Salı, Temmuz 03, 2007

Koku Kakafonisi ve Fıss üzerine bir yazı

Bugün tırışkadan bir şey yazıyorum size. Hem de Dubai'den değil İzmir'den yazıyorum (dubaili ayşe ablaya selam olsun), üstelik kimse para da vermiyor yazayım diye. O yüzden keyfimin kahyası olarak karar verdim bugün sizi parfüm konusunda bilgilendireceğim (!)

Aslında şimdi tırışka dedim ya parfüm uzmanı varsa kızacak bana. “ben bu işe yıllarımı, burnumu verdim, kolay mı kokla, tanı, bunun üst notası var , alt notası var, orta notası var, dokusu var… Bu üst nota da her ne demekse? Müzik olayı falan mı? Alt notasında da ylang ylang, sedir ağacı ve şam eriği var (anasına da babası, yeni evliyken ylang ylang getiriyordu eve-karıcım sana ylang ylang aldım-aaaayyy- yandım anaaammm- dur panik yapma- yılan değil be görgüsüz kadın- ylang ylang çiçeği bu… bilmiyor musun, tropik polenezya yaylasında yetişir bu, şebinkarahisarda taaa ben çocukken, dedemgil polenezyada trekkinge gittiydi de nineme getirdiydi bunun esansını! ), orta notalarda paçulisi var- hani orta notayı anladık da paçuli ne oluyor? Nedir, yenir mi, kokar mı, ot mudur, çiçek midir, yenir mi, içilir mi nedir yani bu paçuli? Sedir ağacı var alt notasında diyor kadın bana. Ulen sen çam ağacını görsen elektrik direği sanırsın, kozalak görsen yerde, onun çamdan değil, doğal gaz kazısıyla yerden oynayan kaldırım taşı sanırsın? sedir ağacı nedir bir ağaç nasıl kokar nasıl bileceksin?
Ben, yani T.İ bunu yer miyimmmm? Bi de bana bilmiş bilmiş paçuli bilmem kaçıncı notada, sedir ağacı ve amber bilmem kaçıncı notada… Sanki senfoni besteleyecek haspa!

Kısacası ben anlamıyorum öyle büyük büyük laflardan. Hele hele küçük küçük insanlardan tarafıma geliyorsa, hiiç mi hiiç anlamıyorum. Ben koku üstadı falan değilim, burnum hoşlanırsa koktuğundan ne ala, yoksa bana ne paçuliden ardıç miskinden… gıcık tezgahtar kalkmış bana aa ardıç var bunun orta notasında, bakın şuranıza sıkayım dayayın burnunuza ayağıyla, 5-6 fıs da kendine sıkar ve seni tütsüler. Sonuç patçuli mi her neyse fücudunuzda bir koku kakafonisi oluşur.

Bi de ben şeyimdir. Nasıl diyim hiçbir zaman ben chanel no.5ten başkasını kullanmam o benim kokumdur diyenlerden olamadım. Ben maymun iştahlıyım parfüm olayında. Sıkılırım bıkarım aynı kokuyu sürekli kendimde koklamaktan. Şişe yarılandı mı kalır o parfüm, hooop gelsin yeni parfüm. Dikkat ediyorum da bir parfümü satın almamda bugüne kadar herhangi bir koku üstadının yani tezgahtarın (kendilerini üstad sanıyorlar da) hiçbir katkısı olmamıştır. İçinde sedir ağacının olması da beni hiç mi hiç ilgilendirmemiştir.

Geçen hafta tekin acara gidip koklamaktan tepe sersemi olmuş bir şekilde çıktım. Sebep? Ordaki uyuz kızın alakam olmayacak bir ton parfümü üstüme boca etmesidir ki, ordan çıkarken kendimi banu alkan gibi hissettim Afrodit gül sokakta!. O sıcakta üzerime sıkılmış onlarca kış kokusu, ağır baharatlı kokuyu atmak için kordonda epey yürümek ve ceryanda oturmak durumunda kaldım. Hayır ben kıza istemem diyorum, aa bu yeni çıktı mutlaka deneyin diyor, yahu ben sevmiyorum onu diyorum, fıssss, bu da var diyor, kullandım onu diyor, fıııs, yok bu kalsın baharatlı sevmem diyorum, fııss, şekerli o istemem koklamıştım daha önce diyorum fıısss.

Beni orda kendimle bıraktığı 5 saniyelik bir boşlukta şişesinden ne menem bir şey olduğunu hissettiğim yeni kokumla tanışmış oldum ve kaçar adımlarla banu alkan gibi uzaklaştım ordan ( o kadar kokuyla milli atlet Süreyya gibi koşamazdım ya gül sokakta, reca ederim yani)

Sonuç: tekin acarda beğen, free shoptan aldır.. bitti gitti. Tanıştırayım, Stella Mc Carthney’den – In Two… Bu aralar İngiliz modacılara taktım, kışın da af buyurun alexander mc queen’in kingdom’ını kullanmıştım. Şimdi de stellacığım tam benim için çıkarmış. Böyle hacışakir sabunu gibi sabun sabun kokuyor. Durun sıkayım 2 fıss da size…nası?

Çarşamba, Haziran 27, 2007

Kill Ayşe Vol.2


The Bride yani ben, O-Ren Ishii denen manyak temizlikçi Ayşe, telefonu çaat diye suratına kapatınca afallamıştır. Elindeki hattori hanzo kılıcı dahi olsa, bir temizlikçi tarafından suratına telefonun kapanmasını yedirememiş olayı tamamen TEK’e bağlamıştır. Saftorik Bride (T.İ) herhalde elektrikler kesildi, ayşenin telsiz telefonu olduğu için hat da kesildi diye gerizekalı polyanna gibi düşünmektedir. Yaklaşık 10 kez aynı numarayı redial tuşuna basarak çevirmekte ve O-Ren Ishii ayşesi telefonu açmamaktadır. İnsana şöyle ağzına layık bir düello da yaptırtmamaktadır bu yüzüne tükürülesi. Eğer telefonu açsa, T.İ, Kill Bill Vol.1’in final sahnesini pek güzel oynayacaktı ama kursağında bırakmıştı pis kadın…

Anında annesini arayan T.İ, durumun vahametini anlatarak annesinden ayşeyi başka bir numaradan aramasını rica eder… aradan 10 dakka geçer. Telefon çalar, arayan T.İ.nin annesidir. The Bride’in annesi sinirden zangır zangır titremektedir. O-Ren midir ren geyiği midir her neyse Ayşe kadın fasülyesi T.İ.nin annesine telefonu açmış, “ben telefonu kapatmadım, kocam da teli açmış olamaz, daha eve gelmedi, senin kızın yalan söylüyor, ya da yanlış no çevirmiştir, hem ben kızına bir daha gelmeyecem, beni ne profösörler istiyor hem de 70 ytl veriyorlar, o yüzden gitmiycem ona “demiş. The bride’ın anası da kibar kadın… Sadece “ayşe hanım yazık yazık, kızım neden yalan söylesin akşam akşam senin zaten görevin arayıp haber vermek. Ben gelemeyeceğim bundan sonra, kendinize başkasını bulun demek yeterliydi, ayıp bu senin yaptığın. Kaç haftadır kızımın gününde haber bile vermeden gelmiyorsun, kızım peşinde seni arayıp duruyor, 6 yıldır geliyorsun bize. İş yapmanın da bir adabı vardır, gelmeyeceksen ararsın haber verirsin, istersen 100 ytlye git, o kadar salak varsa sana o parayı verecek, bize pahalı gelirsin, ama 1 kahvenin kırk yıl hatırı vardır, bu davranışı sana hiç yakıştıramadım” demekle yetinmiş. O-Ren Ishii o.su; T.İ.nin annesine “sana da gelmiycem, senin annene de gelmiycem artık beni kimler kimler istiyor, bundan böyle 70 verene gidicem” demiş…

T.İ ve anası telde birbirleriyle ağlaşıp kendilerine yapılan bu cahil cühela temizlikçinin davranışlarını hazmedememiştir.

Film biterken ekranda kahramanların gelecekteki durumu yazılır ya ekrana.. İşte Vol.2 den sonra aşağıda filmdeki kahramanların başlarına gelen durumları okuyabilirsiniz…
  • The Bride’ın evi Ayşe’den bu yana 3 hafta b.k götürmüştür.
  • Ama Kill Ayşe Vol.2 bitti. Yaşasın yeni kadın Nilgün!
  • Yeni kadın Nilgün şimdilik tahtaya vurun bir densizlik ya da bir hadsizliği olmamıştır
  • Ve 50 ytl ye gül gibi gelebilmektedir.
  • O-Ren Ishii, sadece T.İ’yi, annesini ve anneannesini kaybederek 3 müşteriden olmuştur
  • T.İ.nin evi çöp ev olmaktan kurtulmuştur.
  • O-Ren Ishii Ayşe hattori hanzo kılıcının sadece Hanzo’su olarak T.İ.nin mazisinde yer almıştır.
  • T.İ.nin annesi ve anneannesi de artık Nilgün’le çalışmaya başlamıştır.
  • 100 yetele vereni bulunca 70 yetele verenleri de bırakan Ayşe'nin şuan otobanda açık arttırmayla kamyoncularla pişpirik oynadığı görülmüştür.

Pazartesi, Haziran 18, 2007

KILL BILL VOL.1

Şimdi bir temizlikçi düşünün. İsmi ayşe. Sanırım 6 sene oldu bize gelmeye başlayalı. Hani önce annene gelmeye başlar, seversin alışırsın, o da sana alışır. Sonra anneannen kusur kalmaz, o da alır ayşeyi. O da beğenir temizliğini.hele hele temizliklikçilerin korkulu rüyası eski toprak anneanne sultan da ayşeyi beğendiyse iş tamamdır. Artık ayşe evimizin kızıdır. İğne evlenmeden önce anne ve anneanne ayşeyi çekerler bir kenara. Bak ayşe, bu iğne azcık tembeldir, biliyosun zaten odasını hep sen toplardın, k.ıçını yaymayı çık sever, bak zaten garibimin işleri da çok yoğun, bi de kocası olcak artık, o kendi k.çını toparlayamıyor evini nasıl toparlayacak? Sen onun ablasısın ayşe, artık onu hiç bırakma olur mu Ayşecim? Bak günün yok dersen bize az gel ama iğneye her hafta git olur mu Ayşecim? Merak etmeyin, ben bırakmam hiç iğne kızımı…

Time goes by….

