Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Balayı ismini türeten gerizekanın ay mefhumu yokmuş! Ki olsaydı ona "ay" demez, beni de hasta etmezdi!

Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, yok anacım ben daha kendime balayında gideceğim yeri seçemedim. Ben gider en güzelini beğenirim, güzel de pahallıdır, ağzımın suyu akıyor valla otellerin sayfalarına baktıkça. Çalıştığım şirketin turizm tarafında hele geçen gece vakti gelip, benim evime “bir kere” de erken gitme zevkime limon sıkan ebleh suratlı balayı çiftinin az kalsın üstüne yürüyecektim. Thailand ve Phuket’e gidecek allahsızlar. Ben de bunlara, oraları 4 kez görmüş biri çalçene olarak detay verince yatır gibi kaldılar başımda. Car car car, saat oldu akşamın 9 buçuğu hala gitmediler. Neyse uzatmıyım bunlar elele, dudak dudağa, aşk böcüğü şeklinde aptal aptal hayallendiler, bir o kadar aptalca sorular sordular:
“sahilde ateş yakılabiliyo mu iğne hanım” “ valla çer-çöp bulursanız bi deneyin isterseniz ama sıcak olur hani temmuz ayı ve ekvator kuşağı; bilemiyorum yani”; “Bangkok sıcak mıdır?”, “az evvel de dediğim gibi Thailand her daim sıcak ama temmuz ayı baya sıcak”, “ama iğne hanım, ben Bangkok’u soruyorum”, “…!!!!****, hanfendi Bangkok Thailand’ın başkenti olur, genelde bir kent , ait olduğu ülkenin sınırlarını pek aşmaz, sıcaklık aynıdır, üşümezsiniz merak etmeyin” iç-ses:“sa-lak, sa-lak, sa-lak”, “orkide ucuz mu iğne hanım” “evet ucuz”, ne kadardır mesela iğne hanım”, “valla çok ucuz işte, ben diyim 1 milyon, siz diyin 3 milyon”, “Türkiye’ye getirebilir miyiz?”, “höö? Valla isterseniz size karışamam, sonuçta siz ne isterseniz onu alırsınız… hem ne diyebilirler ki çiçek bu”, “ya hani türkiyeden taş falan çıkartılmasına izin verilmiyor ya, o bakımdan şeyettiydim”, “……..”, “iğne hanım, timsah fabrikaları varmış doğru mu?”, “höö? Fabrika mı? Ben oradayken timsah çiftlikleri vardı herhangi bir endüstriyel timsah imalatı yapılmıyordu”, “ayyy, iğne hanımcım ben şey anlamında sordum, timsahlara şov yaptıyorlarmış da, onu sorcaktım”, “siz balayına gidiyordunuz diy mi?”, “evet, balayı di mi aşkımmm?”, “…… !!!!#*** neyse neden o güzel anlarınızı güzelim otelde beyaz kumsallarda geçirmiyorsunuz? Hem o sıcakta timsah çiftliklerinde tepe sersemi olursunuz”, “ayyy, çok şahane iğne hanım, di mi aşkım”, “……..”, iğne hanım, ben alerjik bünyeliyim, sizce ben orda deniz mahsülü yesem bişey olur mu?”, “valla bünye sizin, bi ona sorun isterseniz”, “ayy aşkımmm, karides yesem bişey olmaz di mi aşkımmm”, “iğne hanım son bi sorum olcak benim, ay saat de 10a geliyo pardon sizi de tuttuk da”, “buyurun, ben de bugün işim var 8e kadar kalırım diyodum, olsun buyurun”, “şeyy benim midem çabuk bozulur, orda ben naparım, yiyecekler dokunursa?”, “eeeee…. *!!****!^^%&{[]}***!!”

İşte böyleydi bir balayı yeri bulma macerası. Peki ya ben? Otellerin hepsi anasının nikahı, hatta geçen gün Rixos belek Premium açılmış, salak gibi online rezervasyon yaptım bize. Bi de ne göreyim, benim 1 haftalık paket tur sandığım program meğersem günlükmüş! Pöhhhh! 1 hafta kalmak istersen, günlüğü kişi başı 1250 eurodan, 2 kişi yaklaşık12bin euro verecekmişsin hemşehrim! (aha işte burası)
Almıyim, alana da mani olmiyim dedim, hadi tamam çok güzel bayıldım, dibim düştü de ben o 12bin euroyla dünyayı gezerim ömür boyu.
Şimdi 2 adete indirdik seçenekleri. Hem fiyatları da rixos premiumla karşılaştırınca bir ucuz kalıyo ki anlatamam. Sevinmek için önce eşeği kaybedeceksin tabi. Hadi bakalım o güzelim balhaftam için yaratıcı fikir ve önerilerinizi bekliyorum.

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Buyur Burdan Yak - Anneannem der ki:..............

Sabah Gazetesi, 24.05.2006
'Triplekste üç hanım lazım'

Kültür Bakanı Koç'un Cezayir'de Bakan Güler'i kahkahalara boğan (aman ne komik- yalakalığa bakın: dikkat ederseniz, sabah gazetesi konuyu esefle kınamak bir yana, bir de kahkahalara boğuldu diye yorum yaparak şirinlik ve yalakalık yapıyor!- T.İ)"üç kadın" muhabbeti şöyleydi:."HALİL ÜRÜN İYİ BİLİR" "Bizde evler büyük olur (bu "bizde" lafı ne demek sizce? siz - biz nedir? ayrımcılık bu kadar da ayyuka mı çıkartılır? -T.İ) . Dubleks evde oturacaksan hanımın iki tane, tripleks evde oturacaksan üç tane olacak. (yok yaaa! kim diyor bunu? yoksa bu da mı kutsal kitapta yazıyor? çüşünüz. bu kadar da ulemalık (!) olmaz! - T.İ) Bunu Halil Ürün iyi bilir, ona sormak lazım. Bir hanım aldığın zaman er, iki aldığın zaman şer, üç aldığın zaman o da er." (eveeet! bunu koskoca T.C.'nin bakanı söylüyor arkadaşlar. koskoca bir bakan, bunu şakşaklayan en büyük gazetelerden biri- utanmıyorlar bunu birinci sayfadan espri niyetine vermeye... - T.İ)

anneannem der ki; "Atam, atam, sen kalk da ben yatam!"
saygılar
T.İ

Salı, Mayıs 23, 2006

83 yıllık Cumhuriyet'in tek karelik özeti....



Başka ne denilebilir ki? Ümmeti değil milletimi düşünen herkese...
"Ne Mutlu Türküm Diyene! "

Cuma, Mayıs 19, 2006

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK...
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mercedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.
BÜTÜN SUÇU
2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim BİN tane. Bilin bakalım nedir bu?

Dün benim evlenince oturacağım evimizde tam bir telaş vardı. Annem, kayınannem (tiki selin gibi “e” harfini inceltip yayarak okuyun lütfen); - ben işteyim tabi -, altın kızlar buluştular; bavullar, poşetler, bohçalarla hem benim hem nişanlımın çeyiz denen çoğu gereksiz bir sürü ıvır zıvırı evde yerleştirmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü ev doğal yapısına uygun olarak tasarlanmış. Mimar ne bilsin anormal çeyiz durumlarını. Adamcağız çapına göre dolap koymuş da annemlere göre ev küçük, biz sığmıyoruz.

Eve yerleştirilmeye çalışılan çeyizlik ıvır zıvır envanterini sunuyorum sizlere:

150 adet çift kişilik nevresim takımı çift kişilik
40 adet tek kişiliği
40 adet yazlık pike çift kişilik
10 adet çift kişiliği
9 adet çift kişilik battaniye
3 adet çift kişilik battaniye
4 yorgan çift
2 yorgan tek
20 adet yatak örtüsü
80 adet plaj havlusu
150 adet el havlusu (bir kısmı danteli arkadaşlar: havlu ve dantel iç içe… şu asalete bakar mısınız? Kim ütüleyecek onları?)
40 adet hamam takımı ve bornoz
50 adet yastık kılıfı (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet çarşaf (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet “dertsiz” denen ama benim başıma dert olan masa örtüsü
90 adet masa örtüsü ve kumaş peçete güruhu
40 adet Şimenditabla (ben söylemelerinden öyle anladım, belki yazılışı ve okunuşu daha farklıdır) ve hala ne işe yaradığını çözemedim
30 adet runner
100 adet sehpa ve konsol örtüsü
50 adet balkon masasına örtü ve peçetelikleri
30 adet birbirleriyle takım renklerde set oluşturan sehpa örtüleri
Ve olmazsa olmazlar 40 adet set de danteller ve iğne oyaları
200 adet çorap (nişanlım ve benim için)
100 adet don (yine her ikimiz için ama az geldi gözüme, don bu, insan en az çorap kadar alır, diy mi ama?)
10 adet röpdeşambır (bu da böyle mi yazılırdı? Aman neyse anladınız işte)
40 adet erkek pijaması
80 adet bana pijama ve gecelik

Ay bi de dün annem arıyor evden “kızım siz evinize sakın bir şey almayın ha, öldürürüm yoksa seni”; “ee neden anne? hayırdır”, “dolaplar almıyor kızım, o kadar çok şeyiniz var ki sığmıyor, siz dolap yaptırmalısınız acilen, o güzelim örtüler buruşacak şimdi, yer kalmadı, tıkıştırdık hepsini”

Yaaa güleyim mi ağlıyayım mı… bana mı sordunuz o kadar ıvır zıvır alırken, napacam ben o kadar şeyi, sanki her akşam onlarca insanı davet edecem evime yemeğe? Sanki ölene kadar yatıya misafirim gelecek?, ya da ben tatil köyü açacam da o kadar havlu ve yatak örtüsünü serecem?

Ayy acaba benim kendi zevkime göre almış olduğum unique art ve days in colors yatak örtüleri ve nevresim takımlarını, internetten aldığım V.S. geceliklerimi bizimkilere göstermesem mi? :)

Cuma, Mayıs 12, 2006

Kına'ma az kaldı kızlar!

