… Efendime söyliyim malumunuz İstanbul’a geldim 5 günlüğüne. Elimde yaş aralığı 75-85 olan lakin gönül yaşı büyük ihtimalle benden daha genç olduğu halde, metabolizmaları yavaş olduğu için karınca misali yürüyen, hareket eden, habire çişi gelen, çabuk yorulan bir demet yabancı misafirim vardı. Benim anneannecim daha 70indeyken iki dizi protezli ah’larla vah’larla yürüyemezken; benimkilerin maşallahı vardı.
Derken bir gün Topkapı’ya gittik. Ben, rehber ve 12 tane çıtır. Girdik içeri, turist dolu, rehber anlatıyo, bla, bla, bla… ben ve çıtırlar pür dikkat dinlerkene “çataaanaaaak” diye bir ses geldi arkamdan. Allah Allah bu nedir ki diye sağıma, arkama bakınırken bir “çatanaakk, çaaat, çattıırrrttt” diye gümbürtü gelince ne göreyim, harem dairesinin yanında uzun siyah çarşaflara bürünmüş bir teyzemiz, yanında aldığı 10-12 yaşlarındaki oğlan çocuğu ile yerde ayakkabısının üzerinde zıplayarak bir şeyler kırıyor. Benim çıtırlar da “T.İ; what’s that? Is it he or she? Is she arabian turist or a turkish one?, What’s she trying to break? Why does she jumping on her heel?, What’s that breaking noise?” gibi bir sürü ahiret soruları sordular. Ben de kahraman polis / dedektif edasıyla; “anacım siz şimdi bir geri çekilin, ben bi girişeyim teyzeme” der gibi onları geriye doğru iterek olayın içine son sürat daldım.
"Teyze, ne yapıyosun sen?" Çatttt, çatııırrrttt, (bu arada teyze değil yüzünden ve ses tonundan daha genç olduğunu anladım. Burkalar içinde pek anlaşılmıyo da).
Çaaaatttttt “ceviz kırıyom” dedi kadın.
“!!!!!. Ceviz mi kırıyon? Topkapı sarayı harem dairesi önünde? Hayvanat bahçesi mi sandın burayı kadın, şu yerlerin haline baksana sen, kabuk içinde bırakmışsın ortalığı”
“…Allah Allah, ne bağrıyon, çocuk istediydi, ceviz yidiriyom ona”
“!!!!! Karpuz da kesseydin, bak Enderun kısmında karpuz ilginç olabilir, bi dene orda istersen” dedim,
Ve kadın naptı biliyo musunuz? Yerdeki bütün ceviz pisliklerini ayağındaki kalın botlarıyla sıyırarak haremin bahçesine ittirdi. Rehber elimden kadını zor aldı, barbar türk imajı vermiyim diye turistlere.
Kutsal emanetler bölümünde bir tat bir doku:
Dışına asmışlar,” içerde Müslümanlar için çok kutsal materyaller sergilenmektedir. Lütfen dine olan saygınız sebebiyle sükunet içinde içeride gezin, kamera yasaktır” yani özeti şudur: “İçerde mal gibi dolaşmayın, eğerinizden kopmuş öküz gibi bir oraya bir buraya koşmayın, hayvan gibi bağırmayın” Dikkat ederseniz benzetme yaparken hep büyükbaşlardan tasvir yapıyorum ama o hayvanlara da kedi denmez di mi?
Girdik içeri çıtırlarımla birlikte. İçerden bir kuran sesi yükseliyor ki sanırınız topkapı’da değil, mekke’desiniz az sonra da hacı olacaksınız. Benimkiler de sordular “T.İ; what’s that song? Turkish?” “no, I said; it’s kuran, our holy book… Perhabs, it’s a cd track”, “So T.İ, why did thepalace exhibit the pray in that hole? “!!!!!!!!! Iııııııı, eeeeee, şeeeeyyyyy” Bu arada da sesin geldiği odacığa girdik. Haydaaaa, bu adam da kim, ne işi var o küçük camdan kafeste? Evet arkadaşlar, Topkapı Sarayı kutsal emanetler odasının içinde küçük bir camekanlı bölüm yapmış bizim yetkilierimiz. İçine hayvani bir mikrofon yerleştirmişler, hoparlörler de cabası! Adamcağız camekanda sergileniyor, kuran okuyor, ve dışardan da bizler yani turistler turistler, adamı maymun gibi seyrediyoruz. Abdesti olan var mı, pis misin, kokmuş musun, hangi amaçla gelmişsin, nerden gelmişsin? Çıtırlardan yeni bir soru bombası daha geldi tabi: “T.İ; why is this man praying here? Do you allowed to make a religious show in public areas?” “!!!!! Well, aaaa, eeeee, in fact, show business in religion is restricly prohibitted but why these hayvans made such a shitty show in this silent area?, I have no idea”, “T.İ, what is hayvan?”
Tam bu soruya cevap verecekken, ilkokul 1.ve 2. sınıflardan oluşan 80 kişilik bir öğrenci grubu sadece 1 adet mevcut hocalarıyla içeri girdiler. Aman allahım, o ne gürültü öyle? Camekanlarda sergilenen her tür kutsal emanete saygısızca bağırarak dil çıkaran mı, dillerini cama yapıştıran mı? Camekandaki hocanın durduğu cama “tık tık tık, eyi günler” diyen mi, hocanın arkasından dolaşıp adamın omzuna parmakla “şişt, baksana” diyenler mi? Öğretmenleri de muhtemelen kendisine bu zorla verilen görevden memnun değil, salmış bunları çayıra. Hele bir tanesi tam önümde sakal-ı şerifin durduğu cama kafasını küüt diye çarptı, bana “what is hayvan” diyen yabancı konuğuma döndüm, çocuğu işaret ettim “yes Gordon, this is hayvan” diyerek cevap verdim.
Ankara’nın palyaçosu, İstanbul’un salağı. İşte tam bir kültür mozaiği: Bendeniz Toplu iğne
Geçen hafta beyan ettiğim gibi İstanbul’a gidecem ya, blog dostlarımla da görüşecez ya, sormayın bende bir heves, bir heyecan. Yaptım planlarımı; kristalim, damlacım ve deadoram’la buluşup voltranı oluşturacaz. İstanbul’da koşuşturacak olan benim… O yüzden kızlar benden haber bekliyorlar. Ben bir güzel ayarladım Pazar günümü, çıtırları rehbere emanet ettim, 1 gün öncesinden de mail attım, kızlar cebim şu, arayın beni, boyayın beni diye… Pazar günü “bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin” şarkısı eşliğinde otelde bekledim, saat 14.30 gibi olmuştu ki ben yani salak iğne, nişantaşına gittim, nişanlımla takıldık, yemek yedik (o da geldi, canımın içi endoskopi oldu orda). Ben bir güzel oyalandım, kayınvalideme gittik, akşam saat 8 gibi otele döndüm, artık benim çıtırlar boğaz turundan geleceklerdi… Dediler ki “T.İ hanım, bir bayan geldi sizi görmeye, ulaşamamış size, not bıraktı”. “!!!!!!!! Hiiiih, nası yaniiii????? Ver bakiyim şu kağadı, amanin, dea’m gelmiş, fıırrrkk, bulamamış beni, fırrrk, ama ama kağatta “numaranı yanlış vermişsin iğnecim, arıyom hep başkası çıkıyo, ben de geleyim dedim” diye yazıyo..fırrrk, nasıl olur ben cep nomu yanlış mı yazmışım, deam taa buralara mı gelmiş hiihhhhh???”
O an öleyim mi güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim arkadaşlar. Hemen aradım deamı, konuştuk, meğersem zavallım gün içinde sözkonusu ben olduğum sandığı numarayı bayaa bi taciz etmiş mesajla, karşıdan cevap gelmeyince bekle geliyorum o zaman oraya diye yazmış. Ehe ehe hüeeee. Sonra yine cevap alamayınca aramış tabi, ne cevap vermiyon lan bana diye, adamın biri de kısaca “de get başımdan sabahtan beri vır vır dır dır, car car, beynimi yidin, Hangi hıyar verdiyse bu noyu; yanlış” demiş :) yaaa, işte madara oldum, kristalcim de aynı herifle muhatap olmuş, büyük ihtimal damlacıma haber gitmiştir, sakın arama o numarayı, adam ters, küfür edecek diye…
Diyorum size, bu aralar ben de bir haller var, 22 diceme 02 diye yazmışım. Salak, angut insan ben yani T.İ, kızlarla görüşemeden döndüm. Kristalimle de bari pazartesi uçağa binmeden koklaşalım diye planladık ama o da olmadı, gerçi canım benim bana interaktif bir kahve ısmarladı ki, keşke yanımda olsaydı da karşılıklı içseydik. Velhasıl, bir salağın son 1 haftasını okumuş bulunmaktasınız. Ne olur beni seyahatlerimdeki salaklıklarımla değerlendirmeyin, ühü, ühü, valla ben özünde zeki biriyimdir aslında, fıırrkk, beni sevin ama acımayın, ne olur?