Kocacım, ben dayanamıyorum artık bekle bekle geç kaldım zaten, sen bekler misin evde ayşeyi, bak benim çıkmam lazım.. iyi bari bekleriz ayşe hanfendiyi.

Alooov, kocacım? ayşe ? gelmedi iğne, ben de bekledim ama çıkmam gerekiyordu. Artık gelirse de geri döner, bu saatten sonra da başkasına gidemez (optimist kocam benim)

Aloov ayşe abla? Efendim iğne, e neden gelmedin sen bugün? Unuttum ben sana gelceğimi iğne, o yüzden bilmemne hanıma gittim ben… ama ayşe abla nasıl unutulur ya? Sen her hafta bana geliyorsun, başkasına söz verdiysen bana haber versen ne olurdu? Unuttum diyom işte sana. Haftaya gelirim… (çaat telefon sesi- ayşe karısı kapatmıştır telefonu T.İ.nin yüzüne)

Koca: o vileda ne elinde? Yerleri silicem, b.k götürüyo evi, rica etsem ütü masasını da getirir misin salona? Napacan? Senin gömlekler bana kaldı.. Allahım allahım, bu saatte bana bunu mu layık gördün? Canım elleme, ayşe haftaya yapar, nayır kocaaa, bence o artık hiç gelmeyecek (iğne elinde vodkalı karışık meyve kokteyliyle camdan sitenin ebleh bekçi iti rintintinin çimlerde salakça zıplamasına bakar. Gözleri uzaklara dalar, kocasına “O” artık hiç gelmeyecek der.


1 hafta olmuş, iğnenin kolundaki ütü yanıkları iyileşmeye başlamıştır, fücudunda temizlik yaparken çevresine ve kendine verdiği zararlar ona morluk ve yara-bere olarak dönmüş, iğne dört gözle ayşenin o sabah gelmesini beklemektedir. Ve ayşe yine gelmez. Akşam olur, iğne ayşenin evini arar. Kocası çıkar ayşenin telefona. Aloo, ayşe ablayı alabilir miyim? Bi saniye, ayşeeee? İğne o kadar kızgındır ki ayşeye kulağını telefona dikmiş, ayak seslerini bile duymaya çalışmaktadır.


T.İ’nin beyninde sahne birden yavaşlar. Ayşe holün köşesini manken adımlarla dönmektedir. Fonda kill bill Vol.1’deki Uma ablamla O-Ren Ishii’nin düello sahnesinin müziği çalar- hani karlar üstünde. O-Ren Ishii yani Ayşe, holde yürürken, Uma- yani – Bride- yani ben; elimde hattori hanzo kılıcıyla telefonun diğer hattında bekliyorum "O- Ren"i. Ayak sesleri yaklaşır yaklaşır, bir elin telefonu kaldırıp telefonu aldığını hisseder ve birden çatannnk diye bir ses duyulur. O –Ren or.su telefonu Bride’in yüzüne bir şey demeden kapatmıştır. The bride kılıcını kuşanmış telefonun öbür ucunda salak gibi beklemektedir oysa...
VOL 2.yi bekleyin anacım.


Tarantino İğne

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Msn Sohbetleri (yastık sohbetleri anlamında)

Ve Ord. İletişim Prof.’u T.İ’den (bendeniz) “İkili İlişkilerden Üçlü İlişkilere Geçenlere Dair Post-Modern (her ne demekse) İnciler”
(Model: Suskunluk Sarmalı Senfonisi)

Dialog:
Toplu İğne (kısaca T.İ denecek)
SLX sahsiyetli insan (kafaca özürlü olduğundan dolayı kısaca "Ö" denecek)
Yazar şahsiyetin önemli notu: Sonuna kadar sıkılmadan bu diyalogu okuyun. fikirleriniz benim için değerlidir. boşuna bu yazışmayı buraya koymadık herhalde! Sonuna kadar okuyun ve fikirlerinizi paylaşın. Burda çok önemli bir toplumsal yaraya (!) parmak basmış bulunmaktayız çünkü. Haydee okuyun

Ö: tembel teneke
T.İ: ne be?senden geç çıkıyom ben özürlü. geç gelmek de hakkım
Ö:hadi leyn, müdür bozuntusu, sen ne biçim örneksin
T.İ: yeğenini öp benim için
Ö: öperim teyzesi
T.İ:nedir plan? hanımefendinin tohum günü için
Ö: pasta kesilecek, şak şak yapılacak, ne anlar o plandan tarzı yani
T.İ:1 yaş-zaman ne hızlı yahu, abisine de kesin bari 1 pasta, ben acıyom çok ona
Ö: o anca gidip nereyi inceleyim derdinde, abinin mezuniyeti var perşembe akşamı
T.İ: yanlız senin planların bozulcak şimdi
Ö: planım mı var
T.İ:sen, biriyle çıkmaya başlayan en yakın kız arkadaşına her akşam yatır gibi takıldığın için, 2 gece görüşemeyicen şimdi onlarla vah vaaahhh
Ö: hehehe hafta içi görüşmüyom ben onlarla akıllım ama bilemedin yarın gece kız arkadaşıma davetliyim
T.İ: aha bak işte! yatırsın yatııırrr
Ö: iide annesi davet etti, çünkü kız arkadaşım x haftasonları bende kalıyo sevgilisiyle… anneside, ayıp kızım, her haftasonu Ö’de kalınır mı diyip duruyo
T.İ: o da 1 nevi yatır zaten
Ö: ortamı yumuşatmaya çağrıldım, valla bundan sonra nereye giderlerse gitsinler, ha ben burdayımdır gelip kalsınlar, ama onlar kalacak diye de planlarımı değiştiremem
T.İ: onlar zaten sana güvenmesinler zaten
Ö: güvenmesinler, bugüne kadar onları düşündümde ne oldu, onlar yine kendilerini düşündüler, zaten ben akıllanmıcam hiç, senin o salak 1 arkadaşın var ya işte o, o konuda haklı
T.İ: haklısın ama gene bak acaip verici oldun görüyon deilmi
Ö: ya bunu farkında olmadan yapıyorum ve farkedincede çok üzülüyorum
T.İ: ya aslında bu bilinçaltında bir al gülüm ver gülüm olayı. aslında sen memnunsun
Ö: değilim
T.İ: onlar da memnun
Ö: valla değilim
T.İ:başlarda memnunsun, sonra farketmeye başlıyorsun
Ö: ben onların yanında ne arıyorum oldum son zamanlarda
T.İ:evet işte son zamanlarda
Ö: haa onlar bana muhtaçsa onlar benim yanımda olsun
T.İ: başlarda sen de onları onlar da seni 1 şekilde kullanıyorsun aslında. kötü anlamda demiyorum bunu ama… bilinçaltında her 2 taraf karşılıklı olarak birbirinden fayda sağlar. bu iletişimin tanımı zaten. fayda kötü 1 manada deil ve iletişim 2 yönlü karşılıklı 1 süreç. sizin bu süreç 3 yöne çıkıyor
T.İ: doğaldır ki sağlanan faydaların rotası değişmeye başlıyor 4 yöne çıksa bu iletişim. oh ne ala tekrar karşılıklı fayda esasına dayanacak
3 kişilik olay 2 kişinin birbirine faydası ve diğerinin de fayda sağlayabilmek için verici olma özelliğini artırmaya başlaması haline dönüşüyor
T.İ: sonuç: 3. kişi iletişim rotasından kopmamak için vericiliği artırır, kendini yorar ve farkına varır. 1. ve 2.nin olacağı bir başka iletişim boyutuna ya geçecektir ya da okeye 4.bulacaktır ki eski rotaya karşılıklı olarak devam edilsin
T.İ: bu 4. dediğim olay illa ki 1 erkek değil yalnız. 1. ve 2. de illa kadın-erkek olmak zorunda değil. çoğul ilişkilerde eğer tekil sayıysa bir; o kişii her zaman dışarı itilir. bu istemdışı yapılan 1 bilinçaltı eylemidir
T.İ: tekil kişi de itilmemek için (çünkü o da 1 fayda sağlıyordur bu ilişkiden), başlar istihab haddini zorlamaya ve sonra o bağ kırılmaya başlar
T.İ: bağ kırıldıkça kişi kırılmaya, kendini yanlız ve acaip verici hissetmeye başlar
T.İ: suskunluk sarmalı aşaması denir buna ve kapanır