Efendime söyliyim, anacığımın en büyük hayaliydi kızını evlendirmek ve öncesinde de şöyle bir şatafatlı kına gecesi yapmak. E kolay değil, 32 yaşında küçücük (!), daha hayatın baharında tazecik (!) bir kızı var. Naapsın kadıncağız, yıllardır bekledi durdu, kızını alacak birini. Bilumum arkadaşları, evlendirdi kızlarını zamanında, hatta torun-torba sahibi oldular, bizimkinde tık yok tabi. İçinde ukde kaldı anacığımın, ya kartoloş kızını kimse almazsa, taktı tabi bunca yıldır altınları, bilezikleri elalemin düğününde, şimdi elinde bloknot, habire düğünde kim ne takar hesabı yapıyo :). Dedim “anne kız, istersen kamera dolandıralım düğünde kıçımın (pardon kıç dedim) dibinden ayrılmasın, sen sonra seyreder, kim taktı kim takmadı kara listene alırsın”. Ben dedi, yıllardır altın taktım düğünlerde millete, seni alan çıkana kadar kuyumcu açsam yeriydi, şimdi tabi ki bekliycem; gerçi baba tarafından bekleme bişey, onlar pintinin önde geleni, asıl onların dibine kamera koymak lazım, takar gibi yapar onlar, hele o halanlar yokmuuuuu?, onlar sen doğduğunda da bişey takmamıştı. Bi de senin baban yeğenlerine ev bile hediye etti düğünde” Bu da ayrı bir hikayedir dostlar… Benim babişkom baya bi gönül adamıdır ama maalesef ben ona pek çekmemişim. Gerçi anama da çekmemişim galiba karma bir salak olup çıktım işte. (Bu babamın eli bolluğunu da bilahare anlatırım size). Neyse işte annemin bu geçmişi hatırladığı anlarda uzamak lazım arkadaşlar, valla gaza gelir halamları çağırmaz düğünüme.
Ah bi de benim zamanında annem ve babam tarafından bana çaktırılmadan görücülere gösterilme maceralarım vardır da onları bilahare anlatırım, çatlarsınız gülmekten.

Neyse uzatmayayım, babannem biyoniğim okuyamıyo sonra uzun yazınca. Güzel gözleri ona oyun oynuyormuş koyu renkli şablonları okurkene. Vah babannem vah :)) (Kız biyonik bak senin için hayvani puntoyla yazıyorum ki böylesi görülmedi)

Şimdi anacım bekledi ya bunca yıldır, düğün öncesi kına gecesi yapacak. 1 temmuza otelden gün ayırttık, bugün de basmış paraları leylaya, almış 1 temmuz cumartesini… Hepiniz davetlimsiniz kına partime. Artık kına yakılmadık yeriniz olana kadar kına yakıcaz hep birlikte. Bekliyorum hepinizi, İzmir’e, kına geceme… (Haaa, merak etmeyin, altınları düğünde takacanız, kınada değil! .ehe ehee ehe ehhheeee. Düğünüme gelip de takar gibi yapanları annem görür, sonra ne yapar bilmem, ben baştan uyarayım.

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

İstanbul maceralarım; buyurun buradan yakın.

Topkapı’da cevizkıran!

Ne garip bir başlık demeyin, anlatıcam, göreceksiniz bu başlığın ne menem bir şey olduğunu… Efendime söyliyim malumunuz İstanbul’a geldim 5 günlüğüne. Elimde yaş aralığı 75-85 olan lakin gönül yaşı büyük ihtimalle benden daha genç olduğu halde, metabolizmaları yavaş olduğu için karınca misali yürüyen, hareket eden, habire çişi gelen, çabuk yorulan bir demet yabancı misafirim vardı. Benim anneannecim daha 70indeyken iki dizi protezli ah’larla vah’larla yürüyemezken; benimkilerin maşallahı vardı.

Derken bir gün Topkapı’ya gittik. Ben, rehber ve 12 tane çıtır. Girdik içeri, turist dolu, rehber anlatıyo, bla, bla, bla… ben ve çıtırlar pür dikkat dinlerkene “çataaanaaaak” diye bir ses geldi arkamdan. Allah Allah bu nedir ki diye sağıma, arkama bakınırken bir “çatanaakk, çaaat, çattıırrrttt” diye gümbürtü gelince ne göreyim, harem dairesinin yanında uzun siyah çarşaflara bürünmüş bir teyzemiz, yanında aldığı 10-12 yaşlarındaki oğlan çocuğu ile yerde ayakkabısının üzerinde zıplayarak bir şeyler kırıyor. Benim çıtırlar da “T.İ; what’s that? Is it he or she? Is she arabian turist or a turkish one?, What’s she trying to break? Why does she jumping on her heel?, What’s that breaking noise?” gibi bir sürü ahiret soruları sordular. Ben de kahraman polis / dedektif edasıyla; “anacım siz şimdi bir geri çekilin, ben bi girişeyim teyzeme” der gibi onları geriye doğru iterek olayın içine son sürat daldım.
"Teyze, ne yapıyosun sen?" Çatttt, çatııırrrttt, (bu arada teyze değil yüzünden ve ses tonundan daha genç olduğunu anladım. Burkalar içinde pek anlaşılmıyo da).
Çaaaatttttt “ceviz kırıyom” dedi kadın.
“!!!!!. Ceviz mi kırıyon? Topkapı sarayı harem dairesi önünde? Hayvanat bahçesi mi sandın burayı kadın, şu yerlerin haline baksana sen, kabuk içinde bırakmışsın ortalığı”
“…Allah Allah, ne bağrıyon, çocuk istediydi, ceviz yidiriyom ona”
“!!!!! Karpuz da kesseydin, bak Enderun kısmında karpuz ilginç olabilir, bi dene orda istersen” dedim,
Ve kadın naptı biliyo musunuz? Yerdeki bütün ceviz pisliklerini ayağındaki kalın botlarıyla sıyırarak haremin bahçesine ittirdi. Rehber elimden kadını zor aldı, barbar türk imajı vermiyim diye turistlere.

Kutsal emanetler bölümünde bir tat bir doku:

Dışına asmışlar,” içerde Müslümanlar için çok kutsal materyaller sergilenmektedir. Lütfen dine olan saygınız sebebiyle sükunet içinde içeride gezin, kamera yasaktır” yani özeti şudur: “İçerde mal gibi dolaşmayın, eğerinizden kopmuş öküz gibi bir oraya bir buraya koşmayın, hayvan gibi bağırmayın” Dikkat ederseniz benzetme yaparken hep büyükbaşlardan tasvir yapıyorum ama o hayvanlara da kedi denmez di mi?

Girdik içeri çıtırlarımla birlikte. İçerden bir kuran sesi yükseliyor ki sanırınız topkapı’da değil, mekke’desiniz az sonra da hacı olacaksınız. Benimkiler de sordular “T.İ; what’s that song? Turkish?” “no, I said; it’s kuran, our holy book… Perhabs, it’s a cd track”, “So T.İ, why did thepalace exhibit the pray in that hole? “!!!!!!!!! Iııııııı, eeeeee, şeeeeyyyyy” Bu arada da sesin geldiği odacığa girdik. Haydaaaa, bu adam da kim, ne işi var o küçük camdan kafeste? Evet arkadaşlar, Topkapı Sarayı kutsal emanetler odasının içinde küçük bir camekanlı bölüm yapmış bizim yetkilierimiz. İçine hayvani bir mikrofon yerleştirmişler, hoparlörler de cabası! Adamcağız camekanda sergileniyor, kuran okuyor, ve dışardan da bizler yani turistler turistler, adamı maymun gibi seyrediyoruz. Abdesti olan var mı, pis misin, kokmuş musun, hangi amaçla gelmişsin, nerden gelmişsin? Çıtırlardan yeni bir soru bombası daha geldi tabi: “T.İ; why is this man praying here? Do you allowed to make a religious show in public areas?” “!!!!! Well, aaaa, eeeee, in fact, show business in religion is restricly prohibitted but why these hayvans made such a shitty show in this silent area?, I have no idea”, “T.İ, what is hayvan?”

Tam bu soruya cevap verecekken, ilkokul 1.ve 2. sınıflardan oluşan 80 kişilik bir öğrenci grubu sadece 1 adet mevcut hocalarıyla içeri girdiler. Aman allahım, o ne gürültü öyle? Camekanlarda sergilenen her tür kutsal emanete saygısızca bağırarak dil çıkaran mı, dillerini cama yapıştıran mı? Camekandaki hocanın durduğu cama “tık tık tık, eyi günler” diyen mi, hocanın arkasından dolaşıp adamın omzuna parmakla “şişt, baksana” diyenler mi? Öğretmenleri de muhtemelen kendisine bu zorla verilen görevden memnun değil, salmış bunları çayıra. Hele bir tanesi tam önümde sakal-ı şerifin durduğu cama kafasını küüt diye çarptı, bana “what is hayvan” diyen yabancı konuğuma döndüm, çocuğu işaret ettim “yes Gordon, this is hayvan” diyerek cevap verdim.

Ankara’nın palyaçosu, İstanbul’un salağı. İşte tam bir kültür mozaiği: Bendeniz Toplu iğne

Geçen hafta beyan ettiğim gibi İstanbul’a gidecem ya, blog dostlarımla da görüşecez ya, sormayın bende bir heves, bir heyecan. Yaptım planlarımı; kristalim, damlacım ve deadoram’la buluşup voltranı oluşturacaz. İstanbul’da koşuşturacak olan benim… O yüzden kızlar benden haber bekliyorlar. Ben bir güzel ayarladım Pazar günümü, çıtırları rehbere emanet ettim, 1 gün öncesinden de mail attım, kızlar cebim şu, arayın beni, boyayın beni diye… Pazar günü “bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin” şarkısı eşliğinde otelde bekledim, saat 14.30 gibi olmuştu ki ben yani salak iğne, nişantaşına gittim, nişanlımla takıldık, yemek yedik (o da geldi, canımın içi endoskopi oldu orda). Ben bir güzel oyalandım, kayınvalideme gittik, akşam saat 8 gibi otele döndüm, artık benim çıtırlar boğaz turundan geleceklerdi… Dediler ki “T.İ hanım, bir bayan geldi sizi görmeye, ulaşamamış size, not bıraktı”. “!!!!!!!! Hiiiih, nası yaniiii????? Ver bakiyim şu kağadı, amanin, dea’m gelmiş, fıırrrkk, bulamamış beni, fırrrk, ama ama kağatta “numaranı yanlış vermişsin iğnecim, arıyom hep başkası çıkıyo, ben de geleyim dedim” diye yazıyo..fırrrk, nasıl olur ben cep nomu yanlış mı yazmışım, deam taa buralara mı gelmiş hiihhhhh???”