Ne garip bir başlık demeyin, anlatıcam, göreceksiniz bu başlığın ne menem bir şey olduğunu… Efendime söyliyim malumunuz İstanbul’a geldim 5 günlüğüne. Elimde yaş aralığı 75-85 olan lakin gönül yaşı büyük ihtimalle benden daha genç olduğu halde, metabolizmaları yavaş olduğu için karınca misali yürüyen, hareket eden, habire çişi gelen, çabuk yorulan bir demet yabancı misafirim vardı. Benim anneannecim daha 70indeyken iki dizi protezli ah’larla vah’larla yürüyemezken; benimkilerin maşallahı vardı.
Derken bir gün Topkapı’ya gittik. Ben, rehber ve 12 tane çıtır. Girdik içeri, turist dolu, rehber anlatıyo, bla, bla, bla… ben ve çıtırlar pür dikkat dinlerkene “çataaanaaaak” diye bir ses geldi arkamdan. Allah Allah bu nedir ki diye sağıma, arkama bakınırken bir “çatanaakk, çaaat, çattıırrrttt” diye gümbürtü gelince ne göreyim, harem dairesinin yanında uzun siyah çarşaflara bürünmüş bir teyzemiz, yanında aldığı 10-12 yaşlarındaki oğlan çocuğu ile yerde ayakkabısının üzerinde zıplayarak bir şeyler kırıyor. Benim çıtırlar da “T.İ; what’s that? Is it he or she? Is she arabian turist or a turkish one?, What’s she trying to break? Why does she jumping on her heel?, What’s that breaking noise?” gibi bir sürü ahiret soruları sordular. Ben de kahraman polis / dedektif edasıyla; “anacım siz şimdi bir geri çekilin, ben bi girişeyim teyzeme” der gibi onları geriye doğru iterek olayın içine son sürat daldım.
"Teyze, ne yapıyosun sen?" Çatttt, çatııırrrttt, (bu arada teyze değil yüzünden ve ses tonundan daha genç olduğunu anladım. Burkalar içinde pek anlaşılmıyo da).
Çaaaatttttt “ceviz kırıyom” dedi kadın.
“!!!!!. Ceviz mi kırıyon? Topkapı sarayı harem dairesi önünde? Hayvanat bahçesi mi sandın burayı kadın, şu yerlerin haline baksana sen, kabuk içinde bırakmışsın ortalığı”
“…Allah Allah, ne bağrıyon, çocuk istediydi, ceviz yidiriyom ona”
“!!!!! Karpuz da kesseydin, bak Enderun kısmında karpuz ilginç olabilir, bi dene orda istersen” dedim,
Ve kadın naptı biliyo musunuz? Yerdeki bütün ceviz pisliklerini ayağındaki kalın botlarıyla sıyırarak haremin bahçesine ittirdi. Rehber elimden kadını zor aldı, barbar türk imajı vermiyim diye turistlere.
Kutsal emanetler bölümünde bir tat bir doku:
Dışına asmışlar,” içerde Müslümanlar için çok kutsal materyaller sergilenmektedir. Lütfen dine olan saygınız sebebiyle sükunet içinde içeride gezin, kamera yasaktır” yani özeti şudur: “İçerde mal gibi dolaşmayın, eğerinizden kopmuş öküz gibi bir oraya bir buraya koşmayın, hayvan gibi bağırmayın” Dikkat ederseniz benzetme yaparken hep büyükbaşlardan tasvir yapıyorum ama o hayvanlara da kedi denmez di mi?
Girdik içeri çıtırlarımla birlikte. İçerden bir kuran sesi yükseliyor ki sanırınız topkapı’da değil, mekke’desiniz az sonra da hacı olacaksınız. Benimkiler de sordular “T.İ; what’s that song? Turkish?” “no, I said; it’s kuran, our holy book… Perhabs, it’s a cd track”, “So T.İ, why did thepalace exhibit the pray in that hole? “!!!!!!!!! Iııııııı, eeeeee, şeeeeyyyyy” Bu arada da sesin geldiği odacığa girdik. Haydaaaa, bu adam da kim, ne işi var o küçük camdan kafeste? Evet arkadaşlar, Topkapı Sarayı kutsal emanetler odasının içinde küçük bir camekanlı bölüm yapmış bizim yetkilierimiz. İçine hayvani bir mikrofon yerleştirmişler, hoparlörler de cabası! Adamcağız camekanda sergileniyor, kuran okuyor, ve dışardan da bizler yani turistler turistler, adamı maymun gibi seyrediyoruz. Abdesti olan var mı, pis misin, kokmuş musun, hangi amaçla gelmişsin, nerden gelmişsin? Çıtırlardan yeni bir soru bombası daha geldi tabi: “T.İ; why is this man praying here? Do you allowed to make a religious show in public areas?” “!!!!! Well, aaaa, eeeee, in fact, show business in religion is restricly prohibitted but why these hayvans made such a shitty show in this silent area?, I have no idea”, “T.İ, what is hayvan?”
Tam bu soruya cevap verecekken, ilkokul 1.ve 2. sınıflardan oluşan 80 kişilik bir öğrenci grubu sadece 1 adet mevcut hocalarıyla içeri girdiler. Aman allahım, o ne gürültü öyle? Camekanlarda sergilenen her tür kutsal emanete saygısızca bağırarak dil çıkaran mı, dillerini cama yapıştıran mı? Camekandaki hocanın durduğu cama “tık tık tık, eyi günler” diyen mi, hocanın arkasından dolaşıp adamın omzuna parmakla “şişt, baksana” diyenler mi? Öğretmenleri de muhtemelen kendisine bu zorla verilen görevden memnun değil, salmış bunları çayıra. Hele bir tanesi tam önümde sakal-ı şerifin durduğu cama kafasını küüt diye çarptı, bana “what is hayvan” diyen yabancı konuğuma döndüm, çocuğu işaret ettim “yes Gordon, this is hayvan” diyerek cevap verdim.
Ankara’nın palyaçosu, İstanbul’un salağı. İşte tam bir kültür mozaiği: Bendeniz Toplu iğne
Geçen hafta beyan ettiğim gibi İstanbul’a gidecem ya, blog dostlarımla da görüşecez ya, sormayın bende bir heves, bir heyecan. Yaptım planlarımı; kristalim, damlacım ve deadoram’la buluşup voltranı oluşturacaz. İstanbul’da koşuşturacak olan benim… O yüzden kızlar benden haber bekliyorlar. Ben bir güzel ayarladım Pazar günümü, çıtırları rehbere emanet ettim, 1 gün öncesinden de mail attım, kızlar cebim şu, arayın beni, boyayın beni diye… Pazar günü “bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin” şarkısı eşliğinde otelde bekledim, saat 14.30 gibi olmuştu ki ben yani salak iğne, nişantaşına gittim, nişanlımla takıldık, yemek yedik (o da geldi, canımın içi endoskopi oldu orda). Ben bir güzel oyalandım, kayınvalideme gittik, akşam saat 8 gibi otele döndüm, artık benim çıtırlar boğaz turundan geleceklerdi… Dediler ki “T.İ hanım, bir bayan geldi sizi görmeye, ulaşamamış size, not bıraktı”. “!!!!!!!! Hiiiih, nası yaniiii????? Ver bakiyim şu kağadı, amanin, dea’m gelmiş, fıırrrkk, bulamamış beni, fırrrk, ama ama kağatta “numaranı yanlış vermişsin iğnecim, arıyom hep başkası çıkıyo, ben de geleyim dedim” diye yazıyo..fırrrk, nasıl olur ben cep nomu yanlış mı yazmışım, deam taa buralara mı gelmiş hiihhhhh???”
O an öleyim mi güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim arkadaşlar. Hemen aradım deamı, konuştuk, meğersem zavallım gün içinde sözkonusu ben olduğum sandığı numarayı bayaa bi taciz etmiş mesajla, karşıdan cevap gelmeyince bekle geliyorum o zaman oraya diye yazmış. Ehe ehe hüeeee. Sonra yine cevap alamayınca aramış tabi, ne cevap vermiyon lan bana diye, adamın biri de kısaca “de get başımdan sabahtan beri vır vır dır dır, car car, beynimi yidin, Hangi hıyar verdiyse bu noyu; yanlış” demiş :) yaaa, işte madara oldum, kristalcim de aynı herifle muhatap olmuş, büyük ihtimal damlacıma haber gitmiştir, sakın arama o numarayı, adam ters, küfür edecek diye…
Diyorum size, bu aralar ben de bir haller var, 22 diceme 02 diye yazmışım. Salak, angut insan ben yani T.İ, kızlarla görüşemeden döndüm. Kristalimle de bari pazartesi uçağa binmeden koklaşalım diye planladık ama o da olmadı, gerçi canım benim bana interaktif bir kahve ısmarladı ki, keşke yanımda olsaydı da karşılıklı içseydik. Velhasıl, bir salağın son 1 haftasını okumuş bulunmaktasınız. Ne olur beni seyahatlerimdeki salaklıklarımla değerlendirmeyin, ühü, ühü, valla ben özünde zeki biriyimdir aslında, fıırrkk, beni sevin ama acımayın, ne olur?
Çarşamba, Mayıs 03, 2006
İğne hanım İstanbul’a geliyoooo!