Ö: bunu bloguna yazsana , müthişti
T.İ:ya
Ö: peki 3. tekil kişi kendini bu hissiyattan nasıl kurtarır
T.İ:aslında basit, canlı doğasının temelinde iletişim var
Ö: açalım ltfn
T.İ:3. kişi öncelikle bu sarmalın içinden kurtulmayı hedefleyecek
burdaki ilk sarmal 3lü iletişimi sürdürme çabaları kendisini tam olarak çekeceği / kapatacağı 1 yöntemden bahsetmiyorum iletişim aslında 1 doğru çizgi düşün onun tam ortası
T.İ: onun eksi tarafı suskunluk tarafı, artı tarafı da grift taraf, o yüzden iletişimi elinde bulunduran bireyler için o doğruyu doğru kullanmak gerekir
Ö: yani 3. tekil kişi bu ortada durma olayını iyi dengelemeli
T.İ:evet 3. olan sensin çünkü, diğerlerinden farklısın, onların iletişimini 1 bağ olarak düşün, onların olayı basit. 1 bağ ikisi arasında var, gidip geliyor
T.İ:senin bağın ise 2 tane, bir ona bir diğerine, yani senin işin daha zor ve – ve çişim geldi- break
Ö: peki 3. tekil kişiye önerin ne? ben kafama örnekleme yapılmadan bişe sokamam
T.İ:okeye 4.bul diyom ya sana! bu erkek olmak zorunda değil
Ö: tabi iğneee. 4. olmak isteyen insanlarda kuyruktaydı
T.İ: 3lü iletişim kurmaya kalkarsan ki hele hele bu diğer 2si sevgiliyse sen her zaman kendini 3. tekil şahıs olarak hissedersin. bundan onların suçu da yok aslında. bu olay insanın doğasında var.
bilinçaltından özen ve önem sırasına göre insanlar iletişim değerlerini belirlerler. sen eskiden en samimi kız arkadaşınla aynı değerdeyken… kız arkadaşının 1 sevgilisi olmasıyla iletişim değeri seni katlıyo yani
T.İ: o yüzden bazen sen; benim ne işim var onların yanında derken
bazen onlar ya da onlardan biri de bu kızın yanımızda sürekli ne işi var diyebilir. bunu çözebilmenin en basit yolu senin iletişim değerini onların üzerinden alan 1. 4cü üzerine yoğunlaştırman
T.İ: cumt. gününü örnek al. alışveriş merkezinde yanında onlar olmadan, kocakarılar gibi söylene söylene benle takılman bile, buna 1 örnek! bu karşı tarafa şu mesajı da veriyor aslında: siz benim tek iletişim kurduğum ögeler değilsiniz. bunu dank diye söylemene gerek yok tabi, bu tür davranış özellikleri göstererek; diğerlerine aslında sen 1 mesaj veriyorsun, geliştirdiğin bu yeni davranışla,

T.İ: kör gözüne sokar gibi örnek vermemi istiyorsan: akşam bir yere mi davet ettiler? gitmemek olmaz. git ama al yanına birini ve o gece onların yanında ama onlardan ayrı ol. sinema mı? sana gitme demiyorum, git ama okeye 4. bul da git. onların o kişiyi 4.yü tanımalarına gerek yok. senin tanıman ve rahat etmen önemli burda
T.İ:diğer ikisi zaten birbirine yeter ama sen burda bencil olup kendi istediğini getireceksin ki iletişim kurabilesin. sinemaya gittin, eğlen diğeriyle…
T.İ:yani aslında tekrar teoriye geçersek: kendi iletişim çevreni yaratmak , var olan 1 iletişim çevresini kullanmaktan daha kolaydır
varolana adapte olmak uyum sağlama kabul görme kabulllenme süreci daha zordur
Ö: sanırım ben bunu farkında olmadan yapmaya başladım. cuma akşamı film izlicektik b’yi de çağırdım ve onlara sölemedim
T.İ: kendii çevreni oluşturmaya çalışırken kendini de değiştirdiğini göreceksin zaten
Ö: b ile bana geldiklerinde evde karşılaştılar
T.İ: bak çok güzel yapmışsın, bravo
"Ö: ama bunu bilinçli yapmadım yani senin dediğini
T.İ:senin evinde mi kaldılar gene
Ö: aynen öle
T.İ: şu anda yaptığın en büyük vericilikten birinin evini onları memnun etmek için kullanmış olduğun. doğru mudur
Ö: böle başlamadı, ama olay buna döndü
T.İ:evet ama özürlü; sorun sende, onlar klasik kullanıcı profilini tanımlatıyorlar bana, tipikler; sen de tipik verici. o yüzden teşhis çok kolay, tedavisi de kolay! tedavi yöntemi Özürlüseptin 100mglik sabah akşam
Ö: o ne be
T.İ: tedavisi sensin diyorum
Ö: Allahım, bana değiştiremeyeceğim şeyler için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve ikisi arasındaki farkı anlamam için akıl ver
T.İ: ee bu lafa bu yakışır
Ö: beyaz gelincik süpermiş akşam ha, kuzen baştan sona anlatıyo
T.İ:ben seyrettim, ama hep mutlu sone gelip bırakıyorlar, ben de ona gıcık oluyorum, dizide yıllardır sürekli aynı-hep sorun hep sorun gerildik. bari işin güzelliğini uzatsalar da azcık mutlu şeyler seyretsek
Ö: ya harbi kıl karısın,
T.İ: hadi naşş

Pazartesi, Haziran 11, 2007

Gayriye’nin akibeti…ve çekilen son resmi


Bir 15 gün bloguma giremedim, Çarşamba pazarına döndürmüşsünüz can’ım blogumu… Yahu ben asskerliğini mucbir sebepten çok istediği halde yapamayan kapı gibi özürlü raporu olan yiğidim aslanım ahmedim burağımdan bahsediyorum; birileri kalkmış bana gayriyeyi soruyor… Yani ne alaka? Ben gayriye hanımın basın sözcüsü müyüm?

Merak edenlere söyliyim; gayriye elimde. Filhakika yaşıyor, hem de maşallah sapasağlam. Yaptığım tüm tacizlere ve işkencelere rağmen ölmedi. Obur gibi de yiyor, rehine olarak aldım, ocağıma incir dikti… starbuckstan mochalı soğuk kahve ister, mc donaldstan bigmac ister, salçalı makarnaya burun kıvırır pesto soslu penne ister, bağlı elleri nasır tutmasın diye bodyshopun kenevirli bakım kremini ister, sıcakta kokmasın diye lady speed stick 24 ve lancome serinletici fücut spreyini ister, rujunu tazelememi ama tazelerken de juicy tube mercan renklisini kullanmamı ister de ister… Soğuk mocha yerine nescafenin 3ün 1ini aldım, içmem dedi, juicy tube yerine ketrin arley mi ney hani 3 yeteleye ruj var, aldım sürdüm, dudakları uçukladı, çenesini çekemedim, gittim juicy'sini buldum aldım...çok yakındır, üstüne para verip almak isteyene kaktırabilirim.
Aşağıda merak eden ve yorum bırakan bir sürü anonime duyurulur (nihat doğan kişisi de dahil)
O kadarrrr!

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

Kim demiş askerlik yan gelip yatma yeri değil diye? Yan gelip yatanlar taa yanıbaşımızda!!!!


İSTANBUL Milliyet
Erdoğan'ın oğlu kanser değil
Başbakan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'a 'askerliğe elverişsiz raporu' veren emekli Tuğamiral, Erdoğan'ın 'testis kanseri' olduğu iddialarını yalanladı...


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın "testis kanseri olduğu ve rapor alarak askere gitmediği" yönündeki iddialara, raporu veren Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nin eski baştabibi emekli Tuğamiral Arif Vehbi Alpman cevap verdi. Alpman, "Askerliğe elverişsizdir' raporu aldı, ama konulan teşhisin kanserle alakası yok" dedi.Aydınlık dergisindeki haberde Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nden "testis kanseri" teşhisiyle rapor aldığı ve askere gitmediği öne sürüldü. Erdoğan'ın belirtilen tarihlerde "Askerliğe elverişli değildir" kararı aldığını doğrulayan Alpman, "Ama söz konusu derginin yazdığı gibi o tanıyla değil. Tanının ne olduğunu etik davranmak adına, hasta haklarına gösterdiğim saygı gereği söyleyemem. Testis kanseri teşhisi ve yorumu yanlış. Böyle bir teşhis yok" diye konuştu.Erdoğan ile ilgili yapılan işlemlerde en ufak bir hata ve yanlışlık bulunmadığını anlatan Alpman, "Tüm değerlendirmeler bilimsel olarak titizlikle yapıldı. Verilen karar kesinlikle doğru ve yasaldır. Konulan teşhisin kanserle alakası yok. Tanı konusunda hiçbir şey söylemek durumunda değilim, raporun hangi branşta verildiği konusunda da bir şey söylemeyeceğim" dedi. İddianın nasıl ortaya çıktığı konusunda bir bilgisinin olmadığını anlatan Alpman, Erdoğan'ın raporunu yazan doktor arkadaşına da güveninin tam olduğunu ve tüm işlemlerin yasaların emrettiği şekilde yapıldığını kaydetti.
SÖZÜN ÖZÜ: ŞEHİT AİLELERİNE ASKERLİK YAN GELİP YATMA DİYEBİLMEK İÇİN, ALNI AÇIK GÖĞSÜ AK BİR ŞEKİLDE KENDİ EVLADINI DA ASKERE GÖNDERMEK GEREKMEZ MİYDİ? TANSU'NUN OĞLU İSTANBUL'DA ASKERLİK YAPTI DİYE FIRTINALAR KOPARMIŞTI.. HİÇ DEĞİLSE O YAPMIŞ YA, KEŞKE ORDUEVİNDE PİYANİST ŞANTÖR OLSAYDI AMA GENE DE ASSKERLİĞİNİ YAPSAYDI...
ŞİMDİ SÖYLEYİN BANA? ASIL KİM YAN GELİP YATAN?

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Bunu da Gördüm ya, artık ölsem de gam yemem. Tabi ben bunu yer miyim? YEMEEMMMM

Evet yemedim, içmedim attım protestomu. Bakın 3. Ulusal Kadın Barış Konferansına ülkemizi temsilen kim katılıyor? Gördüm şok oldum. Millet protestoya başlamış bana gelen elektronik postanın yalancısıyım. Tıkladım adresi, gördüm o çirkin kalpli ve çirkin yüzlü kadını. Dallas'ta yapılacak olan konferansa biz Türk kadınlarını temsil edecek olan bu pervasız kadını protesto etmek için buraya tıklayın ve protestonuzu lütfen girin.

Yahu ben hala anlayamıyorum, kockoca T.C.'de yok mu biz Türk kadınlarını temsil edecek olan başka bir kadın? Türkiye'de kalmadı da Amerikan vatandaşı olup da milletvekili olmaya çalışan o yüzsüz kadın mı kaldı bir tek?

Nerde bilimkadınları, nerde işkadınları, nerde kadın sanatçılar, nerde kadın gazeteciler, nerde önemli kadınlar, ha nerdeeesiniz nerdeeee?