O an öleyim mi güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim arkadaşlar. Hemen aradım deamı, konuştuk, meğersem zavallım gün içinde sözkonusu ben olduğum sandığı numarayı bayaa bi taciz etmiş mesajla, karşıdan cevap gelmeyince bekle geliyorum o zaman oraya diye yazmış. Ehe ehe hüeeee. Sonra yine cevap alamayınca aramış tabi, ne cevap vermiyon lan bana diye, adamın biri de kısaca “de get başımdan sabahtan beri vır vır dır dır, car car, beynimi yidin, Hangi hıyar verdiyse bu noyu; yanlış” demiş :) yaaa, işte madara oldum, kristalcim de aynı herifle muhatap olmuş, büyük ihtimal damlacıma haber gitmiştir, sakın arama o numarayı, adam ters, küfür edecek diye…

Diyorum size, bu aralar ben de bir haller var, 22 diceme 02 diye yazmışım. Salak, angut insan ben yani T.İ, kızlarla görüşemeden döndüm. Kristalimle de bari pazartesi uçağa binmeden koklaşalım diye planladık ama o da olmadı, gerçi canım benim bana interaktif bir kahve ısmarladı ki, keşke yanımda olsaydı da karşılıklı içseydik. Velhasıl, bir salağın son 1 haftasını okumuş bulunmaktasınız. Ne olur beni seyahatlerimdeki salaklıklarımla değerlendirmeyin, ühü, ühü, valla ben özünde zeki biriyimdir aslında, fıırrkk, beni sevin ama acımayın, ne olur?

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

İğne hanım İstanbul’a geliyoooo!

Epeydir koklaşamadık senle ey okuyucu dost… T.İ yoğunluktan blog-mlog olayına giremedi. Ama pazar günü mobilyalarımı gördüm ya nihayet, artık ölsem de gam yemem. Ama yatak odası demonteydi. Yani onu görsem de ne olacaktı ki? Marangoz geldi montaj yapmaya. Bendeniz 100 adet mobilyacı gezip hiçbirini beğenmeyince, bir gün İzmir’de açılan ikea ziyaretimde vuruldum bir yatak odası takımına. Filhakika demonteymiş nerden bileyim? Nişanlıma dedim ki “aha işte bu. Bunu alalım” . Aldık nihayetinde, öyle 2 hafta durdu kutular evde yatır gibi. Pazar günü marangozu aldık eve getirdik. Benim iyi niyetli nişanlım adamı evinden aldığı yetmiyor gibi bi de pazar kahvaltısına da götürmüş (brunch diyor ya hani bazı ukalalar), allahım allahım geldi bunlar eve, bahar yorgunu tabi ikisi. Akşam 6’dıydı yatak odasının montajı bitti. 1 yatak, 2 komodin, 1 de şifonyer… Öyle dolap falan da yok. Anlayın işte bahar güneşi ne hale getirmiş bunları :) Yatakları da ayrı yerden sipariş ettik, sandım ki esnaf sözünde durur, zamanında getirir, marangoz ve yamağı nişanlım işlerini bitirdiler ama yatakçı gelmedi anasını satıyim. Akşam 7’ye kadar ordaydık. Ne gelen oldu ne de giden. Yatak olayı hala beklemede.


Perşembe günü istanbul’a gidiyorum ama bu sefer valizle:) yanıma türlü türlü giysi alıcam, banu alkan gibi sürü sepet valizle gidicem. 4 gün ordayım. Ofis işi gene. Ama bu sefer her şeyi ayarladım, bir t.c. vatandaşı olarak kazık kadar oldum halen hiçbir tarihi yeri göremedim, dolmabahçeyi, topkapıyı, yerebatanı, ayasofyayı da görücem.

Meraklısına ve kafası karışana önemli not: benim her bi boku (çok afedersiniz, bok dedim) yapan şirketim ayrıca turizm işinde de. Ben de her bi halta maydonoz olan bi insan olarak turizm işine de el attım, yabancı misafirleri rehberle Türkiye turuna gönderdik, İstanbul parkuruna ben de gidiyorum. Tabi bayılmıyorum aslında çünkü İzmir’de de yapılacak çok işim var ama patron denen vatandaş “iğnecim, sen de git, İstanbul karışık, bi de özel misafir hepsi, rehbere çok güvenemiyorum, sen gidersen daha iyi olur” diyince eh peki madem dedim. Şimdi benim 12 kişilik yaş aralıkları 75-85 olan nurtopu gibi bir birleşmiş milletler topluluğu misafirim var. Onlar dolanırken ben de onlara takılayım da bari görgüm-bilgim artsın. Beleşe yer göreyim diy mi ama? :)

Bi özel not daha: İstanbul’a harbiden tepeden bakıcam (Pier Loti’de kalıcam da…), erguvanları kokluycam, tam mevsimi gelmiş öyle diyorlar.bir de fırsat bulursam nikah şekeri ve davetiye bakıcam. İstanbullu blog dostlarım, iğne geliyor, e artık bana bir program yaparsınız.
Öptüm herkesi

Perşembe, Nisan 27, 2006

Mazeretim var.

Kafam karışık. Ne yazacağımı netleştiremedim. İçimin muzur tarafı, kokoş tarafı, ukala tarafı, yalın tarafı, naif-kırılgan tarafı, kültürlü tarafı, küfürbaz tarafı bir olmuş oyun oynuyorlar bana. Her bir taraf kendi cephesine çekiyor beni. O yüzden aşağıda okuyacaklarınızdan ben sorumlu değilim. Bana ne? Her telden yazacağım şimdi, size keyifli okumalar…

Olmuyor, gitmiyor, kalıyor
Ben şimdi evleniyorum ya, 36dan 38’e çıktım ya. İnemiyorum işte. İnanın bana. Yemiyorum bir şey abartılı. Dikkat ediyorum, tamam diyet yapamıyorum ama dikkat ediyorum kurallara. Hani gelinliğim de straptez ya (böyle mi yazılırdı bu?),bir kollarım var sanırsın Hamza Yerlikaya! Ya böyle lömbür lömbür yağ var. Kışın anlaşılmıyor tabi hep uzun kollu kazak ve gömleklerle. Şimdi gelinlik denemesinde bir giydim o straptezi, aynadan kendi kollarımdan tiksindim. Kollarımın üst tarafından bahsediyorum. Dolma gibi. Maşallah pehlivan misali. O kolları inceltmem lazım. Ama nasıl?
---------------
Akşama BJK’lılar gecesindeyim
Bu akşam Hilton’da BJK’lılar gecesi var. Kendine Gülshen (!) diyen ünlü Türk düşünürü ve bülbül sesli yeni Müzeyyen Senar’ımız, şaheser, sıfır beden ötesi insan da çıkacakmış sahneye. Karı (afedersiniz karı dedim) gece 22.de sahneye çıkacakmış. 22’ye kadar yedin, yedin, yoksa karı (pardon yine karı dedim.) ağzımıza s.çar. Ben de toplu iğneysem beni tanıyanlar bilir, oraya geç gidip o sahne aldığında “oof offf” diye bir öne bir arkaya yaylanarak sallanırken, gözünün içine baka baka tavuğun budunu “haaartt” diye ısırıp ağzıma almazsam neyim? Bakalım ben de onun sinirine dokunacak mıyım? Gerçi yine bilenler bilir, ben o aleme karizmayı çizdiren adamcağız gibi kaçar adımlarla terk etmem de orayı. Ben basmışım parayı o geceye gelmişim, işimden geç çıkmış, süslenip püslenmişim, gitmişim oraya aç bilaç. Sonra karı (yaa, elime engel olamıyorum, pardon ya gene dedim) beni herkesin içinde şamar oğlanı yapacak. Yok öyle. Canı çekiyosa bi çatal veriyim belki sıfır beden olcam diye yemiyo bişey garibim, kıskanıyo tabi karnını doyuranları. Neyse eğer bu hafta sonu paparazzi programlarını seyrederseniz, Dannn…”İzmir hiltonda gülşenle bir seyircisi saç saça baş başa kavga ettiler.” Daaannnn.. Az SONRA!....Daannnn… “ İsminin T.İ olduğunu öğrendiğimiz konuk, şarkıcı Gülşen sahnedeyken tavuğun budunu kemirmeye devam edip gülşene doğru geğirdi. Gülşenin uyarmasıyla daha da abartan T.İ isimli davetli bitirdiği tavuktan arda kalan yağlı lades kemiğini sahneye çıkıp gülşene “ladesim lades olsun mu? Nesine?” diyerek inat yaptı. Birbirine giren ikiliden sıfır beden olduğu için halsiz düşen Gülşen hastanede müşade altına alındı. Gülşeni dövdüğü için karakolda ifade veren T.İ, “vatan sağolsun, ben görevimi yaptım, eğitim şart” dedi… Daaann.. “Gülşeni döven T.İ’ye Murat Taşdemir’den ilanı aşk” Daaannn. Taşdemir T.İ’ye gel Afroditi beraber dövelim” dedi. Daaaann. Azz sonraaaa!
-----------------
Hiçbir şeye vakit bulamıyorum
İki hafta oldu, oturacağımız eve mobilyalarım geldi daha gidip göremedim evimizi. İşim yoğun, seyahatlerim var, haftaya 4 günlüğüne İstanbul’a gidiyorum, İzmir’deki işimin dışında bir de üniversitede öğretim görevlisiyim, haftada 8 saat de oraya gidiyorum, vizeler, testler, dönem ödevleri, sınav hazırla, kağıtları oku, iş yerindeki projeleri takip et, çalışanların sorunlarıyla ilgilen, orayı derle, patronun emirleriyle boğuş, okulda öğrencilere proje ver, derslere hazırlan, nişanlıya ilgi göster, anayla babayla ilgilen, nişanlının ailesine hürmet ve ilgide kusur etme, anneanne-dedeye ilgi göster, evlilik hazırlıkları ve detayları, eh tabi ilgi gösteremediğimden dolayı pek çok arkadaşım da var, onların gönlünü al, onlarla da ilgilen derken (ayy yazarken şiştim) ben kendimi bulamıyorum. Bahar yorgunluğu değil bu. Basbaya daral geldi, yorgunum, avaz avaz bağırmak istiyorum,
------------------
GEL, NE OLUR!
Gazete okumaktan çok sıkılmaya başladım artık. İçimi karalar bağlıyor.
* Zehirli varillerini tek tek k.çına sokasım gelen o koca koca büyükbaşların zehirli varilleri pisliklerini toprağa gömüp üstünü örten hayvan misali, yurdumun dört bir yanına gömmeleri, “seni gömsünler o toprağa da bir daha çıkama” beddualarımla son buluyor.
* 21 yaşında çoluk çocuk sahibi yaşı gelmiş ancak hala lisede okuduğu için bir gerizekalı olması muhtemel herifi yüce meclise 23 nisanda oturtanlara da sinir oluyorum. İçim cız etti gördüğümde. O herifi (pardon herif dedim) değil 23 nisan kutlamalarında görmek, çoktan askerliğini yapmış olması gerekiyordu. Gerçi o adamın Mehmetçikler arasında ne işi var di mi? Olsa olsa askere gitmemek için halen bu yaşta okula gidiyor ayağı yapmaktadır. Ben de 32 yaşında miniminnacık bir kız çocuğu olarak seneye 23 nisanda bir koltuğa oturmak istiyorum arkadaşlar. 1 günlüğüne de olsa beni de seçsinler, buyur otur desinler. Ben de o ceylan derisinden koltuğa oturup “egemenlik, arkamdaki duvar yazısında değil; bilakis elden giden milletimindir” diyebilmek isterim.
* Siz İstiklal marşını duyduğunda tüyleri diken diken olup ağlıyanlardan mısınız? Ben aynen öyleyim işte. Hele hele içim bir tuhaf oluyor bayrağımı dalgalanırken gördüğümde. Hergün gazete bir şehit cenazesini ve ardından ağlayan çocuklarını ve eşlerini görünce benim de gözlerimden yaşlar tane tane akmaya sonra da yağmur gibi boşalmaya başlıyor. Ne güzel 3 sene öncesine kadar durulmuştu her şey. Ne oldu da birden seçimlerden sonra dalga dalga başladı bu katliam. Ne kadar duyarsız bir millet olduk biz, Onun gibi birisi neden doğmuyor bir türlü? 1881’den beri doğmaz mı bu insan? Eğer doğduysan ve bir yerlerde bir şeyler yapıyorsan ne olur gel artık, gelirsen de ne olur Samsun’dan başla sen de. Aynen ONUN yaptığı gibi. Ya da ikinci büyük taarruz biz gavurların bol bulunduğu ve tek dişi kalmış canavar kale İzmir’den. Yine aynı eskisi gibi. Bak bizler burada seni bekliyoruz