Epeydir koklaşamadık senle ey okuyucu dost… T.İ yoğunluktan blog-mlog olayına giremedi. Ama pazar günü mobilyalarımı gördüm ya nihayet, artık ölsem de gam yemem. Ama yatak odası demonteydi. Yani onu görsem de ne olacaktı ki? Marangoz geldi montaj yapmaya. Bendeniz 100 adet mobilyacı gezip hiçbirini beğenmeyince, bir gün İzmir’de açılan ikea ziyaretimde vuruldum bir yatak odası takımına. Filhakika demonteymiş nerden bileyim? Nişanlıma dedim ki “aha işte bu. Bunu alalım” . Aldık nihayetinde, öyle 2 hafta durdu kutular evde yatır gibi. Pazar günü marangozu aldık eve getirdik. Benim iyi niyetli nişanlım adamı evinden aldığı yetmiyor gibi bi de pazar kahvaltısına da götürmüş (brunch diyor ya hani bazı ukalalar), allahım allahım geldi bunlar eve, bahar yorgunu tabi ikisi. Akşam 6’dıydı yatak odasının montajı bitti. 1 yatak, 2 komodin, 1 de şifonyer… Öyle dolap falan da yok. Anlayın işte bahar güneşi ne hale getirmiş bunları :) Yatakları da ayrı yerden sipariş ettik, sandım ki esnaf sözünde durur, zamanında getirir, marangoz ve yamağı nişanlım işlerini bitirdiler ama yatakçı gelmedi anasını satıyim. Akşam 7’ye kadar ordaydık. Ne gelen oldu ne de giden. Yatak olayı hala beklemede.
Perşembe günü istanbul’a gidiyorum ama bu sefer valizle:) yanıma türlü türlü giysi alıcam, banu alkan gibi sürü sepet valizle gidicem. 4 gün ordayım. Ofis işi gene. Ama bu sefer her şeyi ayarladım, bir t.c. vatandaşı olarak kazık kadar oldum halen hiçbir tarihi yeri göremedim, dolmabahçeyi, topkapıyı, yerebatanı, ayasofyayı da görücem.
Meraklısına ve kafası karışana önemli not: benim her bi boku (çok afedersiniz, bok dedim) yapan şirketim ayrıca turizm işinde de. Ben de her bi halta maydonoz olan bi insan olarak turizm işine de el attım, yabancı misafirleri rehberle Türkiye turuna gönderdik, İstanbul parkuruna ben de gidiyorum. Tabi bayılmıyorum aslında çünkü İzmir’de de yapılacak çok işim var ama patron denen vatandaş “iğnecim, sen de git, İstanbul karışık, bi de özel misafir hepsi, rehbere çok güvenemiyorum, sen gidersen daha iyi olur” diyince eh peki madem dedim. Şimdi benim 12 kişilik yaş aralıkları 75-85 olan nurtopu gibi bir birleşmiş milletler topluluğu misafirim var. Onlar dolanırken ben de onlara takılayım da bari görgüm-bilgim artsın. Beleşe yer göreyim diy mi ama? :)
Bi özel not daha: İstanbul’a harbiden tepeden bakıcam (Pier Loti’de kalıcam da…), erguvanları kokluycam, tam mevsimi gelmiş öyle diyorlar.bir de fırsat bulursam nikah şekeri ve davetiye bakıcam. İstanbullu blog dostlarım, iğne geliyor, e artık bana bir program yaparsınız.
Öptüm herkesi
Perşembe günü istanbul’a gidiyorum ama bu sefer valizle:) yanıma türlü türlü giysi alıcam, banu alkan gibi sürü sepet valizle gidicem. 4 gün ordayım. Ofis işi gene. Ama bu sefer her şeyi ayarladım, bir t.c. vatandaşı olarak kazık kadar oldum halen hiçbir tarihi yeri göremedim, dolmabahçeyi, topkapıyı, yerebatanı, ayasofyayı da görücem.
Meraklısına ve kafası karışana önemli not: benim her bi boku (çok afedersiniz, bok dedim) yapan şirketim ayrıca turizm işinde de. Ben de her bi halta maydonoz olan bi insan olarak turizm işine de el attım, yabancı misafirleri rehberle Türkiye turuna gönderdik, İstanbul parkuruna ben de gidiyorum. Tabi bayılmıyorum aslında çünkü İzmir’de de yapılacak çok işim var ama patron denen vatandaş “iğnecim, sen de git, İstanbul karışık, bi de özel misafir hepsi, rehbere çok güvenemiyorum, sen gidersen daha iyi olur” diyince eh peki madem dedim. Şimdi benim 12 kişilik yaş aralıkları 75-85 olan nurtopu gibi bir birleşmiş milletler topluluğu misafirim var. Onlar dolanırken ben de onlara takılayım da bari görgüm-bilgim artsın. Beleşe yer göreyim diy mi ama? :)
Bi özel not daha: İstanbul’a harbiden tepeden bakıcam (Pier Loti’de kalıcam da…), erguvanları kokluycam, tam mevsimi gelmiş öyle diyorlar.bir de fırsat bulursam nikah şekeri ve davetiye bakıcam. İstanbullu blog dostlarım, iğne geliyor, e artık bana bir program yaparsınız.
Öptüm herkesi
Perşembe, Nisan 27, 2006
Mazeretim var.
Kafam karışık. Ne yazacağımı netleştiremedim. İçimin muzur tarafı, kokoş tarafı, ukala tarafı, yalın tarafı, naif-kırılgan tarafı, kültürlü tarafı, küfürbaz tarafı bir olmuş oyun oynuyorlar bana. Her bir taraf kendi cephesine çekiyor beni. O yüzden aşağıda okuyacaklarınızdan ben sorumlu değilim. Bana ne? Her telden yazacağım şimdi, size keyifli okumalar…
Olmuyor, gitmiyor, kalıyor
Ben şimdi evleniyorum ya, 36dan 38’e çıktım ya. İnemiyorum işte. İnanın bana. Yemiyorum bir şey abartılı. Dikkat ediyorum, tamam diyet yapamıyorum ama dikkat ediyorum kurallara. Hani gelinliğim de straptez ya (böyle mi yazılırdı bu?),bir kollarım var sanırsın Hamza Yerlikaya! Ya böyle lömbür lömbür yağ var. Kışın anlaşılmıyor tabi hep uzun kollu kazak ve gömleklerle. Şimdi gelinlik denemesinde bir giydim o straptezi, aynadan kendi kollarımdan tiksindim. Kollarımın üst tarafından bahsediyorum. Dolma gibi. Maşallah pehlivan misali. O kolları inceltmem lazım. Ama nasıl?
---------------
Akşama BJK’lılar gecesindeyim
Bu akşam Hilton’da BJK’lılar gecesi var. Kendine Gülshen (!) diyen ünlü Türk düşünürü ve bülbül sesli yeni Müzeyyen Senar’ımız, şaheser, sıfır beden ötesi insan da çıkacakmış sahneye. Karı (afedersiniz karı dedim) gece 22.de sahneye çıkacakmış. 22’ye kadar yedin, yedin, yoksa karı (pardon yine karı dedim.) ağzımıza s.çar. Ben de toplu iğneysem beni tanıyanlar bilir, oraya geç gidip o sahne aldığında “oof offf” diye bir öne bir arkaya yaylanarak sallanırken, gözünün içine baka baka tavuğun budunu “haaartt” diye ısırıp ağzıma almazsam neyim? Bakalım ben de onun sinirine dokunacak mıyım? Gerçi yine bilenler bilir, ben o aleme karizmayı çizdiren adamcağız gibi kaçar adımlarla terk etmem de orayı. Ben basmışım parayı o geceye gelmişim, işimden geç çıkmış, süslenip püslenmişim, gitmişim oraya aç bilaç. Sonra karı (yaa, elime engel olamıyorum, pardon ya gene dedim) beni herkesin içinde şamar oğlanı yapacak. Yok öyle. Canı çekiyosa bi çatal veriyim belki sıfır beden olcam diye yemiyo bişey garibim, kıskanıyo tabi karnını doyuranları. Neyse eğer bu hafta sonu paparazzi programlarını seyrederseniz, Dannn…”İzmir hiltonda gülşenle bir seyircisi saç saça baş başa kavga ettiler.” Daaannnn.. Az SONRA!....Daannnn… “ İsminin T.İ olduğunu öğrendiğimiz konuk, şarkıcı Gülşen sahnedeyken tavuğun budunu kemirmeye devam edip gülşene doğru geğirdi. Gülşenin uyarmasıyla daha da abartan T.İ isimli davetli bitirdiği tavuktan arda kalan yağlı lades kemiğini sahneye çıkıp gülşene “ladesim lades olsun mu? Nesine?” diyerek inat yaptı. Birbirine giren ikiliden sıfır beden olduğu için halsiz düşen Gülşen hastanede müşade altına alındı. Gülşeni dövdüğü için karakolda ifade veren T.İ, “vatan sağolsun, ben görevimi yaptım, eğitim şart” dedi… Daaann.. “Gülşeni döven T.İ’ye Murat Taşdemir’den ilanı aşk” Daaannn. Taşdemir T.İ’ye gel Afroditi beraber dövelim” dedi. Daaaann. Azz sonraaaa!