Peki ben neler mi dedim? Aşağıda okursunuz. Peki anlarlar mı? O nu da hiç bilmiyorum, ben duyarlı bir vatandaş olarak görevimi yaptım, bir denizyıldızını da siz kavuşturuverin okyanusa.

Bakın bu da benim konferans düzenleyenlere gönderdiğim tepki yazım: Dileyenler copy paste yapıp bu metni kullanabilirler. Benden size süresiz telif izni.

"Merve Kavakci is far from representing Turkish women and she is not portraying the true picture of our country. You demonstrate her photograph in your web page written below "representing Turkey". Although she has not the citizen of my country and has been living in USA for long years, how could you invite her to represent Turkey in 3rd International Women's Peace Conference?

There are millions of women in Turkey have much more ability, knowledge and background than Ms. Merve Kabakci. Kindly please invite another Turkish woman who portrays the true picture of our country.

Yours sincerely"

Cuma, Mayıs 11, 2007

Zeytinyağlı sarmanın keman yayıma olan sulu etkisi

Başımı kaldırdım ofiste önüme dikilip bana bakan, annemlerin kapıcısıyla karşılaştım. Abla merhaba dedi bana utangaç ve gülen gözlerle, sıkıştırdı elime torbayı ve kaçar adımlarla uzaklaşmaya başladı.

Erdeeemm, dur bi dedim, telefondaki sese ben sizi birazdan arıycam şimdi kapatmam gerekiyor dedim. Erdem beni bekliyordu. Erdem sen benim ofisin yerini nerden biliyorsun, ben bir şey mi unuttum da annem bu paketi yolladı dedim.

Güldü erdem, valla bilmiyom anneniz göndertti bunu acilmiş dedi ve kaçarcasına uzaklaştı.

Açtım kağıt torbayı, içinden bir kapaklı kutuda zeytinyağlı yaprak sarması çıktı. Sabahtan konuşmuştuk annemle, ne yapıyorsun dediğimde yaprak sarıyorum, oo hem de fıstıklı, ay anne, ne de güzel yaparsın sen, üzüm de var mı demiştim. O sarmalar pişmiş, ılınmış, kutuya konmuş, kapıcı erdemle yollanmış. Akşam evinizde kocanla afiyetle yersiniz dedi. İçimdeki keman yayı gerildi gerildi ve tınnnn yaptı. O tınnn da gözümden yaşlar olarak akıverdi.

Canyoldaşım, sırdaşım, en iyi arkadaşım, biriciğim, canım cananım, güvendiğim dağlarım, kaybolmayan sakızım, çayımın şekeri, tahinimin pekmezi, çileğimin şantisi, bünyemin vitamini, ciğerimin köşesi; CANIM ANNEME…


Mesela 13 mayısta
Mesela senle elele kolkola
Hem anaya
Hem ataya saygıya
Mesela saat 10’da
Buluşalım kordonda?




Resim kaynak: sevgidenizi.com

Perşembe, Nisan 26, 2007

Çarşamba, Nisan 11, 2007

Bir of çeksem duyabilir misiniz yazımda, Dokunabilir misiniz ağrıyan başıma, bel ve ayaklarıma

Yahu o kadar yoğun bir döneme girdim ki anlatamam – velhasıl ben hep yoğundum – sanırım anam beni iş koşuşturması esnasında ayakta doğurmuş- ki o da öyleymiş zaten- bu bir kısır döngü olmalı- ben de olur da hamile insan olursam ve çalışmaya da devam edeceğimden dolayı koşturacağım için benim bebe de büyüyünce anasına çekecek. Kısır döngünün …

Dün durdum durdum ve bir günümün muhasebesini yaptım. İşte bu muhasebe kayıtlarından bazı dökümleri aşağıda bilginize sunuyorum, arz ederim, saygılarımı sunarım efen’im:

06.30- iğne bak bu saatin ikinci çalışı, kalk artık, geç kalıcaksın
06.45- iğne kızım çüşş yani akşam seyretmeyecektin arenayı. Şehrazat üstü arena olmuyor işte- kaaalllllkkkk
07.15- tanrım şu makyaj yapmaktan nefret ediyorum, sabahın kör vakti, ama nasıl çıkayım ölü surat gibi, korkar çocuklar valla- ayy bi de bunların akşam temizlemesi var kahretsin, hay 100 bin kunduzzz! Bu rimeli sürünce hemen de hapşırılmaz ki yahu! Bak gene gözaltlarım panda gibi simsiyah oldu; tüh allahım ya, sil baştan
07.20- bi daha sabah rimel sürenin ebesini … ama en başta kendisini…
07.30 – kahvaltı? Sağlıklı hem de? Hem de bu saatte? Canım istemiyoo, ama öğlene kadar da acıkırım. Neyse okulda yerim
08.15- sakın o yöne bakma- geliyor geliyor, geldi- hocam günaydın, günaydın, hocam bişey sorcam vize ilk çeptırdan mı başlıyor?; e haliyle, ilk vizeniz olcağına göre. Şey hocam peki en son nereye kadar sorumluyuz? , ebenin şeyine kadar- şey işte istisnasız her hafta sorduğun bu soruya, verdiğim aynı cevaba istinaden; en son anlattığım konuya kadar sorumluyuz, peki hocam derste görüşürüz
08.20- iğne, nerdesin, seni bekliyom, hadi yukarı çıkalım (bu şahıs ismi sinem olur; ki ona her eve lazım sinem derler; kırık mırık ama çok severim. Yürüyen dj de diğer adıdır; üniversitede çözemeyeceği olay, iş, vukuat, gönül işi, iş işi, deli işi yoktur) bekleee, şu kahvemi alayım, bekleeee)
08.25 – iğne sinirlenme, sinirlenme- o bunak çaycı lavuğu sana1 kere daha terslenirse al kahveyi at suratına-bu kadar basit- bak öğrencilerine ayıp olacak! Hem kahveler o kadar da sıcak değil, makine kahvesi nihayetinde. Fırlat gitsin adiye; çaycıysa çaycılığını bilsin; adam gibi işini yapsın- hay allam yaa, neyse aldım kahveyi, sineeem, tut asansörü-sinem hay eline s..yım senin, o kahve benim elime değil, çaycıya dökülecekti, elim yandı beeyaa
08.40 – guuud mornin çıldırın- hocam elinize ne oldu; lavuk bir abla var bu okulda hani sizin ödünüzün koptuğu- işte bana kızınca yaptığı şekil- si siz olun uzak durruuun- hocaaam bişey sorcam vize ilk çeptırdan mı başlıyor?, aha bak şu arkadaşınıza sabah söyledim, bilen bilmeyenlere anlatsın- yetti yahu kaç haftadır aynı soru. Biraz daha yaratıcı olun yahu-
11.30 – ok çildrın, si yu nekst vik, ay hop yu vont ask eni sutupit kuesçıns riletıd dı midtörm egzem- hocaaam, şey tiiçır; eehh şeyyy, vat ar yu ask mi şeyyyy in kuiz- ne kuizi yahu? Kızım haftaya vize var ya- ne kuizi? Ay hocam İngilizce sorunca şaşırdım- vize nerden başlıyor, yani nereden başlayalım? Sen yavrum Osmanlı yükselme devrinden başla çalışmaya- bak aynı soruyu sorması muhtemel arkadaşın da yaklaşmakta yanımıza ona da söyle; pasarofça anlaşmasını soracam o da onu çalışsın.- haydeeee
12.00 – sinemmm, karnım acıktı-canım burnumda- ofisten aramışlar-müşteriye teklif vermem lazım- beter ol- sen bırak müşteriyi de ben temmuzda tatile gidicem- erken rezervasyon kampanyası başlamış- eeee? – esi var mı? Sen turizmci de değimlisin? Nereye göndercen beni? Cehenneme sinemmm, hem de dibinde kampanya var, erken rezerve ediyorun dibini, sana % 80 indirim yapıyoruz- öffff iğne, aman tamam sen bana ne istediğini söyle ben yardımcı olcam sana. (şimdi sinemin isteklerine bakın pliiz): şey 5 yıldızlı kesin olmalı, her şey dahil olsun, kalabalık olmasın, içki vs ler de dahil olsun, ama öyle sosyetikler, ünlüler, basın falan olmasın, ama sakin bir yer olsun vee çok ucuz olsun-tarih belli değil ama, 100e bölünsün… sinem hayder yaylası???- hayır ya aslında emin değilim, Alanya, side, Antalya, kemer,belek,bodrum sen her yere bak işte. !!!!!!!!!!!!!&%??!!/)%+++&^^’/(((((&&%%%!!!!
12.30- guut aftınuun çıldırın burayı geçiyorum çünkü aynı olaylar akşam 15.30 a kadar devam eder.
16.00- offff allam dünya varmış. Lülü lü lüü lüüüü- aloooğ? Buyurun evet ben iğne. Geliyorum ofise birazdan, bekleyebilir misiniz beni? Geliyorum,
16.10 – lü lü lüü lüüüü- alooğ? Ne haber anne? Yok araba kullanıyorum, çıktım okuldan şimdi ofise geçiyorum, kiim? Haa selam söyle ayşe teyzeye- de anne ayşe teyze kim? Haaa, o mu? E napiyim ayşe teyzenin kızının istanbulda aldığı evden bana ne anne ya? Anne araba kullanıyorum polis var baaayyy
16.10 – iğne hanım selam bugün hiltonda toplantınız vardı gül hanım soruyor gelmeyecek misiniz diye? Hhhiiiihhh- ah çok patron ben unuttum gerçekten-bakın bunu yarın yapsak?
16.15 – lü lü lülüü lüüü.. aloğğ? iğne, unutmadan ne dicem, bak otel çok ucuz olsun tamam mı? 5 yıldız ve 4 gün kalcaz yakın olsun- urla benim ev? Hayııır iğne, ben yakın olsun istiyorum da ofise gidince ona göre bak- yarın da okulal gelirken katalog getirrr- tamam sinem- hadi naşşş
16.30 – lüü lüüü lüüüü. Alloooo- babacım sağol sen? Baba araba kullanıyorum, hayır baba halamın ayağının şişliğinden haberim yoktu, benim adıma da geçmiş olsun de lütfen. Hayır baba şuan gelemem, ofise dönüyorum, baba mümkün değil, halama nasıl geleyim? Ben i ara giderim ona- tamammm akşam uğrıycam tamam seni de alır eve geçeriz- hadi naşş- şey pardon bay dicektim, şaşırdım birden
16.35 – lü lül lüüüü- iğne, efendim patron? geliyorsun di mi? Nerdesin? Arabada. Park yeri olarak kırgizistanda buldum yer de… ancak yürüyerek geliyorum. Ne akşam toplantı mı var? Kaçta nerde? Ama ben halamı hani babam? Yok yok saçmalıyorum ben, ok ayarlarım, prezentasyon mu hazırlayayım? Kaçta hazırolsun? 17.00 de mi? Yok mümkün değil, e daha ofise bile girmedim. Tamam 19.00 da biter sanırım . ok
17.00 – iğne hanım buyurun, bu ne? Sizi arayanların listesi, bunlar teklif bekliyormuş,bunlar da yarın gelcekmiş, sonra vıdı da vıdı da vıdı…
17.05- dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi) – iğneeee, aslıııııı, ne oldu, yorgunummmm, kocan geldi mi, yoooo daha değil; geç kaldın bugün; biliyorum aslıcım ya okuldan geç çıkıyom ya bugün dersim uzun geç bitiyo, bi sürü iş var yahu, sen napıyon?, aman ne olsun, sen şu gripinin mp3ünü bana yollasana. Eee yollamıştım ya, yok bi daha yolla, hotmaile bu sefer
17.10 – lü lü lüü lüüüüüü- canım? ; nerdesin sen? Unuttun sen kocanı, hayatım valla unutmadım yoğunum, ne yaptın bugün? Bugün???? Ee şey, hödö hödö hödö, yaa işte şimdi de akşam 19.00 a kadar sunu hazırlamam gerekiyor akşam toplantı varmış. Oohhh gezmek var yani akşam!; !!!!&&%%%!!(())%%&&^^. Yau ne gezmesi hayatım, ayaklarım ağrıyo çok, canım burnumda. Ee çalışma sen de, madalya mı takıyorlar?*
17.30 - dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi) kızım iğne- ben deden.. aa dede sen ? msn?? Evet kurdular bana- şimdi sana ne sorucam kızım, bak anneannen de yanımda selam söylüyor, sen de ona söyle dede. Aaa bu selam diyince çıkan sevimli şey ne güzel, ben nerden bulurum onu? Hasbinallah; bak dede sen şimdi onun üstüne git sağ tıkla ekleyi tıkla, sende de olsun. Hııı?? Nasıl yani? Dede işte şöyle şöyle şöyle yapacaksın) olmuyor kızım bi daha gönder, dur göndereyim. Oldu mu? Olmuyor iğnecim. Dede olur bak sen mavs ile tıkla. Sağ tık yap. Hııııı? Dede ben sie gelince öğretirim tamam mı? Ee şey kızım bana müzeyyen senarın mp3ünü bulsana, şarkı dinliycem. Dur bakiyim dede. E nerden buluyorsun onları sen? İnternetten dede. E bana da öğret. Dede ben çok yoğunum şu an..
18.00 - dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi) kısss? Aa gayriyecim ne haber?
18.00 - dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi) iğneee, napıyon? Hah 1 sen eksiktin, yoğunum btirmem gereken bir sunu var. Hadi bye—yaa dur bi Dakka sizin şu erken rezervasyon kampanyası varmış- bana nereleri önerirsin- ya şimdi bu saatte mi? Yarın baksak?ya da kızlara yönlendireyim seni, onlar baksınlar sana
18.05- iğne ne durumda sunu? E yapıyorum patron, bitmek üzere, yetişir di mi tabi canım yetişir
18.05 – iğnneeee, söyle aslıcım,
18.05 - dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi)- efendim dedecim? Nasıl yeni logomu beğendin mi? Hö? Aaa evet süper dedecim, sendeki resim de çok güzelmiş göndersene bana, dedecim şuan çok yoğunum yarın göndersem…
Ayyy kitlendi bilgisayarım kahretsiiiin
18.30 – zıııır, zıııır, alooo, evet benim, evet mail atacaktım diy mi size. Evet şimdi talep mailini atıyorum size.
18.31 - dırı dırı dırı dırı (msn titreşmesi)- iğne, yes aslıcım buyur, gripini yolladın mı? Eveeettt, iyi ben çıkıyom da evden bakarım, hadi sana da naşşşş
18.35 – kııızzz (msn), he gayriyecim, ne dicem al şu adrese bi bak- bakıyorum- ıyyykkk bu ne yahu? Yaaaa, gördün mü? ha ahaa haaaaa ay çok komik, alem deli yahu
18.45- iğne sunu hazır mı? Ya bilgisayarım kitlendi, tekrar başlattım, devam ediyorum halen- şey bu arada benim çorabım kaçtı gelirken, markete bi gidip geleyim akşam rezil olucam – e sunu? Hay ben sununun ağzına s….m. tamam sakin ol, git bi hava al sen marketten
19.00 – iğneee, kızım sen beni almıycak mıydın halandan? Aa baba ben unuttum yahu seni, benim topantım var ben gelemiyorum, kızım ayıp ama halan yemek hazırlamıştı hasta ayağıyla- ama baba baba ben amaaaa??!!!&&%%%())===++??))&%%+^’!!!
19.30 – evet bitti sunu özür geç kaldım biraz ama taksiye binip geliyorum hemen oraya.
22.00 – lü lül lüüü llüüüü- kızım nerdesin? Dışarıda toplantı bitti yemek var- 23. gibi gelirim herhalde- ay tamam anne-
22.10 – sen daha gelmedin mi? Ay kocacım yok yemek yiyoruz şimdi, birazdan çıkıcam
23.00 – selaaam, ben geldim, bi duşa gireyim yatıcam hemen. Ay kızım hemen de yatıyorsun iki çift laf edemedik senle, otur bak bugün ayşe teyzenler geldi ya kızlarını anlatayım sana. Bak halanı da aramamışsın ayıp oldu- bu saatten sonra aranır mı? (aman allahım benim yarında geçen hafta yaptığım sınav kağıtlarını okumam gerekiyordu- hiiiih ben onları unuttun)
01.30 – kızım yatmıyor musun sen? Yok anne, daha bitiremedim, sabah 08.30da okulda olmam gerek. Çocuklara söz verdim yarın okuycam notlarınızı dedim. Çalış kızım çalış, madalya takacaklar sanki sana!

Cuma, Mart 30, 2007

ismininin i hali

Benim blog kankalarımın en hamilesi, dünya şekerim gristalimle dün olası muhtemel isim çalışması yaptık. Ayyy şiştim şiştim. Ne zor işmiş o bebeğe isim seçmek. Deli işi. Kriterler Kopenhag kriterlerinden daha zor.

Bikere lastikli türkçemiz sebebiyle; ilerde –kibarcası afacanlar-realitede hırtlar tarafından lastikle çekilemeyecek bir isim olmalı. Derin ismini dedim mesela. Ha ha bakın burası çok komik, kristalim dedi ki yok olmaz, büyüyünce ergenler kızıma “ne kadar derin ? ya da haydi derine dalalım” diye konuşurlar dedi. E haklı tabi. Dingillik diz boyu bizde.

Sonra, en yakın eş dost-akraba-arkadaşın bulup da beğendiği isme atlanmamalı; 3.dünya savaşı çıkması muhtemel; sonra ömür boyu diğer aile senin çocuğa bakıp” hhıııh, senin ismini annenler bizden gördüler, yaaaa, görkemcim bak bu diğer görkem var ya, işte onun anneleri senin adını kopya çektiler, ööggk kaka bu görkemler, pis bunlar, konuşmayalım biz onlarla, zaten benim salon takımının da aynısının krem rengini almıştı bunun anası, kıskanç kadın, yürü görkemcim evimize gidelim. Bakın şimdiden söylüyorum, ikinci çocuğumuzun ismini şimdiden bulduk ve notere tastik ettirdik, haberiniz olsun, bu sefer araklayamacaksınız… nihaahaaahoooo- yaşasın kötülük…telifini aldııkkk- nihaahaaaaa

Ya da bir başka vukuat ihtimali daha var bence. O da kızımız büyürse olabilecek olan bir vukuat! Fidan hanım, boyunuz 1,55 ve tastamına 140 kilosunuz . Bir doktor olarak obez olduğunuzu söylemekten esef duyuyorum fil-hakika ki buradaki fil öneki sizinle alakalı değil fidan hanım, yanlış anlamayın ama Fidan hanımcım, siz bir obezsiniz ve isminizle tam bir tezatsınız. Ya da “Damlacım lütfen çekilir misin, kapıdan geçemiyorum, damlacım, sel gibi oldun yayıldın, kapladın her yeri” şeklinde. Veya ismi yiğit konmuştur ama büyüyünce hayatta görebileceğiniz en tırsak yaratık olmuştur. Askerlikten ömür boyu kaçar falan, kolunu masaya vursa ağlar, hastalık hastası bir tip olur.

Sonra bazı isimler de milli görüşünüze göre özdeşleşir. Diyelim ki illa ki sümeyye koyacaksınız. Ya da büşra, yok yok ya da kübra. Olmaaaaaz, aslaaaa. Peki neden? İşte, o isim şeyin ismi; hangi isim, işte canım şu sümeyye olan. Şeyin kızı değil mi o? Yok hayatta olmaz, Iıııh olmaaazzz- ata koyucam ben; e ama kız olacak seninki. Sana ne yahu; chpliyim ben; olmadı deniz koyarım; hem yuniseks. Eh sen bilin.