Cuma, Nisan 21, 2006

Sandviççinin İntikamı ve Sakıncalı Düşünceler

Bu da ne biçim bir başlık demeyin anlatıcam, sabredin azcık:
Çarşamba akşamüstü uçağıyla Ankara’ya uçtuk, iş meselesi. Uçmadan evvelki saat dilimlerine dönüyoruz:
Yer: İzmir (hani bazı amerikan polisiye macera dizilerinde ekranda böyle daktilo efektiyle ekrana çat çat çat yazar ya, aynen işte böyle hayal edin)
Saat: Sabahın kör bir vakti
Yer: T.İ.’nin yatak odası
Toplu iğne Ankara’ya gidecek ve topu topu 1 gece kalacak diye yanına mümkün olan en az eşyayı almaya karar vermekte. Elindeki evrak çantasının içine pijamasını ve her tür krem ve makyaj malzemesine yer bulan iğne, yanına yedek kıyafet almadan giderek sonradan gerzeklik olduğunu anlayacağı pratikliğiyle övünmektedir.
…………..
Saat: 14 suları
Yer: Efes büfe. Karnı açtır, büfenin camına yapışmış, kaşarlı,domatesli ayvalık tostu iştahını kabartmıştır. Ancak büfedeki beyinsiz tostcubaşı T.İ.nin ayvalık tostu isteğini bir türlü kavrayamamıştır. “Domates de koyun lütfen”, “Abla domates koymuyoz biz”, “Neden? domatesleri protesto mu ediyosunuz büfe olarak?”, “yok apla, pahallı oluyo”, “…..!”, “e peki kuru kuru kaşar mı koyuyonuz?”, “istersen salça süreyim”, “neyse sen bana çift kaşar koy, ha bi de mayonez koy bari içine de yumuşasın, 1 de ayran, bak ben yandaki kuaföre geçiyorum, oraya gönder al bu da paran”
…………
Saat: yine o civarlar
Yer: T.İ öğle yemeğini yiyemeden kuaföre dalacaktır, fönü gelmiştir çünkü eğer fön çektirmezse Ankara’nın onu bünyesine kabul etmeyeceğini düşünmektedir ve kuaföre dalar, tam fön çektirirken tostu teşrif eder. “bu ne kardeşim, kupkuru bu, 2 ekmeği yapıştırmışsın tostta kaktırıyon bana, nerde bunun kaşarı, mayonezi, tüh Allah seni kahretmesin”, “apla ben bilmiyom, sadece siparişi getirdiydim”, “sen ekmek fırınında mı çalışıyon da bana 2 dilim kuru ekmek getirdin olum? Nerde bunun peyniri? Git söyle o tostçuya, koysun içine kaşar ve de mayonez, hırrrr, gırrrrr”
T.İ açtır, açlıktan nevri dönmüştür, uçağa da yetişmesi gerekmektedir. Daha ofise uğrayacak, sunuşunu şöyle bir gözden geçirecekti, velhsıl işi gücü vardır anlayın işte
…………..

Saat: 14.30
Yer: Hala kuaför salonu
Büfeci çocuk yeni paketi getirir. Açlıktan gözü dönen T.İ hırsla paketi açar ve hayli kabarık gözüken tosttan koca bir ısırık alır ve o anda “haaaarrrrşşş” diye siyah takım elbisesinin ve içindeki beyaz tişörtün üstüne mayonez ve salçalar dökülür. T.İ.nin uzun sırma saçları olduğu için fön çekilirken iştahına mani olamayan iğne, saçlarının da mayonezlenmesini önleyemez. Onun için artık her şey bitmiştir.

Ne eve gidip üstünü değiştirebileceği ne de fönlü saçlarını tekrar yıkatıp ikinci bir fön çektirmeye vakti vardır. Kendisiyle maytap geçen kuaför ve yamağına aldırmadan mayonezli saçları buraya değdi buraya değmedi şeklinde yıkatıp, üstündeki lekeli yerleri sildiren toplu iğne, ofise hızla gelir, patronuyla buluşur ve ankaraya yağlı yağlı uçar.
...............


Sakıncalı düşünceler:

Saat: Öğleden sonra
Yer: Havaalanı
Uçak: Milli havayolumuz. T.İ milli havayolunun nedense dış hatlardan uçurduğunu görür ve söylenerek dışhatlara arabayı parkederler.
...............


Yer: Uçağın içi. Uçağa biner binmez hoparlörlerden ney ve kudüm eşliğinde ilahiler çalmaktadır. T.İ umre ziyaretine giden uçağa yanlışlıkla bindiğini düşünerek inmeye kalkar. Lakin yanılmıştır, milli havayolu artık kabin içinde müzik içinde tasavvuf müziğine yönelmiştir. Bir dahaki bindiğimde bari mevlüt de okutayım diyen T.İ bu fikrini patronuna da bağırarak söyler ve çevredeki yolcuların sempatisini kazanır
..............