-----------------
Hiçbir şeye vakit bulamıyorum
İki hafta oldu, oturacağımız eve mobilyalarım geldi daha gidip göremedim evimizi. İşim yoğun, seyahatlerim var, haftaya 4 günlüğüne İstanbul’a gidiyorum, İzmir’deki işimin dışında bir de üniversitede öğretim görevlisiyim, haftada 8 saat de oraya gidiyorum, vizeler, testler, dönem ödevleri, sınav hazırla, kağıtları oku, iş yerindeki projeleri takip et, çalışanların sorunlarıyla ilgilen, orayı derle, patronun emirleriyle boğuş, okulda öğrencilere proje ver, derslere hazırlan, nişanlıya ilgi göster, anayla babayla ilgilen, nişanlının ailesine hürmet ve ilgide kusur etme, anneanne-dedeye ilgi göster, evlilik hazırlıkları ve detayları, eh tabi ilgi gösteremediğimden dolayı pek çok arkadaşım da var, onların gönlünü al, onlarla da ilgilen derken (ayy yazarken şiştim) ben kendimi bulamıyorum. Bahar yorgunluğu değil bu. Basbaya daral geldi, yorgunum, avaz avaz bağırmak istiyorum,
------------------
GEL, NE OLUR!
Gazete okumaktan çok sıkılmaya başladım artık. İçimi karalar bağlıyor.
* Zehirli varillerini tek tek k.çına sokasım gelen o koca koca büyükbaşların zehirli varilleri pisliklerini toprağa gömüp üstünü örten hayvan misali, yurdumun dört bir yanına gömmeleri, “seni gömsünler o toprağa da bir daha çıkama” beddualarımla son buluyor.
* 21 yaşında çoluk çocuk sahibi yaşı gelmiş ancak hala lisede okuduğu için bir gerizekalı olması muhtemel herifi yüce meclise 23 nisanda oturtanlara da sinir oluyorum. İçim cız etti gördüğümde. O herifi (pardon herif dedim) değil 23 nisan kutlamalarında görmek, çoktan askerliğini yapmış olması gerekiyordu. Gerçi o adamın Mehmetçikler arasında ne işi var di mi? Olsa olsa askere gitmemek için halen bu yaşta okula gidiyor ayağı yapmaktadır. Ben de 32 yaşında miniminnacık bir kız çocuğu olarak seneye 23 nisanda bir koltuğa oturmak istiyorum arkadaşlar. 1 günlüğüne de olsa beni de seçsinler, buyur otur desinler. Ben de o ceylan derisinden koltuğa oturup “egemenlik, arkamdaki duvar yazısında değil; bilakis elden giden milletimindir” diyebilmek isterim.
* Siz İstiklal marşını duyduğunda tüyleri diken diken olup ağlıyanlardan mısınız? Ben aynen öyleyim işte. Hele hele içim bir tuhaf oluyor bayrağımı dalgalanırken gördüğümde. Hergün gazete bir şehit cenazesini ve ardından ağlayan çocuklarını ve eşlerini görünce benim de gözlerimden yaşlar tane tane akmaya sonra da yağmur gibi boşalmaya başlıyor. Ne güzel 3 sene öncesine kadar durulmuştu her şey. Ne oldu da birden seçimlerden sonra dalga dalga başladı bu katliam. Ne kadar duyarsız bir millet olduk biz, Onun gibi birisi neden doğmuyor bir türlü? 1881’den beri doğmaz mı bu insan? Eğer doğduysan ve bir yerlerde bir şeyler yapıyorsan ne olur gel artık, gelirsen de ne olur Samsun’dan başla sen de. Aynen ONUN yaptığı gibi. Ya da ikinci büyük taarruz biz gavurların bol bulunduğu ve tek dişi kalmış canavar kale İzmir’den. Yine aynı eskisi gibi. Bak bizler burada seni bekliyoruz
Olmuyor, gitmiyor, kalıyor
Ben şimdi evleniyorum ya, 36dan 38’e çıktım ya. İnemiyorum işte. İnanın bana. Yemiyorum bir şey abartılı. Dikkat ediyorum, tamam diyet yapamıyorum ama dikkat ediyorum kurallara. Hani gelinliğim de straptez ya (böyle mi yazılırdı bu?),bir kollarım var sanırsın Hamza Yerlikaya! Ya böyle lömbür lömbür yağ var. Kışın anlaşılmıyor tabi hep uzun kollu kazak ve gömleklerle. Şimdi gelinlik denemesinde bir giydim o straptezi, aynadan kendi kollarımdan tiksindim. Kollarımın üst tarafından bahsediyorum. Dolma gibi. Maşallah pehlivan misali. O kolları inceltmem lazım. Ama nasıl?
---------------
Akşama BJK’lılar gecesindeyim
Bu akşam Hilton’da BJK’lılar gecesi var. Kendine Gülshen (!) diyen ünlü Türk düşünürü ve bülbül sesli yeni Müzeyyen Senar’ımız, şaheser, sıfır beden ötesi insan da çıkacakmış sahneye. Karı (afedersiniz karı dedim) gece 22.de sahneye çıkacakmış. 22’ye kadar yedin, yedin, yoksa karı (pardon yine karı dedim.) ağzımıza s.çar. Ben de toplu iğneysem beni tanıyanlar bilir, oraya geç gidip o sahne aldığında “oof offf” diye bir öne bir arkaya yaylanarak sallanırken, gözünün içine baka baka tavuğun budunu “haaartt” diye ısırıp ağzıma almazsam neyim? Bakalım ben de onun sinirine dokunacak mıyım? Gerçi yine bilenler bilir, ben o aleme karizmayı çizdiren adamcağız gibi kaçar adımlarla terk etmem de orayı. Ben basmışım parayı o geceye gelmişim, işimden geç çıkmış, süslenip püslenmişim, gitmişim oraya aç bilaç. Sonra karı (yaa, elime engel olamıyorum, pardon ya gene dedim) beni herkesin içinde şamar oğlanı yapacak. Yok öyle. Canı çekiyosa bi çatal veriyim belki sıfır beden olcam diye yemiyo bişey garibim, kıskanıyo tabi karnını doyuranları. Neyse eğer bu hafta sonu paparazzi programlarını seyrederseniz, Dannn…”İzmir hiltonda gülşenle bir seyircisi saç saça baş başa kavga ettiler.” Daaannnn.. Az SONRA!....Daannnn… “ İsminin T.İ olduğunu öğrendiğimiz konuk, şarkıcı Gülşen sahnedeyken tavuğun budunu kemirmeye devam edip gülşene doğru geğirdi. Gülşenin uyarmasıyla daha da abartan T.İ isimli davetli bitirdiği tavuktan arda kalan yağlı lades kemiğini sahneye çıkıp gülşene “ladesim lades olsun mu? Nesine?” diyerek inat yaptı. Birbirine giren ikiliden sıfır beden olduğu için halsiz düşen Gülşen hastanede müşade altına alındı. Gülşeni dövdüğü için karakolda ifade veren T.İ, “vatan sağolsun, ben görevimi yaptım, eğitim şart” dedi… Daaann.. “Gülşeni döven T.İ’ye Murat Taşdemir’den ilanı aşk” Daaannn. Taşdemir T.İ’ye gel Afroditi beraber dövelim” dedi. Daaaann. Azz sonraaaa!
-----------------
Hiçbir şeye vakit bulamıyorum
İki hafta oldu, oturacağımız eve mobilyalarım geldi daha gidip göremedim evimizi. İşim yoğun, seyahatlerim var, haftaya 4 günlüğüne İstanbul’a gidiyorum, İzmir’deki işimin dışında bir de üniversitede öğretim görevlisiyim, haftada 8 saat de oraya gidiyorum, vizeler, testler, dönem ödevleri, sınav hazırla, kağıtları oku, iş yerindeki projeleri takip et, çalışanların sorunlarıyla ilgilen, orayı derle, patronun emirleriyle boğuş, okulda öğrencilere proje ver, derslere hazırlan, nişanlıya ilgi göster, anayla babayla ilgilen, nişanlının ailesine hürmet ve ilgide kusur etme, anneanne-dedeye ilgi göster, evlilik hazırlıkları ve detayları, eh tabi ilgi gösteremediğimden dolayı pek çok arkadaşım da var, onların gönlünü al, onlarla da ilgilen derken (ayy yazarken şiştim) ben kendimi bulamıyorum. Bahar yorgunluğu değil bu. Basbaya daral geldi, yorgunum, avaz avaz bağırmak istiyorum,
------------------
GEL, NE OLUR!
Gazete okumaktan çok sıkılmaya başladım artık. İçimi karalar bağlıyor.
* Zehirli varillerini tek tek k.çına sokasım gelen o koca koca büyükbaşların zehirli varilleri pisliklerini toprağa gömüp üstünü örten hayvan misali, yurdumun dört bir yanına gömmeleri, “seni gömsünler o toprağa da bir daha çıkama” beddualarımla son buluyor.