Bazen de en moda isimler seçilir. O yıl doğan çocukların % 99’unun aynı isim olması müstakbel anne ve babanın umurunda bile değildir. Sırf bu yüzden Ebru, Özlem, Burcu, Hakan, Serkan, Murat, Gökhan, Mert, Yiğit; Cenk gibi isimlere sahip olan kişiler hangi yıl doğduklarını yüzünüze söylemeseler dahi, hangi yıl doğduklarına her tür kalıp basılır. Misal bu son 2 yılda da bir duru, ada, su isimleri konulur oldu. Böyle şapır şapır sabunlu, sulu sulu isimler. Ondan bir 4 yıl öncesine gidelim (filaşbek piliz).. talya, kayra, ilayda, aleyna, alara, lara, melissa (sanki Meksikalı popstarlar haspalar. Meksikada da thalia vardı meşhur-hani şu a mor la mexicanayı söyleyen rosalindada oynayan o güzel ficutlu kıskanılıp dövülesi kadın-nerden geldim buraya ben gene?). Neyse, oğlanlarda da ata, ataberk, ege.. hadi bi de gidin bakiyim 10 sene öncesine, muratcan, alican, berkecan, oğulcan… eeee sonuç?

Benim en kıl olduğum isim türevleri içinde bir de iki veya üç alakasız ismi sırf her iki taraf da kıçını yırtmasın diye konulan ve olan zavallı çocuğa olan ikircikli hatta üçürcüklü (!!! ben uydurdum) isimler vardır. Egemen Emre Gökhan mesela. Soyadı da yıkılmazoğlu olsun diyelim. İsmi peki emre mi Gökhan mı Egemen mi? Oysa ki anası da dahil herkes; kendisi bile emre demektedir ona. E peki gökhanı, egemeni neden koydunuz bu çocuğa? Siz hiçbir okul defterinin kıç kadar etiketine bu kadar uzun ismi sığdırmayı denediniz mi hayatınızda? Ya da bu çocuk büyüyünce kredi kartı, nüfus cüzdanı, ehliyet, vize, pasaport, uçak biletine bu ismini nasıl sığdıracak? Bizde nüfus müdürlüğü ebru ismini bile doğru dürüst ismi yazamazken 3 isim ve 1 soyadını nasıl doğru yazacak?

Bir başka inat olayı da ailelerindeki ölmüş bir büyüğün isminin zavallı bebeğe yakıştırılmasıdır ki; ııh ııııh şap sürsen nafile. YAKIŞMAAAZZZ. Düşünsenize yeni doğmuş daha pembe pembe süt kokuyor. “Ay ne tatlı, şuna bak, daha el kadar sabi, kaç aylık?, 40 günü yeni doldu teyzesi, ismi ne peki?, Abuzer; hıı hııı çok şekerrr, puaaaaaahhhhh; hayırdır neden Abuzer? Dedesi miydi? Yok dedesi çok istedi, onun da babasının ismiymiş. Aaa ne kadar enteresannn, sizin isim ne peki? Cansu..memnun oldum cansu hanım, umarım minik Abuzer sizi büyüyünce affeder ve huzurevine yollamaz...

Pazartesi, Mart 19, 2007

Matruşka Yarışmalar

Ben bu tanımlamayı uygun gördüm (yersen!)

Şimdi sağım solum sobe, saklanmayan jüri – pardon ebe şeklinde giden yeni bir polemik girdabına sürüklenen can’ım medyamız; yine bir kısır döngü içine giriverdi.

Bu zavallı beynim daha ilk biri bizi gözetliyor’un melih’ini hazmedememişken ipin ucu kaçtığı için iyice sinirden zıp zıp zıplarken, bir de yeni bir oluşumla nasıl baş edebilecek?

Kim hangi yarışmanın şeysiydi, sonra ordan hangi yarışmanın yarışmacılığına düştü, hangi yarışmanın yarışmacısı hangi yeni yarışmaya jüri üyeliğine terfi etti, terfi ederken diğer yarışmacıların derin gazabına uğradı mı? Kaç para şeyettirdi (götürdü), kim kıçını salladı puanını dinlerken, yoksa kıçını sallayan mıydı buzda klibini çeken? E peki kafasına boynuz takıp buzda düşmece potborisi yapan aslında gerçek hayatında mı boynuzu yemişti? Buzlar kraliçesi şimdi karga sesli ünlüler yarışmasında sunucu mu? İstakozun ülke ekonomimize olan olumlu etkileri nereye gitti peki? Hani buzda kayan tombul bir profesyonel patenci vardı, buza halktan biri gibi çıkıp herkesi şok ve de mest etmişti? Hani o adam nerde? Bi de tütü giyip “manda balesi” oyununu buzda yapıp karizmayı el üstünde tutmuştu?

Şeyimsilerden biri de bet sesiyle dün şarkı söylüyordu yeni başlayan yüzbirinci yarışmada. Peki o şeyimsi modacı değil miydi? Yok yok iflas ettirmişti tişörtçü tükkanını. E ablasına kıyafet dikiyordu hani? (Dikmesini bilmez yavrum gülüm Katinammm, getir dikeyiiiimmm, getir dikeyim). Off alam iyice karıştı benim kafam. Şimdi bu japone isimli olcay-to denen adam önce buz ulemasıydı şimdi de şarkı uleması mu oldu? Başka jüri mi kalmadı – Son yılların ülkemize kazandırdığı bir başka uyuz şeyimsi sıfatına nazır armağan jüri insanı; jürilikten sıkıldı mı? Yoksa sitend ap mı yapıyor? E hani jüricilikteydi gözü? (eşin ne iş yapar evladım? Kendisi jüri teyzecim. Yıllardır jüricilik yapıyor)

E bu kadın dansözdü, sonra benimle şeyeder misin yarışmasında jüriydi (hem de hocam) diyodu herkes ona. (Asena hocama teşekkür ediyorum, bacağımı ahanda şöyle kaldırıp ensemden geçirmeyi öğretti bana). E şimdi bu bacı niye ağlıyo buz kenarında titreyen penguen gibi? Anaaa, yanındaki herifi de sünnet ettircekmiş eğer semese atar da beni birinci yaparsa büyük türk halkı. Eee bobby de boş durmuyor bakın oldu mu şimdi? (Zeynomla beni seçerseniz ben hadım olurum zaten ben şeyimsiyim, zeynomun kocası test etti onayladı- kestiriveririm valla, zeynomdan mı kıymetli?)

Allahü teala’nın takdiriyle fevkaladenin fevkinde bir böğüre sahip olan “demon-ia” (diva denmez ki ona) ablan kurban olsun saltolarıyla Konya ovası böğrüne vura vura yakışıklı yarışmacıyı süzdü. Süzüm süzüm süzüldü. Aaaa meğerse asıl sevgilisi o değilmiş, bir başka yarışmadaki eğitmenlerdenmiş. E peki şu her eve lazım che guavera ablamız, dizideki oğluyla beraber değil miydi? Bebesi şimdi bir başka yarışmada böğürürkene jüri üyeleri yardımcı olsun diye sunuculuğunu yaptığı diğer yarışmada onlara selam edip gözlerinden öpüyor.

Rusya’da satılan matruşka bebeklerine benzedi ülkemizdeki beyinsizleştiren yarışmalar. Bebeğin kapağını açtıkça içinden ayrı bir bebek çıkar misali, her yarışma başka bir yarışma doğuruyor. Sonra bu matruşkalar yarışma oluşturmakla da kalmıyor, bir bakıyorsun insancıkları da oluşturuyor! Bir kere, önce jüri üyeliği denen bir güruh oluştu. Sonra yarışmacılar var. Onlar da ayrı bir güruh oluşturdu derken, şimdi de bir üçüncü grup oluştu ki akıllara ziyan! Onlar da hocalar grubu. Hocam aşağı, hocam yukarı! Ulan bu kadar mı kolay hoca olmak? Asena hocam, Burcu hocam, Hilal hocam. Ya hilal cebeci denen ses-siz kadına öğrencisi olan dingilimsi adam “hilal hocam” diyor!

Babalık yarışmasında sıfır puan alarak üst üste sınıfta kaldığından dolayı ömür boyu babalıktan atılmış Küçük Emrah da jüri üyesi. Yarışmacılara derin hayat tecrübesi ile insanlığı öğretiyor! Yaaa, bunu da duymuş muydunuz? (ben ajdarı da istiyorum bana ne, bana ne; o da jüri olsun, ne eksiği var garibim?)

Neyse, devamını getiremiyorum, elim yoruldu, varsa içini dökmek isteyen ya da benim eksik kaldığım yer; dökün siz de.

Cuma, Mart 09, 2007

Haykırsam duyar mısınız?

Yazmamak için kendini zor tutuyordum, derinde bir yerlerden sonsuzluk ve ölüm arasında gidip gelmeler yaşıyordum son 2 haftadır. Geçen cuma kayınpederimi kaybettim, gencecikti, daha yaşayacak önünde upuzun bir ömür vardı. Bugün de yani tam bir hafta sonra sevgili kuzenimi kaybettim. Uçup gidiverdi o da, sonsuzluğun onu beklediği yere. O daha da gençti. 2 çocuğu vardı henüz babalarına en muhtaç oldukları bir dönemdi. Kimin acısına yanayım, şaşırdım, eşimin acısına, babamın acısına, halamın acısına ve kendi acıma.
Pöfff, daha fazla gelmiyor içimden yazmak.
Lütfen bari sizler kendinize iyi bakın olur mu? Bi de sizlerin acısıyla kararmayayım. Hayat o kadar kısa ve sürpriz ki! Hem de kocaman bir sürpriz. Lütfen ama lütfen, dikkat edin kendinize.
sevgiler

Perşembe, Mart 01, 2007

Bana canım demeee

Yer: İzmir'de herhangi bir mağaza

“canım ne bakmıştın?”
“………..”
“bunlar yeni sezon canım, yeni geldi”
“….! Peki teşekkürler”
“yine bekleriz canım”
------------------------------------
Yer: Yine İzmir'de herhangi bir mağaza (girmemle çıkmam bir oluyor)