Yer: Gök, bulut ötesi, Canı sıkılan T.İ skylife denen dergiye bakar. Allah Allah, bu dergiye ne olmuş böyle diye düşünür? Külliyeler, medreseler, tarhananın Selçukludan beri gelişimi, saray müzelerinde sergilenen kadı, inzibat kıyafetleri, cami tanıtımları dışında dergide hiçbir şey yoktur. Derginin ilk sayfasına bakar, her hükümet değiştiğinde havayolunun genel müdürü de değişir çünkü. Aman allahım der kendi kendine…”bu da kim?” Zekeriya hocanın gençliğine benzer badem bıyıklı gözlüklü yaşlı adam ona erbakan’ı hatırlatmıştır. “Ne kadar da benziyor ona” diye düşünür. T.İ yine acıkmıştır. Bir bakar ki anası yaşındaki hostes teyze, halen görevini şevkle yapmaya çalışmakta ve cola turkaları dağıtmaktadır. Ülker markalı içecekler, Konyalı dimes meyve suları, Ülker bisküviler derken… su içer T.İ. tabi bi de salata yer :)
…………
Saat: Akşam suları
Yer: Otel odası. Nişanlısıyla konuşmasını bitiren T.İ, aynaya yansıyan mayonez ve salça bulaşmış beyaz tişörtüne bakarak içini geçirir ve yanına yedek bir şey almadığına hayıflanır. Kuaförde temizlemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır.”ertesi gün ne yapacağım ben” diye kendi kendine söylenir T.İ. Bu aralar kendi kendine konuşmayı sık sık yapmaktadır. “Delirdim ben kesin” diye söylenir”Yaa ne giyicem ben yarın sabah toplantıda? İçime tişörtümü giymesem, ceketten içim gözükür, seksi şempanze olurum, ne yapıcam ben” diye söylenen T.İ’nin gözüne yatağa çıkartmış olduğu pijamasının üstü ilişir. Yüzünde kanser aşısını bulmuş bilim adamı sevinci ve gururu ifadesiyle yatağa yatar.
……………
Saat Ertesi gün sabah saat 9 ve sonrası
Yer: Bir devlet kuruluşunun merkez binası, toplantı salonu. Bürokratlar toplanmış, projeyi sunacak T.İ, patronu ve saz arkadaşlarını beklemektedir. T.İ içeriye siyah takımı içinde süzülür. Artık 38 beden olduğunu bir türlü kavramamakta direnen T.İ, 36 bedenken almış olduğu ve üstünde düdük gibi duran ceketini bir de üstüne üstlük tüm düğmelerini kapatmış, karnını içine çekmekten kazık yutmuş gibi yürümektedir. İçine pijamasının kalpli ve ayıcıklı, kenarları pembe fistolu penyesini giymiştir. Karizmayı sıfır edici bu detaylar görülmesin diye de ceketinin önünü son düğmeye kadar kapatmıştır ancak pembe fistolar sağdan ortadan, alttan, yandan çıkmaktadır. Toplantı sırasında bir bürokrata havalı havalı edebi birşeyler anlatırken T.İ, ceket düğmesinin açılmış ve pembeli ayı kardeşin bürokratın taaa gözlerinin içine baktığını fark eder. “Umarım fark etmemiştir” diye içinden geçiren T.İ, “ulan ben proje diyorum, bütçe diyorum, ihale diyorum, şartname diyorum, eğitim diyorum, ama bedenim tiny toons, winnie the pooh diyor, barbie kalpleri diyo… ulan bi daha bospadan pijama alırsam ne olayım?, git siyah satenli güllü şeyler al di mi? Bak o zaman ceket içine giyer misin, giymez misin? Resmen maymun oldum adamların önünde” diye hayıflandı. Bürokrat ve saz arkadaşları içinse bir renk gelmişti kasvetli binalarına. Gri renkli bürokrasi tarihinde toplantılarını bir palyaço ile ilk kez yapıyorlardı. “İnsanlar İzmir İzmir diye tutturmakla çok haklıydılar demek ki. Bunun gibi palyaçolardan çok olmalı İzmir”de diye düşündü daire başkanı, “bari izinde gideyim de bizim çocuk epeydir Medrano sirkini görmek istiyordu, hiç değilse bu palyaçoyu da bulurum eğlendirir çocukları diyerek arkasına yaslandı ve “Toplu iğne hanım, çok memnum oldum, teşekkürler buraya kadar geldiniz, biz sizi en kısa sürede arıyacağız, tebrikler çok güzel bir sunuştu” diyerek palyaçoyu uğurladı.

Bu hikaye de burda bitti

Salı, Nisan 18, 2006

Kadınlar Çiçektir

Allah kadına öyle güzellikler bahşetmiş ki, farkında olana ne mutlu! Bir kadına verilmiş olan doğurganlık, annelik duygusu, emzirmesi, duygusallığı, ağlaması, gülmesi, kahkahası, üzülmesi, acıması, becerikliliği, her yükü gıkını çıkarmadan omuzlarında taşıyabilmesi, şevkati, hüznü, dayanıklılığı, koruma içgüdüsü, sevecenliği... Ha, bir de güzel bir beden vermiş hani erkekleri çıldırtan, hayvani güdülerini ortaya çıkartan o ince belli çay bardağı kıvamındaki vücudu. Uğruna nice erkeklerin şaşkoloza döndükleri kadınlar yani bizler, neden "çiçek" olmaktan vazgeçip erkeklerle bir sidik yarışına (afedersiniz sidik dedim) girmeye çalışırız?

Tamam eşitlik falan anladım da galiba bazılarımız bu eşitliği yanlış anlıyoruz.
Şimdi aşağıda görecekleriniz çiçek midir yoksa nedir?

Soruyorum: Sizce bu çiçekler neden soldu?

Cuma, Nisan 14, 2006

Arızayım arıza...

Ben arıza bir insanım arkadaşlar. Bazı şeylere takarım ama öyle böyle değil! O taktığım şeyin gönüllü savunucusu kesiliverir, bir cengavere dönüşürüm. Benim en büyük takıntım diline sahip çıkmayan, dilinden utanan gerizekalılardır. İşte, okulda, televizyonda, günlük konuşma esnasında neler neler duyuyor insan. Alın işte benim gibi bir arıza insan da oturmuş "Tiki Sözlüğü" hazırlamış. Ben de burdan duyurayım dedim, Türkçemiz ne halde...

Toplu iğne iftiharla sunar...

İşte Türk Tiki Dili Sözlüğü (Siz yine de kullanmayın, kullananlarla da bir güzel dalganızı geçin, aşağılayın, başka çare yok, Türkçemiz elden gidiyor çünkü)
Ban - ben
San - sen
Lütfaaan - lütfen
Yanee - yani
Tımam - tamam
Biliyomısaaaaan - biliyor musun
Hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ? (türkçesini çözemedim - t.iğne)
falan yapmak - ? (bunu da çözemedim - t.iğne)
hadi papaaay - Haydi baybay
intiharlardayım - Çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, tımam mı? - Senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - İnanmıyorum
regular cola - Normal kola (diyet kola değil anlamında - t.iğne)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek - parti yapmak
aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
çılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nassin - nasilsin
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
ban de ama çik mikarrna yediam - ben de ama çok makarna yedim
pantlonundan bellia - pantolonundan belli
viraenç duryo di mia - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun
kiç ünversitesia - koç üniversitesi

Bazı kalıplar ve örnekler:
abi dün manyak bi pilav yaptıaam
Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm
deermişimm sen de yeeermişinn
ay hadi öptüm şekaar
branc yapalim maaaaa
kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa
kendine iyi davran şeakear olur maa
ay cittan yaaneee
Aşkııımmm naaaeeebeeeeerr
baba iyijce disconnect falan oldun ortamlardan

Çarşamba, Nisan 12, 2006

Çok görmeyin görgüzülüğümü,napiyim çok istek aldı, illa ki görcez dediler, İŞTE GELİNLİĞİM

Çok görmeyin bana bu görgüsüzlüğümü lütfen. Çevremden arkadaşlarım, siz blog dostlarım, eş-dost herkes "kızım göstersene şu gelinliğini de görelim" dediler. Ben de utandım git gelinlikçiye, ricacı ol, ordaki ukala kızlar seni gözlerini devire devire süzüp, "ay bi de fotoğrafını mı çekeceksiniz" diyerek hor görsünler, kasım kasım kasılsınlar, "hanfendi bizim işimiz gücümüz var, bi de size moda çekimi mi yapacaz, hayret bişi ya, deli mi ne, yaşı da geçkin bişeye benziyo, buldumcuk olmuş bu...bla bla bla..." demesinler diye, çözüm buldum.

İğne işbaşında, ofiste yaptığım işi sallayarak internette gelinliğime benzer birşey ararken, birden kafama dank etti, neden gelinliği aldığın yerin web sitesine bakmıyorsun, belki orda vardır resmi diye kendi lapa beynime sordum. Aslında benim beynim lapa değildi ama bu aralar benim halimi anlarsınız, mazur görün... Şaş oldum ben. Neyse işte gene de mihrap yerinde, aklıma geldi ve "Eureka"!
İşte gelinliğim ve vallahi de bu seferki gerçek. Kurbağa resmi değil.. Ama koskoca gelinlik firması benim gelinliği bir huri hatunda denetip fotoğrafını çekmiş. Beni kullanacak değil ya! Beni giymiş olarak ancak düğün fotoğraflarımda göreceksiniz üzgünüm. Ama gelinlik sahici, aşağıda hatunun giydiği benim gelinlik oluyo. Gerçi ben onu giyen modele benzemiyorum
da değil yani :) Yani sandalyeye ben de öyle oturabilirim, ne var yani???

Cuma, Nisan 07, 2006

TA TAAAA!

Gelinliğimi aldık. Bu kadar!

Salı, Nisan 04, 2006

Sana Bir Çeyiz Tepesi Üzerinden Baktım Aziz İstanbul

Efendime söyliyim, bir İstanbul seyahati yaptık ki yorgunluktan dibim çıktı. Allahtan şansıma hava muhteşemdi. Aynı İzmir gibiydi, sıcacık, tam benlik. Cuma sabahtan ordaydık, benim önce işle ilgili bir görüşmem vardı, önce o işimi hallettik.
Sonra swisse gittik (ayıptır söölemesi benim düğünüm orda yapılacak), düğünün yapılacağı yeri gezdik, güzel bi yer, gerçi beygua gibi denize sıfır değil (bendenizin nişanını urla yolu üzerindeki güzelim Beygua’da yapmıştık. Gerçi bizim aile arasında bir nişan yemeği idi, denizin dibinde, palmiye ağaçları arasındaydı ve de İstanbul’a göre resmen bedavaydı- İzmir’imin gözünü seveyim), düğün yeri olan o güzelim otel bahçesi denizi de görmüyo, sanki orman içindesin, o kadar ağaçlık 1 bahçe ki anlatamam. Ordan oranın önerdiği ve seni mecburi yönlendirdiği (avanta mı alıyorlar ne? Şüpheleniyorum, herifi de gözüm tutmadı zaten) neyse, organizasyon firmalarına gittik, orda bir baktık hep ünlü kokoşların ve sonradan buldumcuk mankenlerin yapılmış organizasyonları, resimleri ve videoları var. Ebru Şallı, Özlem Yıldız, Demet Şener falan hepsiciğinin, bu firmalar organizasyonunu yapmışlar. Eh bi de “Toplu İğne”nin yapacaklar, boru değil. Karşılarında koskoca (!) bir değer – yani ben varım :)

Çok para istiyorlar. Yazık günah, ben olsam hayatta vermem o kadar parayı abuk sabuk detaylara ama nedek? Düğünü erkek tarafı yapar. Şimdi siz içinizden delinin zoruna bak, bulmuşta bunuyor diyorsunuzdur kesin. Masayı süslüyecekler, mum koyacaklar, nikah masasını süslüyecekler, 3-5 mum koyacaklar falan. Ama istedikleri dolarlı paraları duyunca “Oha” diyorum ve başka bir şey demiyorum. İstanbul çıldırmış olmalı.

Neyse ertesi gün de kayınvalidemle alışverişe çıktık, bol bol alışveriş yapalım diye, ama utanıyor insan, ben alışkın değilim ki bir şeyler beğenip aldırmaya. Bugüne kadar kendi paramı kazanmışım hep, her şeyimi kendim almışım, şunu beğendim, bunu alalım demek çok hem de çok zor.