* 21 yaşında çoluk çocuk sahibi yaşı gelmiş ancak hala lisede okuduğu için bir gerizekalı olması muhtemel herifi yüce meclise 23 nisanda oturtanlara da sinir oluyorum. İçim cız etti gördüğümde. O herifi (pardon herif dedim) değil 23 nisan kutlamalarında görmek, çoktan askerliğini yapmış olması gerekiyordu. Gerçi o adamın Mehmetçikler arasında ne işi var di mi? Olsa olsa askere gitmemek için halen bu yaşta okula gidiyor ayağı yapmaktadır. Ben de 32 yaşında miniminnacık bir kız çocuğu olarak seneye 23 nisanda bir koltuğa oturmak istiyorum arkadaşlar. 1 günlüğüne de olsa beni de seçsinler, buyur otur desinler. Ben de o ceylan derisinden koltuğa oturup “egemenlik, arkamdaki duvar yazısında değil; bilakis elden giden milletimindir” diyebilmek isterim.
* Siz İstiklal marşını duyduğunda tüyleri diken diken olup ağlıyanlardan mısınız? Ben aynen öyleyim işte. Hele hele içim bir tuhaf oluyor bayrağımı dalgalanırken gördüğümde. Hergün gazete bir şehit cenazesini ve ardından ağlayan çocuklarını ve eşlerini görünce benim de gözlerimden yaşlar tane tane akmaya sonra da yağmur gibi boşalmaya başlıyor. Ne güzel 3 sene öncesine kadar durulmuştu her şey. Ne oldu da birden seçimlerden sonra dalga dalga başladı bu katliam. Ne kadar duyarsız bir millet olduk biz, Onun gibi birisi neden doğmuyor bir türlü? 1881’den beri doğmaz mı bu insan? Eğer doğduysan ve bir yerlerde bir şeyler yapıyorsan ne olur gel artık, gelirsen de ne olur Samsun’dan başla sen de. Aynen ONUN yaptığı gibi. Ya da ikinci büyük taarruz biz gavurların bol bulunduğu ve tek dişi kalmış canavar kale İzmir’den. Yine aynı eskisi gibi. Bak bizler burada seni bekliyoruz
Cuma, Nisan 21, 2006
Sandviççinin İntikamı ve Sakıncalı Düşünceler
Bu da ne biçim bir başlık demeyin anlatıcam, sabredin azcık:
Çarşamba akşamüstü uçağıyla Ankara’ya uçtuk, iş meselesi. Uçmadan evvelki saat dilimlerine dönüyoruz:
Yer: İzmir (hani bazı amerikan polisiye macera dizilerinde ekranda böyle daktilo efektiyle ekrana çat çat çat yazar ya, aynen işte böyle hayal edin)
Saat: Sabahın kör bir vakti
Yer: T.İ.’nin yatak odası
Toplu iğne Ankara’ya gidecek ve topu topu 1 gece kalacak diye yanına mümkün olan en az eşyayı almaya karar vermekte. Elindeki evrak çantasının içine pijamasını ve her tür krem ve makyaj malzemesine yer bulan iğne, yanına yedek kıyafet almadan giderek sonradan gerzeklik olduğunu anlayacağı pratikliğiyle övünmektedir.
…………..
Saat: 14 suları
Yer: Efes büfe. Karnı açtır, büfenin camına yapışmış, kaşarlı,domatesli ayvalık tostu iştahını kabartmıştır. Ancak büfedeki beyinsiz tostcubaşı T.İ.nin ayvalık tostu isteğini bir türlü kavrayamamıştır. “Domates de koyun lütfen”, “Abla domates koymuyoz biz”, “Neden? domatesleri protesto mu ediyosunuz büfe olarak?”, “yok apla, pahallı oluyo”, “…..!”, “e peki kuru kuru kaşar mı koyuyonuz?”, “istersen salça süreyim”, “neyse sen bana çift kaşar koy, ha bi de mayonez koy bari içine de yumuşasın, 1 de ayran, bak ben yandaki kuaföre geçiyorum, oraya gönder al bu da paran”
…………
Saat: yine o civarlar
Yer: T.İ öğle yemeğini yiyemeden kuaföre dalacaktır, fönü gelmiştir çünkü eğer fön çektirmezse Ankara’nın onu bünyesine kabul etmeyeceğini düşünmektedir ve kuaföre dalar, tam fön çektirirken tostu teşrif eder. “bu ne kardeşim, kupkuru bu, 2 ekmeği yapıştırmışsın tostta kaktırıyon bana, nerde bunun kaşarı, mayonezi, tüh Allah seni kahretmesin”, “apla ben bilmiyom, sadece siparişi getirdiydim”, “sen ekmek fırınında mı çalışıyon da bana 2 dilim kuru ekmek getirdin olum? Nerde bunun peyniri? Git söyle o tostçuya, koysun içine kaşar ve de mayonez, hırrrr, gırrrrr”
T.İ açtır, açlıktan nevri dönmüştür, uçağa da yetişmesi gerekmektedir. Daha ofise uğrayacak, sunuşunu şöyle bir gözden geçirecekti, velhsıl işi gücü vardır anlayın işte
…………..
Saat: 14.30
Yer: Hala kuaför salonu
Büfeci çocuk yeni paketi getirir. Açlıktan gözü dönen T.İ hırsla paketi açar ve hayli kabarık gözüken tosttan koca bir ısırık alır ve o anda “haaaarrrrşşş” diye siyah takım elbisesinin ve içindeki beyaz tişörtün üstüne mayonez ve salçalar dökülür. T.İ.nin uzun sırma saçları olduğu için fön çekilirken iştahına mani olamayan iğne, saçlarının da mayonezlenmesini önleyemez. Onun için artık her şey bitmiştir.
Ne eve gidip üstünü değiştirebileceği ne de fönlü saçlarını tekrar yıkatıp ikinci bir fön çektirmeye vakti vardır. Kendisiyle maytap geçen kuaför ve yamağına aldırmadan mayonezli saçları buraya değdi buraya değmedi şeklinde yıkatıp, üstündeki lekeli yerleri sildiren toplu iğne, ofise hızla gelir, patronuyla buluşur ve ankaraya yağlı yağlı uçar.
...............
Sakıncalı düşünceler:
Saat: Öğleden sonra
Yer: Havaalanı
Uçak: Milli havayolumuz. T.İ milli havayolunun nedense dış hatlardan uçurduğunu görür ve söylenerek dışhatlara arabayı parkederler.
...............
Yer: Uçağın içi. Uçağa biner binmez hoparlörlerden ney ve kudüm eşliğinde ilahiler çalmaktadır. T.İ umre ziyaretine giden uçağa yanlışlıkla bindiğini düşünerek inmeye kalkar. Lakin yanılmıştır, milli havayolu artık kabin içinde müzik içinde tasavvuf müziğine yönelmiştir. Bir dahaki bindiğimde bari mevlüt de okutayım diyen T.İ bu fikrini patronuna da bağırarak söyler ve çevredeki yolcuların sempatisini kazanır
..............
Yer: Gök, bulut ötesi, Canı sıkılan T.İ skylife denen dergiye bakar. Allah Allah, bu dergiye ne olmuş böyle diye düşünür? Külliyeler, medreseler, tarhananın Selçukludan beri gelişimi, saray müzelerinde sergilenen kadı, inzibat kıyafetleri, cami tanıtımları dışında dergide hiçbir şey yoktur. Derginin ilk sayfasına bakar, her hükümet değiştiğinde havayolunun genel müdürü de değişir çünkü. Aman allahım der kendi kendine…”bu da kim?” Zekeriya hocanın gençliğine benzer badem bıyıklı gözlüklü yaşlı adam ona erbakan’ı hatırlatmıştır. “Ne kadar da benziyor ona” diye düşünür. T.İ yine acıkmıştır. Bir bakar ki anası yaşındaki hostes teyze, halen görevini şevkle yapmaya çalışmakta ve cola turkaları dağıtmaktadır. Ülker markalı içecekler, Konyalı dimes meyve suları, Ülker bisküviler derken… su içer T.İ. tabi bi de salata yer :)
…………
Saat: Akşam suları
Yer: Otel odası. Nişanlısıyla konuşmasını bitiren T.İ, aynaya yansıyan mayonez ve salça bulaşmış beyaz tişörtüne bakarak içini geçirir ve yanına yedek bir şey almadığına hayıflanır. Kuaförde temizlemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır.”ertesi gün ne yapacağım ben” diye kendi kendine söylenir T.İ. Bu aralar kendi kendine konuşmayı sık sık yapmaktadır. “Delirdim ben kesin” diye söylenir”Yaa ne giyicem ben yarın sabah toplantıda? İçime tişörtümü giymesem, ceketten içim gözükür, seksi şempanze olurum, ne yapıcam ben” diye söylenen T.İ’nin gözüne yatağa çıkartmış olduğu pijamasının üstü ilişir. Yüzünde kanser aşısını bulmuş bilim adamı sevinci ve gururu ifadesiyle yatağa yatar.