“hoş geldin canııım, nasıl yardımcı olabilirim”
“…. Hoşçakalın size iyi ünler!”
-------------------------------------
Yer: Yine benzeri bir mağazada yine izmirde ve yine bir başka şapşal tezgahtarla diyaloğum:

“bu penyenin siyah ve beyazı kaldı mı elinizde?
“ah kalmadı canım, malum indirimdeyiz, tatlım ama bu renkler de sana çok yakışır, bak ne güzel fosforlu yeşil açar seni”
“ ben nefret ederim o fosforlu renklerden hanfendi, bilakis beni açacağına bozar.”
“canım ama bak ne güzel yakıştı üstüne tutayım bak, esmere fosforlu yeşil harika olur”
“hanfendi, asla kullanmadığım bir renk diyorum, şunu üstüme iliştirmekten vazgeçer misiniz lütfen! size iyi günler”
“sana da canım”
-------------------------------------
Yer: Ders verdiğim ünversitede okul kantini

(bu sefer kahve almak için sıra bekliyorum, öyle hayal edin beni…tezgahın karşı tarafında öğrencilere kahve, puaça, meyve suyu satan şapşal çaycı kız- muhtemelen 18-19 yaşlarında ve sıra bana gelir, kız tezgahtan bana doğru eğilerek ve sanki kırk yıllık kankasıyla konuşuyormuş gibi bir yüz ifadesine bürünerek) :

“söyle bakalım canım, sen ne istiyorsun?”
“kahve-sütlü olsun lütfen”
“al bakalım kahveni, sana kupon da vereyim mi canım? 50 tane biriktirince sana bedava kahve veriyoruz”
“istemez”
“hadi hadi al, çekinme tatlım”
“hanfendi sizce ben kaç yaşında gösteriyorum?”
“…….” “şeeyy 23-24?”
“sizin canım diyemeceğiniz bir yaştayım ve muhtemelen ben bu okulda ders vermeye başladığım tarihlerde siz daha lisede okuyordunuz”
“ay siz hocamısınız? Pardon canım, şey yani pardon hocam, şey kupon?”
“kuponunu da al git (R.T.E’nin köylüye çemkirmesi üslübunda); haydeeeee; yeter yahu!”
----------------------------------
“hocaaam? İğne hocam bi bakar mısınız? Bişey sorcam”
“söyle canım” !!!!???!!!????!!!

Salı, Şubat 20, 2007

Ne mi bunlar? Yaaaaaa düşünün bakalım biraz

AHA ajanları
Anti UVA (UVA yı anladık da... devamı için UVB'yi okuyun)
Antioxidants
Astringent complex
Calsiyum D -Tox
Collagen
densifying Molecule
Dermo-Guide system
DHA (doğan haber ajansı değil yanlız, ona göre)
Duplex vector
Fibre lastine T
Filladyn Hydro-captor
Free radical agents
Hyaluronic acid
Hydro-fixer
Hydrolysed Soy Dipeptides
Mexoryl SX
Micro - captures
Micro circulation
Micro lifting capsuls
OHT peptits
Oligo Polyfructol
Optimum thermo Control
Physio peel Enhancer
Provitamin B5 (hadi bunu kesin anladınız da ne b.ka yarar biliyonuz mu bakalım?)
Pro-XYLANE
Radiance booster
Sphingo lipid
UVB complex (bunu anlamadık, UVA dan ne farkı var? konuyu unutan, listenin "Anti UVA" yanında yazan uyarısına baksın)
Vitamin CG (ben a vitamini olsun, b, c, d, hadi hadi e de olsun anasını satiyim bilirim de, bu CG ne halt oluyo bunu da anlamadım)
White flower honey extract


Yaaaaaaa, işte durum velhasıl budur. Anlamayan beri gelsin :))

Perşembe, Şubat 01, 2007

Çok Bilinmeyenli Denklem

Aslıcım beni sobelemişti ama ben unuttum hemen cevaplamayı. Gerçi bu blog çıktı herkes herkes hakkında maşallah kallavi bir bilgi deposu topladı.

Benim de naçizane maceralarım sayesinde hakkımda pek ilinmeyen kalmadı, belki biliyorsunuz, belki de bilmiyorsunuz, ahanda işte alın okuyun hakkımda bilinmeyenleri…
Flaş flaş flaş.. toplu iğne hakkında bilinmeyenleri açıklıyor… toplu iğne nin açıklamaları çok can yakacak. DANN! Toplu iğne gizli kalmış açıklamalarıyla kimleri hedef aldı? Dann. Azzz sonraaaa

1. Ben bir küçük fındıkkırandım.. gölde minik titreyen bir kuğuydum, İspanyol meyhanesinde hayli genç, hayli güzel çığlık çığlığa dans eden bir kızdım… (Balerindim kısaca, 3,5 sene bale yaptım ilkokuldayken, bakmayın başlığı abarttığıma, tütülerimi giyer, vazifemi yapardım. İlk sene minikler kadrosuyla başlattılar beni ve resitalde sadece miniklerin gösterisinde yer alırken, ordaki başarım hocaların dikkatinden kaçmamış olacak ki seneye acilen kazuletlerin kadrosuna aldılar, eh yaş küçük, boy küçük ve yaşları 14-16 olan katana kızların yanında 10 yaşındaki iğne olarak minik kadrosundan ablalar kadrosunda sivrildim. Resitallerdeki tüm oyunların gülü oldum, başrolü kaptım, hatta bale okulunun sahibiyle gazetelerde röpörtaj yaptılar beni de kadın konu mankeni yaptı, ayır kızım bacaklarını, caaaart ayırdım örtmenim; şimdi ayrık bir şekilde yukarı doğru yüksel kızım, hooop yükseldim örtmenim; bakın gazteci bey, bizde ne yetenekler var, mesela bu kızımız hantal ve eblehti ama bakın daha bu yaşta en üst kadroda görev alıyor, geleceğin hülya aksusu olacak inşallah) peeehhhh, hey gidi günler heyyyy

2. Datçada geçti benim çocukluğumun her yazı.4 yaşındaydım ve orda bir arkadaşım vardı deniz. Adi deniz yüzmeyi öğrenmişti ama ben simitle yüzüyordum, bu adi bana ben sana yüzmeyi öğretirim dedi, çıkar simidini dedi, ben de itaat ettim ve tek bildiğim datçanın derin sularında glu glu glu şeklinde batıp çıkıyordum, suyun altında gözlerim açık, su yutuyordum, gözlerim bir battığında suyun dibini görüyor bir çıktığımda da kumsalda denizin haince güldüğünü. Denizin babası gördü beni, adamcağızın gözlerinin fal taşı gibi açıldığını ve beni koşarak suyun dibinden aldığını hatırlıyorum. Gözümü açtığımda kumların üzerinde bana suni tenefüs yapan ismet amcayı hatırlıyorum. İlk öpüştüğüm erkek ismet amca oldu benim bu vaziyette. Aha işte bunu da buradan tüm blog kamuoyuna beyan ederim efendim.. sonra ne mi oldu, denize inat, 1 hafta içinde dedem bana yüzme öğretti, küçücük velet dedemin teknesiyle Datça açıklarına açılır ve lacivert derin sularda dalar, prosfesyonel edalarla sahile çıktığımda deniz adisine nanik yapardım. Sonra izmirde küçük yaşta yüzme klüplerinde pekiştirdim, ünivesite takımında da yüzdüm ve şuandaki Hamza yerlikaya kollarıma ve omuzlarıma sahp oldum. Dedeciğime ve adi denize teşekkürü bir borç bilirim.

3. İlkokul bittikten sonra annem balerin olarak başarılarımdan ötürü konservatuara girmemi çok istedi, babam müsaade etmedi, ona göre kız çocuğunun balerin olması, 30una varmadan oluşan batık tırnaklar, kalın şişe gibi baldırlar, fücudu bozmamak için doğurmamak ve kendisini torun sahibi olmaktan mahrum bırakmak, 30unda emekli olmak, başka bir işe de girememek, bi baltaya sap olamamak anlamına geliyordu. Biz gizli gizli annemle konservatuar sınavına girdik, finale kaldım, içeri bir girdim, son elemelerdi, bi baktım 2 kişiyiz, ikimizden birini alacaklardı, anaaa kimi görüyorum? Benim bale kursumun sahibi eski balerin bilmemne hanım… hah s.çtık dediğimi hatırlıyorum, o kadın da içerdeydi, jürinin yanında oturuyordu sanırım eski mesai arkadaşlarıydı ve beni almadılar. Hüngürrt, o kadının katana kızını aldılar konservatuara. Olmadı, olamadı, içimdeki sanatçılık ruhu halen o günlerden bana merhaba demektedir sayın okuyucu. Hakkım yendi diyip diyip durdum. Babam mutlu mutlu beni özel türk kolejine yazdırmaya götürdü. ben de işte böyle bişey oldum büyüyünce :)

4. İlkokulda bando takımındaydım, trampet çalardım. Trompet sanıp bana üfleyeceğim bir şey vereceklerini sanmış ve sevinçle el kaldırmıştım. Sanatçı kişiliğim burada da bana kazık atmıştı. Ne bileyim ben onun boyumdan büyük bir davul ve 2 bagetten oluştuğunu? Meğersem trampet ramazan davulunun bir boy küçüğüymüş. Önemli günlerde tüm izmirde boyumdan büyük koca davulu taşıyamayarak ağlamış ve sümüklerim akar bir şekilde okuldan Atatürk heykeline kadar oflaya puflaya o koca davulu taşıyarak çalmaya çalışmıştım. Dönüş yolunu ise hiç sormayın, tam bir işkenceydi. Rezil olmuştum rezil, yolda sıra halinde tüm bandocular yürürken ben minnacık bir şey olduğum için ben yürüyen davul gibi gözüküyordum uzaktan.