Sonra eve geldik, kayınvalidem çıkarttı çeyizlik bohçalarını, görümcem, ben, kendisi gömüldük içine bohçaların, kadıncağız özenmiş oğlu için de bir sürü şey yaptırmış zamanında. Bir sürü nevresim, pike, yatak örtüsü, iğne oyası, dantel, fiskos takımı (fiskos denilen örtüler ne boka yararsa – afedersiniz bok dedim), dantel işlemeli sehpa takımları (hani en azı 40 çeşit oluyo ya tv.nin üstüne bile konmalı)… Seç, seçebilirsen, beğen beğenebilirsen.. Ay ne zor insanları kırmadan beğenmedim ya da tarzım değil demek, ne zor ben bunları kullanamam demek. Seçtik mecburen.

Evet arkadaşlar ben bu dantel olayına zaten çocukluktan beri takıkım. Nefret ederim. Annem ve anneannem zaten yıllardır her tür aforozuma karşı almakta inat edip beni çeşitli sinir hastalıklarından muzdarip bir psikopata dönüştürdükleri için, İstanbul seyahatim sırasında da çeyizime bir o kadar da eklenmiş bulundu. Sanırım önümüzdeki 20 sene İzmir ve Türkiye genelindeki tüm kermeslerde beni görürsünüz, ancak tüketirim. Ya da diyorum acaba bir e-şirket kurup bunları yurt dışına pazarlasam mı? Elimdekiler tükenince sizler de benim bu ticaretime gönüllü katkıda bulunursunuz; eminim sizlerde de benzer gömüler vardır tozlu çekmecelerde açılmadan ve kullanılmadan duran!

Perşembe, Mart 30, 2006

3 günlüğüne tükkanı kapatıyorum

Yarın kargalar bok yemeden (afedersiniz) İstanbul'a gidiyoruz nişanlımla. İzmir'den evlilik izin belgemi aldım ama salt o belgeye sahip biri olarak İstanbul'da evlenmek mümkün değilmiş. O belgeyi alıp İstanbul'daki belediyeye vereceğiz, ben imzamı atacağım ve onlar da işlemleri başlatacaklar. Tabi işin birde İzmir'deki "eziyet işlemleri" adı altındaki o belgeye almadan önceki süreç var ki o da akıllara ziyan. Devletin verdiği nüfus kağıdı onlara yetmiyor ki muhtar denen - bu güne kadar ne iş yaptığını, neye yaradığını çözemediğim kişiden devletin verdiği nüfusa ek olarak , nüfusla aynı şeyleri yazan "nüfus sureti" çıkartmak, yine üstüne üstlük nüfus müdürlüğüne gidip ekstradan, aynı nüfus bilgilerinin tümünün yazdığı ayrı bir nüfus kağıdı (bildiğimiz bilgisayar çıktısı) almak, yurdumun her yerinde geçerli olması mantıken muhtemel olan sağlık ocaklarından değil de nedense koskoca İzmir'de tek bir sağlık ocağından sağlık raporu almak, yine tek bir yerde kan tahlili yaptırmak gibi tırı vırı işlerle de uğraşmak cabası! Nişanlım İstanbul'lu olduğu için onu kabul etmediler, "de get sen İstanbul'dan al sağlık raporunu" dedi bir elinde sigara, diğer elinde şırınga olan bıyıklı, kara suratlı ve üstü beyaz önlüklü sağlık memuru. Niye dedi zavallı sevgilim, benim kanımı burda alsanız ne olur ki dedi. "Yok" dedi sapsarı dişli ve sararmış bıyıklı adam sigarasından bir fırt çekerek, (bu esnada ben koltuğa oturdum, adam sigarasını bana üfleyerek kolumdan kan almaya koyuldu...) "sen İstanbul' a gidicen ordaki belediye sınırlarındaki sağlık ocağından kanını aldıracan", peki dedi nişanlım "bari ciğerimin filmini de merak etmişsiniz, hazır gelmişken, ciğerlerimi burda görmek ister misiniz" dedi, yok dedi adam haşırt diye şırıngayı sokup benden kan alırken, "İstanbul bakacak senin ciğerine". Adam sigarasından son fırtını alırken, biz küçük emrah duruşunu aldık, kös kös geri döndük. Hadi dedim nişanlıma; "kapı açık , arkanı dön ve çık, istenmiyorsun İzmir'de artık". Gitti garibim İstanbul'da yaptırdı tahlillerini.

Şimdi gidecez beraber bi daha onaylanacağız İstanbul'da. Ha bi de sabah sadece 9-11 arası geleceksiniz dediler. Şimdi karga bok yemeden uçuş tarifesiyle İstanbul'a uçuyorum yarın sabah.

Eh hazır gitmişken, düğünün yapılacağı otele gidip bakıcaz, organizasyon firması bakılacak, davetiye-nikah şekeri bakıcaz, mobilya- çeyiz nev'i ıvır zıvır bakıcaz nişanlımın ailesiyle...

Ha bir de iki günlük koşturmada araya işle ilgili de bir toplantı sıkıştırıcam.
Pazartesi iş başı! Oooof offff, kömür gibi yanıyorum, oooff offff... ebesini seviyorum...oof offfff

Pazartesi, Mart 27, 2006

Özel bir cumartesi

Cumartesi günü benim için çok özeldi, çünkü hayatımda ilk kez gelinlik mağazasına gittim, ilk kez gelinlik denedim, ilk kez annem beni gelinlikler içinde gördü ve en önemlisi ben. İlk kez kendimi ayna karşısında gelinlik içinde gördüm. Tuhaf bir histi gerçekten. Size de oldu mu bu? Ama öyle aman aman da bir duygusallık olmadı bende. Annemi gözleri dolmuş görünce çok hüzünlendim ama. Ağlarsa, anam ağlar; gerisi yalan ağlar demişler ya. Ne kadar da doğru değil mi?

İzmir’e Beyaz Butik açıldı nihayet, randevu aldım cumartesi öğleden sonrası için ve gittim. İçerde bir sürü poşet içinde duran gelinlik vardı. İçerde gelinlikten çok çalışan kız vardı. Ayaklara galoş taktırdılar (bu galoş olayına da sinir oluyorum, sanki her şeyimiz tam da; bir galoşumuz eksikti. Hele bir gelinlik mağazasında yeri ne kadar pisletebiliriz ki? Hastane sanki!) Dıştan bakarak beğendiğim 4 tane gelinlik modeli seçtim, içeriye girildi, annem ve beni önce banyoya sokup ellerimizi yıkattılar. Dedim anneme; “evet hemşire hanım, neşter lütfen!” :) Sonra aman gelinliklere sakın dokunmayın diye anneme hafiften ayar çektiler, oysaki dokunacaksın gelinliğe, kumaşına, danteline bakacaksın diy mi ama? Annecim de korktu yazık, “ama kızım iyi de ellerimizi dezenfekte bile ettiniz, kirli değil ki elim, neden dokunmayacakmışım ki, kumaşına bakacaktım sadece” dedi. Ellenmezmiş...

Giydim, çıkardım, kafama takılacak duvak ve çiçekler de değişti gelinlik modeli değiştikçe. Ama benim aklım en çok bir tanesinde kaldı. Çok beğendim… Bakalım nişanlım da beğenecek mi? Sizin için çaktırmadan modelin resmini giyip kendimi çektim. Nasıl beğendiniz mi?



Perşembe, Mart 23, 2006

Sahibi ben değilim!

Şimdi aşağıda okuyacağınız yazıyı ben yazmadım, bir arkadaşım e-mail ile göndermiş. Yazarı anonim ama altına imzamı düşünmeden atarım. Bana nasıl tanıdık geldi anlatamam. Okurken şaşkına döndüm. Bir kadının tüm evreleri bu kadar güzel mi resmedilir! Okuyun siz de... Belki size de tanıdık birini hatırlatabilir. Bulun bakalım sizin kaçıncı evredesiniz!
Çalisan kadin olmak ….