……………
Saat Ertesi gün sabah saat 9 ve sonrası
Yer: Bir devlet kuruluşunun merkez binası, toplantı salonu. Bürokratlar toplanmış, projeyi sunacak T.İ, patronu ve saz arkadaşlarını beklemektedir. T.İ içeriye siyah takımı içinde süzülür. Artık 38 beden olduğunu bir türlü kavramamakta direnen T.İ, 36 bedenken almış olduğu ve üstünde düdük gibi duran ceketini bir de üstüne üstlük tüm düğmelerini kapatmış, karnını içine çekmekten kazık yutmuş gibi yürümektedir. İçine pijamasının kalpli ve ayıcıklı, kenarları pembe fistolu penyesini giymiştir. Karizmayı sıfır edici bu detaylar görülmesin diye de ceketinin önünü son düğmeye kadar kapatmıştır ancak pembe fistolar sağdan ortadan, alttan, yandan çıkmaktadır. Toplantı sırasında bir bürokrata havalı havalı edebi birşeyler anlatırken T.İ, ceket düğmesinin açılmış ve pembeli ayı kardeşin bürokratın taaa gözlerinin içine baktığını fark eder. “Umarım fark etmemiştir” diye içinden geçiren T.İ, “ulan ben proje diyorum, bütçe diyorum, ihale diyorum, şartname diyorum, eğitim diyorum, ama bedenim tiny toons, winnie the pooh diyor, barbie kalpleri diyo… ulan bi daha bospadan pijama alırsam ne olayım?, git siyah satenli güllü şeyler al di mi? Bak o zaman ceket içine giyer misin, giymez misin? Resmen maymun oldum adamların önünde” diye hayıflandı. Bürokrat ve saz arkadaşları içinse bir renk gelmişti kasvetli binalarına. Gri renkli bürokrasi tarihinde toplantılarını bir palyaço ile ilk kez yapıyorlardı. “İnsanlar İzmir İzmir diye tutturmakla çok haklıydılar demek ki. Bunun gibi palyaçolardan çok olmalı İzmir”de diye düşündü daire başkanı, “bari izinde gideyim de bizim çocuk epeydir Medrano sirkini görmek istiyordu, hiç değilse bu palyaçoyu da bulurum eğlendirir çocukları diyerek arkasına yaslandı ve “Toplu iğne hanım, çok memnum oldum, teşekkürler buraya kadar geldiniz, biz sizi en kısa sürede arıyacağız, tebrikler çok güzel bir sunuştu” diyerek palyaçoyu uğurladı.
Bu hikaye de burda bitti
Çarşamba akşamüstü uçağıyla Ankara’ya uçtuk, iş meselesi. Uçmadan evvelki saat dilimlerine dönüyoruz:
Yer: İzmir (hani bazı amerikan polisiye macera dizilerinde ekranda böyle daktilo efektiyle ekrana çat çat çat yazar ya, aynen işte böyle hayal edin)
Saat: Sabahın kör bir vakti
Yer: T.İ.’nin yatak odası
Toplu iğne Ankara’ya gidecek ve topu topu 1 gece kalacak diye yanına mümkün olan en az eşyayı almaya karar vermekte. Elindeki evrak çantasının içine pijamasını ve her tür krem ve makyaj malzemesine yer bulan iğne, yanına yedek kıyafet almadan giderek sonradan gerzeklik olduğunu anlayacağı pratikliğiyle övünmektedir.
…………..
Saat: 14 suları
Yer: Efes büfe. Karnı açtır, büfenin camına yapışmış, kaşarlı,domatesli ayvalık tostu iştahını kabartmıştır. Ancak büfedeki beyinsiz tostcubaşı T.İ.nin ayvalık tostu isteğini bir türlü kavrayamamıştır. “Domates de koyun lütfen”, “Abla domates koymuyoz biz”, “Neden? domatesleri protesto mu ediyosunuz büfe olarak?”, “yok apla, pahallı oluyo”, “…..!”, “e peki kuru kuru kaşar mı koyuyonuz?”, “istersen salça süreyim”, “neyse sen bana çift kaşar koy, ha bi de mayonez koy bari içine de yumuşasın, 1 de ayran, bak ben yandaki kuaföre geçiyorum, oraya gönder al bu da paran”
…………
Saat: yine o civarlar
Yer: T.İ öğle yemeğini yiyemeden kuaföre dalacaktır, fönü gelmiştir çünkü eğer fön çektirmezse Ankara’nın onu bünyesine kabul etmeyeceğini düşünmektedir ve kuaföre dalar, tam fön çektirirken tostu teşrif eder. “bu ne kardeşim, kupkuru bu, 2 ekmeği yapıştırmışsın tostta kaktırıyon bana, nerde bunun kaşarı, mayonezi, tüh Allah seni kahretmesin”, “apla ben bilmiyom, sadece siparişi getirdiydim”, “sen ekmek fırınında mı çalışıyon da bana 2 dilim kuru ekmek getirdin olum? Nerde bunun peyniri? Git söyle o tostçuya, koysun içine kaşar ve de mayonez, hırrrr, gırrrrr”
T.İ açtır, açlıktan nevri dönmüştür, uçağa da yetişmesi gerekmektedir. Daha ofise uğrayacak, sunuşunu şöyle bir gözden geçirecekti, velhsıl işi gücü vardır anlayın işte
…………..
Saat: 14.30
Yer: Hala kuaför salonu
Büfeci çocuk yeni paketi getirir. Açlıktan gözü dönen T.İ hırsla paketi açar ve hayli kabarık gözüken tosttan koca bir ısırık alır ve o anda “haaaarrrrşşş” diye siyah takım elbisesinin ve içindeki beyaz tişörtün üstüne mayonez ve salçalar dökülür. T.İ.nin uzun sırma saçları olduğu için fön çekilirken iştahına mani olamayan iğne, saçlarının da mayonezlenmesini önleyemez. Onun için artık her şey bitmiştir.
Ne eve gidip üstünü değiştirebileceği ne de fönlü saçlarını tekrar yıkatıp ikinci bir fön çektirmeye vakti vardır. Kendisiyle maytap geçen kuaför ve yamağına aldırmadan mayonezli saçları buraya değdi buraya değmedi şeklinde yıkatıp, üstündeki lekeli yerleri sildiren toplu iğne, ofise hızla gelir, patronuyla buluşur ve ankaraya yağlı yağlı uçar.
...............
Sakıncalı düşünceler:
Saat: Öğleden sonra
Yer: Havaalanı
Uçak: Milli havayolumuz. T.İ milli havayolunun nedense dış hatlardan uçurduğunu görür ve söylenerek dışhatlara arabayı parkederler.
...............
Yer: Uçağın içi. Uçağa biner binmez hoparlörlerden ney ve kudüm eşliğinde ilahiler çalmaktadır. T.İ umre ziyaretine giden uçağa yanlışlıkla bindiğini düşünerek inmeye kalkar. Lakin yanılmıştır, milli havayolu artık kabin içinde müzik içinde tasavvuf müziğine yönelmiştir. Bir dahaki bindiğimde bari mevlüt de okutayım diyen T.İ bu fikrini patronuna da bağırarak söyler ve çevredeki yolcuların sempatisini kazanır
..............
Yer: Gök, bulut ötesi, Canı sıkılan T.İ skylife denen dergiye bakar. Allah Allah, bu dergiye ne olmuş böyle diye düşünür? Külliyeler, medreseler, tarhananın Selçukludan beri gelişimi, saray müzelerinde sergilenen kadı, inzibat kıyafetleri, cami tanıtımları dışında dergide hiçbir şey yoktur. Derginin ilk sayfasına bakar, her hükümet değiştiğinde havayolunun genel müdürü de değişir çünkü. Aman allahım der kendi kendine…”bu da kim?” Zekeriya hocanın gençliğine benzer badem bıyıklı gözlüklü yaşlı adam ona erbakan’ı hatırlatmıştır. “Ne kadar da benziyor ona” diye düşünür. T.İ yine acıkmıştır. Bir bakar ki anası yaşındaki hostes teyze, halen görevini şevkle yapmaya çalışmakta ve cola turkaları dağıtmaktadır. Ülker markalı içecekler, Konyalı dimes meyve suları, Ülker bisküviler derken… su içer T.İ. tabi bi de salata yer :)
…………
Saat: Akşam suları
Yer: Otel odası. Nişanlısıyla konuşmasını bitiren T.İ, aynaya yansıyan mayonez ve salça bulaşmış beyaz tişörtüne bakarak içini geçirir ve yanına yedek bir şey almadığına hayıflanır. Kuaförde temizlemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır.”ertesi gün ne yapacağım ben” diye kendi kendine söylenir T.İ. Bu aralar kendi kendine konuşmayı sık sık yapmaktadır. “Delirdim ben kesin” diye söylenir”Yaa ne giyicem ben yarın sabah toplantıda? İçime tişörtümü giymesem, ceketten içim gözükür, seksi şempanze olurum, ne yapıcam ben” diye söylenen T.İ’nin gözüne yatağa çıkartmış olduğu pijamasının üstü ilişir. Yüzünde kanser aşısını bulmuş bilim adamı sevinci ve gururu ifadesiyle yatağa yatar.