Eskiden kadin olmak daha kolaydi. Kadinlar sadece evde olur, yemek yapar, çocuk bakardi.
Sadece esinin geliri düsükse kadin çalisirdi , çalisan kadina acinirdi. Kadin çalisiyorsa, evine bakamayacagi düsünülürdü, zaten kadin bekarken çalissa bile evlenince evinin kadini olurdu.
90 li yillara gelindiginde kadin sadece evde olmak istemedi, artik çalismak ekonomik olarak özgürlesmek istiyordu. Bütün kadinlar once üniversite okumaya ,sonra çalismaya basladi. Bu kadinin hosuna gitmisti çalisiyor, istedigi gibi harciyor, geziyordu. Artik çalisan kadin evli olmak degil bekar olup gününü gün etmek istiyordu. Yasasin özgürlük… Çalisan kadin artik iskolik olmustu, çalisiyor ve yüksekliyordu, zirveye ulasmisti. Birçok sirkette once orta kademe, sonra üst kademe yöneticiler kadin oldu. Fakat doksanlarin sonuna gelindiginde sirketler yalniz ve iskolik 30 lu yaslarinda kadinlarla doluydu.. Bu çalisan kadina yetmedi, çitayi biraz daha yükseltti. Artik evli ve basarili çalisan kadin olmaliydi.
Çalisan kadin etrafina bakindi, basarili, parali adaylar gözden geçirildi, adaylardan kel, sisman ve kisa olanlar hemen elendi, ince ruhlu, saraptan anlayan,14 Subatda müthis süprizler yapan, kimsenin bilmedigi yerlerde basbasa tatillere götüren, yasamayi seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapisildi.
Yurt disindan tasarimci gelinlikleri getirtildi, otellerde muhtesem dügünler yapilip, Maldivler'e ya da Bali'ye balayina gidildi.
Balayindan sonra çalisan kadin hizla is basi yapti artik, gündüz toplantidan toplantiya kostururken ,artik aksam yemegini de düsünmeye baslamisti. Aksam ne yenmeli, nereye gidilmeli, esinin gömlekleri, pantolanlari ütülü mü, kiyafetleri kuru temizlemeciye gitti mi geldi mi, marketten alinacaklarin listesini çikar, is çikisi git al, eve gel, hizlica aksam yemegini hazirla….
Çalisan kadin artik mutluydu, gece yatagi sicacikti, üzülünce derdini paylasan, hastalaninca ona bakan, aglayinca destek olacak bir omuza, göz yaslarini silecek sevkatli ellere sahipti. 15 saat kosturmak ona viz geliyordu.
Etraf bu sekilde kosusturan ev ve is arasi çift vardiya çalisan kadinla doluydu. Zaman geçiyordu. Çalisan kadin 35 ine yaklasiyordu, biyolojik saati "be –bek, be- bek" diye uyari vermeye basladi.. Evet çalisan kadin hemen çiglik atmaya basladi "kariyer de yaparim bebek de" ..
Çalisan kadinlar hemen sosyetik kadin dogumcularin randevularini doldurdular.
Çalisan kadinlar ajandalarina ve islerinin temposuna uygun zamani seçip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya basladi. Kimi tek, kimi ikiz ,kimi üçüz istedi.
1-2 ay sonra güzel haberler sirayla gelmeye basladi, çalisan kadinlar hamileydi.
Ama çalisan kadin hem hamile, hem güzel olmak istedi, hemen diyetisyenlere kosulup, özel hamile diyetleri alindi, bol bol kivi yenmeye baslandi. Eskisi gibi tatli, börek aserilmiyordu, karpuz, kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarisi eslerden. Çalisan kadin çocugunu eski usul büyütmeyecekti, hemen onlarca hamilelik, bebek büyütme kitaplari alindi, bir çok internet sitesine üye olundu. Yoga ve anne–baba kurslarina yazildi. Çalisan kadin artik gün gün takip ediyordu bebegini. Bugün 43.gün bebegim üzüm tanesi gibi, 59.gün parmaklari olustu, 89.gün bu gün ilk defa hiçkirdi. 210.günden sonra artik bebegin matematik zekasinin artmasi için Mozart dinletilecek.Sonunda mutlu gün geldi çalisan kadin artik anneydi ,3-4 aylik izinden sonra çalisan kadin öldürücü diyetlerle zayiflayarak incecik bir sekilde is basi yapmisti. Artik basarili bir yönetici, iyi bir es ve anne olarak 24 saat çalisiyordu. Bebek büyüdükçe, sosyallesmesi için çalisan kadin cumartesilerini çocuguna ayirdi, artik tüm anneler topluca etkinliklere katilmaya basladilar, yas günü partileri, tiyatrolar, piyano dersleri, basketbol, tenis ve yüzme kurslarinin biri bitiyor, biri basliyordu.
Çalisan kadina bu da yetmedi artik herkes çalisiyor, iyi bir es ve annelik yapiyordu, çalisan kadin çitayi birkez daha yükseltti.
O artik evinde katkisiz, saglikli ekmekler, kahvalti için ev yapimi reçel yapmali, organik gidalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazirlamali, çocuguna ve esine özel günlerde ev yapimi pastalar yapabilmeli, bu pastalari çok güzel süsleyebilmeliydi.
Evet bütün çalisan kadinlar yemek yapma kurslarina kosmaya basladilar, evlerine ekmek yapma makinalari aldilar. Simdi çalisan kadinlar toplanti aralarinda bir birlerine ekmek tarifleri vermeye basladilar, dün nefis bir çavdarli ekmek yaptim, istersen tarifini vereyim. Ben de hafta sonu harika bir pasta yaptim. evdekiler bayildi. Bir aksam gelin de size de yapayim.
Bakalim Çalisan kadin bundan sonra çitasini nereye yükseltecek ????
Bu süreç içerisinde çalisan erkek ise çitasini hiç yükseltmedi. 80 lerde, 90 larda ve 2000 lerde hep ayni kaldi…..

Pazartesi, Mart 20, 2006

Gene ebeyim!

Gayriye hanım beni ebelemiş. Hem de ne ebeleme. Ebesine burdan selam eder, ahret suallerini cevaplamaya başlarım. Saatlerdir yazıyorum okumazsanız iki elim yakanızda olur ona göre!
Rumuzunuz/Takma adlarınız? Öz
Doğum gününüz? 6 Ekim
Hiç öpüştünüz mü? Yooooo, o nası bişey ki?
Hiç koca bir kutu "Oreos" yediniz mi? O ne be? Cips gibi bişiy mi? Başka yenecek bilindik bişey bulamadın mı?
Hiç sahneye çıktınız mı? Cıktım. İlkokulda, ortaokulda bol bol. Ay bi de bale yapardım ben :) söylemeden edemiycem. 3 sene tütüler içinde kelebek misali. Bizim evde misafirler geldiğinde “kızım Aysel teyzenler görsün, ayrı bacaklarını” şeklinde gerzek muhabbetler çok olmuştur. Ve ben her seferinde caart diye ayırırdım bacaklarımı, bazen de tütülerimi giyer evde misafirlere resital verirdim. ehe he heee…Yani sahne ışıklarına alışığım ancak keşfedilemedim bir türlü ve artık çok geç. Şimdi sahne sahne diye inlersem bu sefer nişanlım ayırır bacaklarımı
Hiç araba kazası yaptınız mı? Yaptım 1 kere. Ehliyeti yeni almıştım,şehir içi ders almadan ilk arabamla, açıktan almadan bizim caddede u dönüşü yapmış ve bizim çiçekçinin park etmiş çiçek arabasının kapısına haşırt diye dalmıştım.
Hayatınızda Eiffel Kulesi'ne gittiniz mi? Gittim
En sevdiğiniz şampuan bayan? Valla ben kafama göre takılıyorum artık. Ne yeni çıktıysa alıyorum bir deniyorum önce. Şahsımın sürekli aynı parfüm ve aynı şampuanı kullandığı görülmemiştir.
En sevdiğiniz sabun? Cildim kuru o yüzden sabun kullanmıyorum. Bi de açıkçası kullanılmış sabunları elimle tutamam ben. Likit sabun en iyisi!
En sevdiğiniz renk nedir peki? Siyah, beyaz, mavi, yeşil ve gri
En sevdiğiniz gün? Sorulur mu? Tabiki cuma ve cumartesi
En sevdiğiniz gece? Yaz geceleri
En sevdiğiniz müzik grubu? Valla ben ergenken Bon Jovi hastasıydım, ha bi de U2
En sevdiğiniz reklam? Türk reklamları bana yaratıcılıktan çok uzak geliyor, o yüzden” işte bu” diyebileceğim pek bir şey yok. Sadece yıllar önve VW’nin bir dergi reklam serisi vardı: “İnsan sadece görmek istediğini görür” gibi de sloganı. Adamlar sadece tabiattan enstantaneler çekerek dergiye reklam vermişlerdi, araba ile detay falan yok, ama siz mesela gökte uçan 2 kuş görüyorsunuz ama kanatlarını öyle bir perspektiften çekmişler ki, VW’nin logosu oluyor. Ya da denize dalmaya çalışan 2 yunus. İkisinin kuyruğu öyle bir anda yakalanmış ki VW’nin logosu gibi olmuş.
Erkek arkadaşınız var mı? Varr. Nişanlım olur kendileriBirisinden hoşlanıyor musunuz? Nişanlım olur kendileri
En iyi arkadaşınız var mı? Var
Telefonunuzda hızlı arama tuşlarında sevdiğiniz arkadaşlarınızı sıralıyor musunuz? Hayır, bilmem zaten. Teknoloji ile aram pek hoş değil
En komik arkadaşınız kim? Valla hepsi kendine göre komik. Ancak sanırım onlar genelde bana çok gülerler.
En çok hangi arkadaşınızla alışverişe gidersiniz? Ben’ce ile alışverişe gideriz zevklerimiz ve kafamız çok uyar, birbirimize gaz veririz ama ben alışverişlerde genelde yanlız gezen kovboyum.
En çok kime mail yazarsınız? Arkadaslarıma yazarım, daha doğrusu gelen postayı iletirim.
En eski arkadaşınız kim? Benden 40 gün önce doğan annemin arkadaşının kızı Betil. İkimizi köşe yastığı gibi tulumlarımızla koltuğa dayayıp resmimizi çekmişler. Şimdi o bir tıp doktoru ve Antalya’da
En gürültücü arkadaşınız kim? Galiba bu kendim oluyorum. Çenemle ilgili çok yorum var arkadaşlarımdan
En çekingen arkadaşınız kim? Aslında hiçbiri çekingen değil, arkadaşım olduysa demek ki çekingenliği kırmışız demek .
Ailesini en iyi tanıdığınız arkadaşınız kim? Ayy, sana ne? Napacan ailesini?
En çok hangi arkadaşınızdan öneri alırsınız? Hepsi öneriye gerek kalmadan maşallah tüm önerilerini sıralarlar. Benim öneri almama fırsat bırakmazlar yani
Hangi arkadaşınız bütün sırlarınızı biliyor? Napacan? Arkadaşıma gidip, sırlarımı parayla satın alıp yayınlayacan mı?
En çok kimden anketler alıyorsunuz? Gayri-ihtiyari (nam’ı değer gayriye)
Hangi arkadaşınızı kıskanırsınız? Hic birini
Kimle ağlarsınız? Farketmez, sulugözlüğüm tuttu mu heryerde ve herkesin yanında ağlarım
Sürekli kullandığınız bir cümle/söz var mıdır, nedir?1.ebeni 2.kotorok 3. k.mın kenarı
Son 24 saatte.ağladınız mı? evet (Çanakkale belgeseli ile ilgili bir programda ve yine internetten gelen Çanakkale ile ilgili “Kınalı Ali Destanı”na
Birisine yardım ettiniz mi? Evet. müşteriye
gazetede bir şeyi incelediniz mi? Evet
saçınızı kestiniz mi? son 24 saatte mi? Hayır
etek giydiniz mi? ne eteği, ben donsuz geziyorum, öyle cıbıl cıbıl dolanıyorum!
birisine kötü davrandınız mı? hayır ama bu ahret sorularını başıma kaktığı için birazdan gayriyeye virüs göndercem
birisiyle alaycı konuştunuz mu?evet . bizim bir her eve lazım “vada”mız var. gerçek adı vedat. Ister ofis boy deyin, ister mutemet, ister hayat asistanı, herşeyimiz. Ama tabi ilişkiler ister istemez laçka oluyo, kendisi edirne taraflarından göçmen ve cennet mahallesindekiler gibi konuşuyo. En son ona kapçık ağızlı demiştim :)
koşuya çıktınız mı? tabiki hayır
yürüyüşe çıktınız mı? şu yağmurlar bir bitsin inşallah
sinemaya gittiniz mi? en son organize işlere gitmiştim fi tarihinde. Bu aralar evde izleyerek idare ediyorum
öpüştünüz mü peki? Oha! Sana ne
kendinizi aptal hissettiniz mi?evet özellikle gazetelerdeki ve tvlerdeki her haberi izlerken, okurken, hele hele politikacıları dinlerken sürekli!
birisine "Seni seviyorum," dediniz mi?evet
mektup yazdınız mı? hayır. çocukken askerdeki kuzenime yazardım ne bileyim onların komutanları tarafından okunduğunu! Ona hep “ne biçim bi komutanın var senin, hayvan herif, söyle de o hıyara arada bi izin versin sana diye yazardım. Garibim benim yüzümden kaç kez haftasonu izinsiz kalmıştı :)
sınava girdiniz mi? bu cumartesi ve Pazar giricem. Gene gitti güzelim haftasonum
bir şeyin üstesinden geldiniz mi?hep geliyoz herhalde. Boş boş oturmıyoruz burda
yeni birisiyle tanıştınız mı? bu sabah işe gitmek için taksiye bindim, yağmur çoktu, otobüs de yoktu, duraktan bi teyzeyi de taksiye müdahil ettim, kırıştık taksi parasını yarı yarıya.bu şekilde tanıştım kadınla
günlüğünüze yazdınız mı?blog yazıyom ya, bi de bu başımın belası ahiret anketi var. dahası ne olsun?
en sevdiğiniz filmi izlediniz mi? Hayır
hoşlandığınız birisiyle konuştunuz mu? Evet, nişanlımla sürekli.
birisine hediye verdiniz mi? hayır ama annemin doğum günü yaklaşıyo, haftaya vermem gerekecek, nişanlıya da hatırlatılacak
birisini özlediniz mi? evet, rahmetli babannemi çok hem de
birisiyle kucaklaştınız mı? evet nişanlım ile
anababanızla kavga ettiniz mi? bazen oluyo tabi, onların gözünde ben hala 32’sinde değil, 8’indeyim çünkü
bir arkadaşınızla kavga ettiniz mi? ben arkadaş arasında kavga sevmem, kavga ortamı gerer beni, kavga ortamı olduğu vakit çaktırmadan uzarım, ama benle alakası olmayan sokaktaki her kavgaya da ne hikmetse hemen dalarım, iki çift laf da ben çekmkiririm, hiç kusur kalmam
bir şeyden korktunuz mu? Evet, düğünümde 50 kiloya düşemeyip şuanki halimle (56) tüm davetliler tarafından “şişman gelin” olarak anılmaktan çok korkuyorum
En son ne zaman duş aldınız? Dün gece (yani pazar akşamı)
gece yemek yedinizmi? Evet, tüm insanlar gibi (ne salak bi soru bu böyle!)
Şu anda ne giyiyorsunuz? Ay bu soruda telefon sapıklarının sorduğu soruya benziyo. “Şu an üstünde ne var?” İş saatinde, ofisteyim, ne giyebilirim sen tahmin et bakiim!
yorgun musunuz?kesinlikle evet hele bi de 2 saattir bunları yazdım ya.
mutlu musunuz? mutluyum
pijama mı giyiyorsunuz? Evet geceleri. kışın hele asla gecelik giyemem, deli yattığım için, sabah kalktığımda tüm gecelik başıma geçmiş şekilde kalkıyorum
yemek yiyor musunuz? Malesef ne bulursam
birisiyle online olarak konuşuyor musunuz?hergün bence ile, arada nefin ile
Bu anketin bitmesine hazır mısınız? Rica ederim böyle iyi, hem kendi sinir katsayımı da denemiş oluyorum; hep merak ederdim insan nasıl katil olur diye
Bu anketi ne kadar zamandır yapıyorsunuz? Sabahtan beri.. sanki onunla doğdum, yapıştı elime
En sevdiğiniz sandviç? Bol mayonezli,az hardallı, füme etli, marul, domates ve kaşar türevi peynirli. İçi boş sandviçlerden nefret ederim, hani şu havayollarının verdiği cinsten. Sandviç dediğin şöyle yanlardan bakınca içi doluluktan taşmış gibi görünmeli.
Kahve mi, sıcak çikolata mı? Kahve tabiki
Sıcak mı, soğuk mu? Sıcak ama yazları frapesi de harika oluyo- hayır demem
Küçük mü büyük mü? Neyin? Soruyu tam olarak anlayamadım gayriye hanım.
Nasıl bir hava? Sevdiğim havayı mı soruyosun? Tabiki güneşli, ılık, yasemin kokulu, deniz ve güneş yağı kokmalı
Dantel mi, saten mi? pamuklu penyeler tercihim
Kırmızı mı, Mavi mi? yeteeeerrr. Sana ne. ben siyah beğeniyorum belki.neden 2 renkle sınırlıyorsunuz insanı?
Eski mi yeni mi? hö? ne anlamda bi soru bu, anlayamadım
Orası mı, burası mı? hö? (ben de bu soruyu sorana öncelikle şunu sorayım: anan mı eben mi?)
sevgiler, nihayet bitti!