……………
Saat Ertesi gün sabah saat 9 ve sonrası
Yer: Bir devlet kuruluşunun merkez binası, toplantı salonu. Bürokratlar toplanmış, projeyi sunacak T.İ, patronu ve saz arkadaşlarını beklemektedir. T.İ içeriye siyah takımı içinde süzülür. Artık 38 beden olduğunu bir türlü kavramamakta direnen T.İ, 36 bedenken almış olduğu ve üstünde düdük gibi duran ceketini bir de üstüne üstlük tüm düğmelerini kapatmış, karnını içine çekmekten kazık yutmuş gibi yürümektedir. İçine pijamasının kalpli ve ayıcıklı, kenarları pembe fistolu penyesini giymiştir. Karizmayı sıfır edici bu detaylar görülmesin diye de ceketinin önünü son düğmeye kadar kapatmıştır ancak pembe fistolar sağdan ortadan, alttan, yandan çıkmaktadır. Toplantı sırasında bir bürokrata havalı havalı edebi birşeyler anlatırken T.İ, ceket düğmesinin açılmış ve pembeli ayı kardeşin bürokratın taaa gözlerinin içine baktığını fark eder. “Umarım fark etmemiştir” diye içinden geçiren T.İ, “ulan ben proje diyorum, bütçe diyorum, ihale diyorum, şartname diyorum, eğitim diyorum, ama bedenim tiny toons, winnie the pooh diyor, barbie kalpleri diyo… ulan bi daha bospadan pijama alırsam ne olayım?, git siyah satenli güllü şeyler al di mi? Bak o zaman ceket içine giyer misin, giymez misin? Resmen maymun oldum adamların önünde” diye hayıflandı. Bürokrat ve saz arkadaşları içinse bir renk gelmişti kasvetli binalarına. Gri renkli bürokrasi tarihinde toplantılarını bir palyaço ile ilk kez yapıyorlardı. “İnsanlar İzmir İzmir diye tutturmakla çok haklıydılar demek ki. Bunun gibi palyaçolardan çok olmalı İzmir”de diye düşündü daire başkanı, “bari izinde gideyim de bizim çocuk epeydir Medrano sirkini görmek istiyordu, hiç değilse bu palyaçoyu da bulurum eğlendirir çocukları diyerek arkasına yaslandı ve “Toplu iğne hanım, çok memnum oldum, teşekkürler buraya kadar geldiniz, biz sizi en kısa sürede arıyacağız, tebrikler çok güzel bir sunuştu” diyerek palyaçoyu uğurladı.
Bu hikaye de burda bitti
Salı, Nisan 18, 2006
Kadınlar Çiçektir
Allah kadına öyle güzellikler bahşetmiş ki, farkında olana ne mutlu! Bir kadına verilmiş olan doğurganlık, annelik duygusu, emzirmesi, duygusallığı, ağlaması, gülmesi, kahkahası, üzülmesi, acıması, becerikliliği, her yükü gıkını çıkarmadan omuzlarında taşıyabilmesi, şevkati, hüznü, dayanıklılığı, koruma içgüdüsü, sevecenliği... Ha, bir de güzel bir beden vermiş hani erkekleri çıldırtan, hayvani güdülerini ortaya çıkartan o ince belli çay bardağı kıvamındaki vücudu. Uğruna nice erkeklerin şaşkoloza döndükleri kadınlar yani bizler, neden "çiçek" olmaktan vazgeçip erkeklerle bir sidik yarışına (afedersiniz sidik dedim) girmeye çalışırız?
Tamam eşitlik falan anladım da galiba bazılarımız bu eşitliği yanlış anlıyoruz.
Şimdi aşağıda görecekleriniz çiçek midir yoksa nedir?


Soruyorum: Sizce bu çiçekler neden soldu?
Tamam eşitlik falan anladım da galiba bazılarımız bu eşitliği yanlış anlıyoruz.
Şimdi aşağıda görecekleriniz çiçek midir yoksa nedir?



Cuma, Nisan 14, 2006
Arızayım arıza...
Ben arıza bir insanım arkadaşlar. Bazı şeylere takarım ama öyle böyle değil! O taktığım şeyin gönüllü savunucusu kesiliverir, bir cengavere dönüşürüm. Benim en büyük takıntım diline sahip çıkmayan, dilinden utanan gerizekalılardır. İşte, okulda, televizyonda, günlük konuşma esnasında neler neler duyuyor insan. Alın işte benim gibi bir arıza insan da oturmuş "Tiki Sözlüğü" hazırlamış. Ben de burdan duyurayım dedim, Türkçemiz ne halde...
Toplu iğne iftiharla sunar...
İşte Türk Tiki Dili Sözlüğü (Siz yine de kullanmayın, kullananlarla da bir güzel dalganızı geçin, aşağılayın, başka çare yok, Türkçemiz elden gidiyor çünkü)
Ban - ben
San - sen
Lütfaaan - lütfen
Yanee - yani
Tımam - tamam
Biliyomısaaaaan - biliyor musun
Hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ? (türkçesini çözemedim - t.iğne)
falan yapmak - ? (bunu da çözemedim - t.iğne)
hadi papaaay - Haydi baybay
intiharlardayım - Çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, tımam mı? - Senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - İnanmıyorum
regular cola - Normal kola (diyet kola değil anlamında - t.iğne)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek - parti yapmak
aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
çılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nassin - nasilsin
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
ban de ama çik mikarrna yediam - ben de ama çok makarna yedim
pantlonundan bellia - pantolonundan belli
viraenç duryo di mia - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun
kiç ünversitesia - koç üniversitesi
Bazı kalıplar ve örnekler:
abi dün manyak bi pilav yaptıaam
Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm
deermişimm sen de yeeermişinn
ay hadi öptüm şekaar
branc yapalim maaaaa
kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa
kendine iyi davran şeakear olur maa
ay cittan yaaneee
Aşkııımmm naaaeeebeeeeerr
baba iyijce disconnect falan oldun ortamlardan
Toplu iğne iftiharla sunar...
İşte Türk Tiki Dili Sözlüğü (Siz yine de kullanmayın, kullananlarla da bir güzel dalganızı geçin, aşağılayın, başka çare yok, Türkçemiz elden gidiyor çünkü)
Ban - ben
San - sen
Lütfaaan - lütfen
Yanee - yani
Tımam - tamam
Biliyomısaaaaan - biliyor musun
Hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ? (türkçesini çözemedim - t.iğne)
falan yapmak - ? (bunu da çözemedim - t.iğne)
hadi papaaay - Haydi baybay
intiharlardayım - Çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, tımam mı? - Senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - İnanmıyorum
regular cola - Normal kola (diyet kola değil anlamında - t.iğne)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek - parti yapmak
aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
çılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nassin - nasilsin
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
ban de ama çik mikarrna yediam - ben de ama çok makarna yedim
pantlonundan bellia - pantolonundan belli
viraenç duryo di mia - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun
kiç ünversitesia - koç üniversitesi
Bazı kalıplar ve örnekler:
abi dün manyak bi pilav yaptıaam
Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm
deermişimm sen de yeeermişinn
ay hadi öptüm şekaar
branc yapalim maaaaa
kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa
kendine iyi davran şeakear olur maa
ay cittan yaaneee
Aşkııımmm naaaeeebeeeeerr
baba iyijce disconnect falan oldun ortamlardan
Çarşamba, Nisan 12, 2006
Çok görmeyin görgüzülüğümü,napiyim çok istek aldı, illa ki görcez dediler, İŞTE GELİNLİĞİM
Çok görmeyin bana bu görgüsüzlüğümü lütfen. Çevremden arkadaşlarım, siz blog dostlarım, eş-dost herkes "kızım göstersene şu gelinliğini de görelim" dediler. Ben de utandım git gelinlikçiye, ricacı ol, ordaki ukala kızlar seni gözlerini devire devire süzüp, "ay bi de fotoğrafını mı çekeceksiniz" diyerek hor görsünler, kasım kasım kasılsınlar, "hanfendi bizim işimiz gücümüz var, bi de size moda çekimi mi yapacaz, hayret bişi ya, deli mi ne, yaşı da geçkin bişeye benziyo, buldumcuk olmuş bu...bla bla bla..." demesinler diye, çözüm buldum.
İğne işbaşında, ofiste yaptığım işi sallayarak internette gelinliğime benzer birşey ararken, birden kafama dank etti, neden gelinliği aldığın yerin web sitesine bakmıyorsun, belki orda vardır resmi diye kendi lapa beynime sordum. Aslında benim beynim lapa değildi ama bu aralar benim halimi anlarsınız, mazur görün... Şaş oldum ben. Neyse işte gene de mihrap yerinde, aklıma geldi ve "Eureka"!
İşte gelinliğim ve vallahi de bu seferki gerçek. Kurbağa resmi değil.. Ama koskoca gelinlik firması benim gelinliği bir huri hatunda denetip fotoğrafını çekmiş. Beni kullanacak değil ya! Beni giymiş olarak ancak düğün fotoğraflarımda göreceksiniz üzgünüm. Ama gelinlik sahici, aşağıda hatunun giydiği benim gelinlik oluyo. Gerçi ben onu giyen modele benzemiyorum da değil yani :) Yani sandalyeye ben de öyle oturabilirim, ne var yani???