Salı, Mart 14, 2006

EBE'yim

Herkes sobelenir de ben sobelenmez miyim? Canım hemşehrim aslıcım beni sobelemiş, ben kusur kalmiyim diye. İşte toplu iğnenin 4 x 4 'leri:
Yaşadığım 4 Yer:
ehe ehe heeüee, ayıptır sölemesi;
doğdum İzmir
büyüdüm İzmir
okudum İzmir
yaşıyorum İzmir
Defalarca İzlediğim ve İzleyebileceğim 4 Film:
İlla ki Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa, Süt Kardeşlerden oluşan Kemal Sunal üçlemesi
Shrek1 ve 2.si (valla şaka değil, bayılıyourm ben ona)
Özel Bir Kadın (ne bilim, defalarca izleyebilirim ben o kül kedisi masalını...fıırrk!)
Yüzüklerin Efendisi, tüm serisi (Ordaki Gollum adamımdır da..kıymetlimissss diyo ya ben orda ne oluyom biliyonuz mu? :P)
İzlediğim 4 TV programı (aslıcım şimdi bunlar dizi de olabilir mi? yoksa illa ki böyle ibo show (böğk) gibi bişey olmak mı zorunda? neyse ben dizileri de katıyorum:
Avrupa Yakası
Desperate housewives (yıllar önce de ally mc beal vardı; uğursuz (!) ev kadınları yokken de onu seyrederdim)
BBC prime'daki ready-steady and cook programı (adamlar 3 çeşit abuk sabuk yiyecek kullanarak 16 dakkada dünyayı pişiriyorlar.utanın..utanınnnn)
Cnbc'deki tüm sit-comlar (hayatta kaçırmam: hepsi süper!)
Tatil için gittiğim 4 yer:
Thailand (boru değil 4 kez gittim ve toplam 6 ay kaldım ben o memlekette. tavsiye ederim)
USA- Florida-Miami (malesaf sadece 15 gün)
Avrupa (bilumum ülkeleri-ayıptır sölemesi ben pek severim gezmeyi- 4 taneyi nereme sığdırayım?)
Dubai-Bahreyn
Özel not: Valla küfür etmeyin arkadaşlar; bakınız ben bugüne kadar hiçbir zaman yıllık izin kullanamadım, çalıştığım hain şirketler hep hasta olduğumda,işim çıktığımda gelemediğimden kestikleri için izinlerimi, ben de hep bayram tatillerinde izinliydim. eh turların cazibesine kapılıyo insan haliyle)
Bi özel not daha: Çeşme, Ada, Urla (bunlar zaten hep hayatımda, yazın her haftasonu....onlarsız olmaz)
Yaptığım 4 iş: (aslıcım ilkinden mi en sondakinden mi başlıycaz?-neyse ben gene kafama göre takılayım)
Şu an- bir şirketin operasyon müdürü
Yine şu an- Aynı zamanda özel üniversitede öğretim görevlisi (patron izin verdi sağolsun da bakın gene gitti benim yıllık izinlerim işte..söylüyom inanmıyonuz!)
Daha eskisi - Tütün firmasında boctan ishler sorumlusu
Onun da eskisi - boya fabrikasında gene aynı görevin sorumlusu
En çok sevdiğim 4 yemek:
Balık ve her nev'i deniz ürünü (hele kalamar yok mu? mııımm misss)
Zeytinyağlı lahana ve yaprak sarması (kuşüzümlü ve fıstıklı olacak)
Fava
Ot kavurması (üstüne yumurta da kırılacak tabi)
Şu anda olmak istediğim 4 yer:
Olmak istediğim yerdeyim aslında ama ahh, şimdi olsa da şurda olsam dediğim yerler kesinlikle İzmir'e dönmek koşuluyla olacak tabi ki:
Pasifik bir ada (ben diyim Maldivler, siz deyin Mauritus falan) uzanmışım kumsala olayı...
New york'da deli gibi alışveriş yapayım
Paris'te parizien bir müzik eşliğinde bir kafede dışarda oturup kahvemi içeyim
Cunda adası ya da bozcada'da tarihin halen yaşadığı ve korunduğu bir yerde taş plaktan bir münir nurettin eşliğinde çok değil- 1 tek rakı ile denize bakıp efkarlanmak ve halime şükretmek isterdim
Sobelediğim 4 arkadaşım:
Yahu herkes sobelenmiş bu konuda, kaldı mı sobelenmeyen? Varsa farzetsin ki ben sobeledim. Ebe sensin arkadaşım... Her kim sobelenmeden bunu okuyosa, bilsin ki EBE!