İğne işbaşında, ofiste yaptığım işi sallayarak internette gelinliğime benzer birşey ararken, birden kafama dank etti, neden gelinliği aldığın yerin web sitesine bakmıyorsun, belki orda vardır resmi diye kendi lapa beynime sordum. Aslında benim beynim lapa değildi ama bu aralar benim halimi anlarsınız, mazur görün... Şaş oldum ben. Neyse işte gene de mihrap yerinde, aklıma geldi ve "Eureka"!
İşte gelinliğim ve vallahi de bu seferki gerçek. Kurbağa resmi değil.. Ama koskoca gelinlik firması benim gelinliği bir huri hatunda denetip fotoğrafını çekmiş. Beni kullanacak değil ya! Beni giymiş olarak ancak düğün fotoğraflarımda göreceksiniz üzgünüm. Ama gelinlik sahici, aşağıda hatunun giydiği benim gelinlik oluyo. Gerçi ben onu giyen modele benzemiyorum da değil yani :) Yani sandalyeye ben de öyle oturabilirim, ne var yani???

Cuma, Nisan 07, 2006
Salı, Nisan 04, 2006
Sana Bir Çeyiz Tepesi Üzerinden Baktım Aziz İstanbul
Efendime söyliyim, bir İstanbul seyahati yaptık ki yorgunluktan dibim çıktı. Allahtan şansıma hava muhteşemdi. Aynı İzmir gibiydi, sıcacık, tam benlik. Cuma sabahtan ordaydık, benim önce işle ilgili bir görüşmem vardı, önce o işimi hallettik.
Sonra swisse gittik (ayıptır söölemesi benim düğünüm orda yapılacak), düğünün yapılacağı yeri gezdik, güzel bi yer, gerçi beygua gibi denize sıfır değil (bendenizin nişanını urla yolu üzerindeki güzelim Beygua’da yapmıştık. Gerçi bizim aile arasında bir nişan yemeği idi, denizin dibinde, palmiye ağaçları arasındaydı ve de İstanbul’a göre resmen bedavaydı- İzmir’imin gözünü seveyim), düğün yeri olan o güzelim otel bahçesi denizi de görmüyo, sanki orman içindesin, o kadar ağaçlık 1 bahçe ki anlatamam. Ordan oranın önerdiği ve seni mecburi yönlendirdiği (avanta mı alıyorlar ne? Şüpheleniyorum, herifi de gözüm tutmadı zaten) neyse, organizasyon firmalarına gittik, orda bir baktık hep ünlü kokoşların ve sonradan buldumcuk mankenlerin yapılmış organizasyonları, resimleri ve videoları var. Ebru Şallı, Özlem Yıldız, Demet Şener falan hepsiciğinin, bu firmalar organizasyonunu yapmışlar. Eh bi de “Toplu İğne”nin yapacaklar, boru değil. Karşılarında koskoca (!) bir değer – yani ben varım :)
Çok para istiyorlar. Yazık günah, ben olsam hayatta vermem o kadar parayı abuk sabuk detaylara ama nedek? Düğünü erkek tarafı yapar. Şimdi siz içinizden delinin zoruna bak, bulmuşta bunuyor diyorsunuzdur kesin. Masayı süslüyecekler, mum koyacaklar, nikah masasını süslüyecekler, 3-5 mum koyacaklar falan. Ama istedikleri dolarlı paraları duyunca “Oha” diyorum ve başka bir şey demiyorum. İstanbul çıldırmış olmalı.
Neyse ertesi gün de kayınvalidemle alışverişe çıktık, bol bol alışveriş yapalım diye, ama utanıyor insan, ben alışkın değilim ki bir şeyler beğenip aldırmaya. Bugüne kadar kendi paramı kazanmışım hep, her şeyimi kendim almışım, şunu beğendim, bunu alalım demek çok hem de çok zor.
Sonra eve geldik, kayınvalidem çıkarttı çeyizlik bohçalarını, görümcem, ben, kendisi gömüldük içine bohçaların, kadıncağız özenmiş oğlu için de bir sürü şey yaptırmış zamanında. Bir sürü nevresim, pike, yatak örtüsü, iğne oyası, dantel, fiskos takımı (fiskos denilen örtüler ne boka yararsa – afedersiniz bok dedim), dantel işlemeli sehpa takımları (hani en azı 40 çeşit oluyo ya tv.nin üstüne bile konmalı)… Seç, seçebilirsen, beğen beğenebilirsen.. Ay ne zor insanları kırmadan beğenmedim ya da tarzım değil demek, ne zor ben bunları kullanamam demek. Seçtik mecburen.
Evet arkadaşlar ben bu dantel olayına zaten çocukluktan beri takıkım. Nefret ederim. Annem ve anneannem zaten yıllardır her tür aforozuma karşı almakta inat edip beni çeşitli sinir hastalıklarından muzdarip bir psikopata dönüştürdükleri için, İstanbul seyahatim sırasında da çeyizime bir o kadar da eklenmiş bulundu. Sanırım önümüzdeki 20 sene İzmir ve Türkiye genelindeki tüm kermeslerde beni görürsünüz, ancak tüketirim. Ya da diyorum acaba bir e-şirket kurup bunları yurt dışına pazarlasam mı? Elimdekiler tükenince sizler de benim bu ticaretime gönüllü katkıda bulunursunuz; eminim sizlerde de benzer gömüler vardır tozlu çekmecelerde açılmadan ve kullanılmadan duran!
Sonra swisse gittik (ayıptır söölemesi benim düğünüm orda yapılacak), düğünün yapılacağı yeri gezdik, güzel bi yer, gerçi beygua gibi denize sıfır değil (bendenizin nişanını urla yolu üzerindeki güzelim Beygua’da yapmıştık. Gerçi bizim aile arasında bir nişan yemeği idi, denizin dibinde, palmiye ağaçları arasındaydı ve de İstanbul’a göre resmen bedavaydı- İzmir’imin gözünü seveyim), düğün yeri olan o güzelim otel bahçesi denizi de görmüyo, sanki orman içindesin, o kadar ağaçlık 1 bahçe ki anlatamam. Ordan oranın önerdiği ve seni mecburi yönlendirdiği (avanta mı alıyorlar ne? Şüpheleniyorum, herifi de gözüm tutmadı zaten) neyse, organizasyon firmalarına gittik, orda bir baktık hep ünlü kokoşların ve sonradan buldumcuk mankenlerin yapılmış organizasyonları, resimleri ve videoları var. Ebru Şallı, Özlem Yıldız, Demet Şener falan hepsiciğinin, bu firmalar organizasyonunu yapmışlar. Eh bi de “Toplu İğne”nin yapacaklar, boru değil. Karşılarında koskoca (!) bir değer – yani ben varım :)
Çok para istiyorlar. Yazık günah, ben olsam hayatta vermem o kadar parayı abuk sabuk detaylara ama nedek? Düğünü erkek tarafı yapar. Şimdi siz içinizden delinin zoruna bak, bulmuşta bunuyor diyorsunuzdur kesin. Masayı süslüyecekler, mum koyacaklar, nikah masasını süslüyecekler, 3-5 mum koyacaklar falan. Ama istedikleri dolarlı paraları duyunca “Oha” diyorum ve başka bir şey demiyorum. İstanbul çıldırmış olmalı.
Neyse ertesi gün de kayınvalidemle alışverişe çıktık, bol bol alışveriş yapalım diye, ama utanıyor insan, ben alışkın değilim ki bir şeyler beğenip aldırmaya. Bugüne kadar kendi paramı kazanmışım hep, her şeyimi kendim almışım, şunu beğendim, bunu alalım demek çok hem de çok zor.
Sonra eve geldik, kayınvalidem çıkarttı çeyizlik bohçalarını, görümcem, ben, kendisi gömüldük içine bohçaların, kadıncağız özenmiş oğlu için de bir sürü şey yaptırmış zamanında. Bir sürü nevresim, pike, yatak örtüsü, iğne oyası, dantel, fiskos takımı (fiskos denilen örtüler ne boka yararsa – afedersiniz bok dedim), dantel işlemeli sehpa takımları (hani en azı 40 çeşit oluyo ya tv.nin üstüne bile konmalı)… Seç, seçebilirsen, beğen beğenebilirsen.. Ay ne zor insanları kırmadan beğenmedim ya da tarzım değil demek, ne zor ben bunları kullanamam demek. Seçtik mecburen.
Evet arkadaşlar ben bu dantel olayına zaten çocukluktan beri takıkım. Nefret ederim. Annem ve anneannem zaten yıllardır her tür aforozuma karşı almakta inat edip beni çeşitli sinir hastalıklarından muzdarip bir psikopata dönüştürdükleri için, İstanbul seyahatim sırasında da çeyizime bir o kadar da eklenmiş bulundu. Sanırım önümüzdeki 20 sene İzmir ve Türkiye genelindeki tüm kermeslerde beni görürsünüz, ancak tüketirim. Ya da diyorum acaba bir e-şirket kurup bunları yurt dışına pazarlasam mı? Elimdekiler tükenince sizler de benim bu ticaretime gönüllü katkıda bulunursunuz; eminim sizlerde de benzer gömüler vardır tozlu çekmecelerde açılmadan ve kullanılmadan duran!