5. Ortaokulda bana ses kaydı yapılan kırmızı bir teyp hediye edilmişti. O zamanlar kasetler vardı tabi. En büyük zevkim o an kime kıl kaptıysam sinsi sinsi onun sesini kayda almak ve sonra ailedeki ilgililere karşı şantaj yapmaktı. Babama yapmıştım en berbatını. Onun wc’deyken çıkardığı seslerini kaydetmiş sonra da baba sülalem bize geldiklerinde babamın tüm foyasını ortaya çıkarmıştım. Sonra ne mi oldu? Ee şey, hatırlamıyorum sanırım kafama yediğim ağır metal darbesi sebebiyle sonrası hafızamdan uçmuş :)

Salı, Ocak 23, 2007

SORUNA BAK DA GEL, GÜLERKEN KOP DA GEL


Abilerim ablalarım soruyorum size şimdi ben resmen kimle evliyim? Ve nasıl olur da ancak nüfusu değiştirmeye kalkınca bu salaklığı farkedebildik? Yoksa biz gerçekten ebleh bir karı koca
mı olduk?

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Tanıştırayım en iyi arkadaşım olur kendisi...

3. OPERASYON TAMAM. ANLADINIZ SİZ...

Cuma, Ocak 12, 2007

Birdir bir bilmece, buz üstünde kaydırmaca

Şükürler olsun allahım artık türk milleti olarak buz dansını da öğrendik.

Sanırım ilkokuldaydım trt3 yayına açılmıştı, en büyük zevkim buz üstünde kayan patinajcılarının yarışmalarını izlemekti. Kadınlar, erkekler, çiftler, o güzelim parıltılı elbiseleriyle buz üstünde kayarlar, dönerler, parende atarlar, gösterisi bitince 2 tane çocuk patenci ellerinde çiçekle yüzleri vakur sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibi yarışmacılara yaklaşır, ellerindeki buketi verir, yarışmacılar da ç"ok lazımdı şimdi bunlar, siz puanlardan haber verin" edasıyla bu bebeleri öper ve puanlarını beklemek için kenardaki sandalyelere otururlardı. Jüri üyeleri de ellerindeki beyaz kartonlara noktalı rakamlardan oluşan puanları yazarlar ve sırayla okurlardı. Sunucu da 3 dilde bu puanları ekrana duyururdu. Yarışmacıların ellerinde şişe su, nefes nefese kalmışlar gariplerim, yanlarında Madam Rotenmeyer’a benzeyen erkek hormonu yüklemesi yapılmış miyadı dolmuş eski sporcu bozuntusu menejerleri ile tir tir titreyerek beklerlerdi. Jüriden puanlar gelmeye başladı mı, “Vaya Moni dö pua” şeklinde puanlar söylenir ve biz her zaman olduğu gibi doğu bloğu ülkelerinden gelen sporculara hayranlık duyardık. Bilemezdik tabi onların gestapo sistemiyle kimbilir ne tür antremanlara katlanmak zorunda kaldıklarını. Ama buzda dans bu insanların doğasındaydı. Yılın en az 6 ayı karlar altında olan bir ülke halkının buzda değil yürümek parende atmak bile doğasında vardı. O yüzden de eski SSCB sporcuları hep bu yarışmalarda birinci olurlardı. O dönemler çocuk aklı işte, neden bizim de buz patinajcılarımız yok diye iç çekerdik. Oysa ki salak iğne, düşünsene, senin ata sporun var; cirit var, yağlı güreş var, yağsız güreş var. Buzda dans senin ülke vatandaşının doğasına aykırı bir kere.

Geçen gün show tv’de hayatımın en anlamsız, en gereksiz, en saçma, en abuk yarışmasını izledim. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Bir kere "buz üstünde kayamayarak en aptal duruma düşmek" gibi bir formatı olduğunu en sonunda anlayabildim. Bizim de millet olarak taklit etmediğimiz bir buz dansı yarışmamız kalmıştı diye sinir olmuştum. Meğerse ben yanlış anlamışım bu yarışmanın amacını. Asıl amaç "Biz de bu spor dalında varız" değilmiş. Bunun amacı aleme şunu göstermekmiş: Biz türk milleti olarak buzda yürüme, dans etme gibi bir kabiliyetimiz yok. Kaşınmayın, aha işte elimizdeki seçmece karpuzları topladık, izleyin bunları, haddinizi bilin, bi de üstüne bu işin federasyonunu, ödeneğini falan istemeyin, ekrandaki bu seçmecelerle yetinin, “e hadi yiyin gari” demekmiş.

Şimdi yarışmacılara bakar mısınız? Amerikan şov dünyasının argümanı olan “looser denilen ve benzerlerine ünlüler çiftliğinde karşılaştığımız tipler… Hay sanki çok lazımlarmış gibi buzda aylarca ders almışlar, düşmüşler, nazik popoları çürümüş, yok içlerinden bazı süper zekalar zedelenmeye karşı sigortalatmışlar o malum yerlerini. 2 tane de çocuk ellerinde çiçekler, her yarışmacı buz üstünde yürüyemedikleri için partnerlerinin kucaklarında pistten ayrılırken bunlara çiçek veriyorlar, aman da aman aynı ilkokulda seyrettiğim gibi. Her nişanımız da yerinde.

Bu yarışmayı oluşturan 3 temel unsur var ben bunları yazayım, yorumu da size bırakayım! ANLADINIZ SİZ!

1.UNSUR: YARIŞMACILARI – Yıldo, Asena, Tuğba Ekinci, Pınar Aylin, Şebnem Şefır, Mehmet Aslan ve ismini bilmediğim bir iki tane daha ünlü türk sanatçısı (!) daha var.
2.UNSUR: JÜRİ – Alinur velidedeoğlu (sen kalk türkiyenin en mühim reklamcısı ol, ödül mödül al, sonra Tuğba denen kadının popo sallayışına “dö pua” ver!), Ayşe Arman (hakkatten ayşe hanım, çok mu istedin illa ki bir star yarışmasına jüri olmak da acık bekleseydin sana daha yakışanı çıkardı yakında- ha bu arada kuş yuvası model saçlarına bittim. Manyas kuş cenneti yetkilileri size sesleniyorum, kelaynaklar için süper tutar bu model yuvalar), Sema Çelebi (ünlü iş kadını! Ben bilmiyorum hangi holdingin CEO’su falan, varsa bilen söylesin), Olcayto Ahmet Tuğsuz (kimdir bu adam, necidir bilmiyorum- sanırım Japon bir anneye sahip, annesinin adı da "hokayi to" herhalde) ve iki de adamcağız vardı biri menecermiş (ha haa ne güldüm ay bu yarışmacıları toplasan 1 tane buz patencisi etmez- kimi keşfedeceksin de sen avrupada menecerliklerini yapacaksın, ilahi)- ve en sonda da buz pateni federasyonu bilmemnesi sayın bay bilmem ne. Ba baa baaa bakar mısınız? Yahu koskoca TC’nin bir buz pateni federasyonu var da, ne olduk bugüne kadar, orası meçhul.
3. UNSUR da sunucuları tabi ki de, nesini anlatayım ki onların. Sunucu kızımız jüriden birine şu soruyu sorunca yarıldım ben: “peki siz hangi sebeple jüri oldunuz, neyinize göre değerlendirme yapacaksınız?” Soruya bakın, hizaya gelin.

Yakında At üstünde Cirit Star (sponsoru arifoğlu sucukları mesela) , Kırkpınar Yağlı Güreş Star (sponsoru komili sızma zeytin yağları olsun mesela), Gülle Güzeli (sponsoru etiform mesela) tarzı yarışmalara hazır olalım ey ahali. Katılımcı sanatçıları da siz bulun mesela…

Pazartesi, Ocak 08, 2007

Neler Dilerim Neler (Baştan uyarayım uzun bir yazı oldu)

Herkesin 2007’den beklentileri var. Şahsımın da var tabi. Açıkçası otomatik söylenen mutlu, sağlıklı, başarı bir yıl temennisinden daha rasyonel ve içerikli beklentilerim var benim. Tabi ki sağlık, para, mutluluk ömür boyu garantilenebilecek temenniler değil ama hep aynı klasik şeyleri söylüyoruz işte…

Benim naçizane 2007 yılı dileklerim aşağıda.

Önce Medya dileklerim
Hülya avşar ve yeni grup ailesini görmemek / duymamak
Helin’e para kazanabileceği ve kendi kazandığı parayla yaşayabileceği bir iş
Seda sayan ve nişanlısı denen adamın evlenip kamuoyu gündeminden düşmesi
Ağasız, töresiz, kansız, silahsız, mafyasız, ahlaksız teklifsiz kaliteli dizilerin artması
Sibel can’ın koca kıçını bir daha ekranlarda görmemek
Gülben ergen’in ilk kez kendisinin doğurmadığının hatırlatılması
Petek dinçöz’ün ünlü türk medya düşünürü sevgilisi ile evlenmesi
Bülent ersoy’a yaşı yaşına uygun bir adamla evlilik
Lerzan mutlunun şov dünyasından silinmesi
Çocukların hastalıklarıyla sömürülmediği diziler
You-tube’tan gerzek kliplerle şişirilmemiş haberler
Daha az kadın sesi, kadının kalbi, kadının bilmemnesi tarzı programlar
Sosyetik kadınların elbiseleri, çantaları, ayakkabılarına dair haberlerin kamuoyu gündemine girmemesi
Televizyonların önceliğinin eğlendiren değil, bilgilendiren ve eğiten olması

Siyasete dair dileklerim
Cumhurbaşkanımızın görev süresi bitince siyasete atılıp chp’nin başına geçmesi ve tüm oyları silip süpürmesi
Avrupa birliği’ne alın birliğinizi sokun kütüphanenize denmesi
Terörist başının ilahi sonunun Saddam’la aynı ilahi sonu kapsaması
Askerlik yapan evlatlarımızın, kardeşlerimizin show tv’de yayınlanan o komedi askerlik dizisindeki gibi gerçekten yan gelip yatması ve sorunsuz bir askerlik yapacağı bir huzur ortamının olması
Maaşımın yarısından fazlasının vergi olarak hiç kullanmadığım ssk’ya verilmemesi
Bir doktorun, bir restoranın, bir şarkıcının, bir pastanenin, yıl içinde benden daha fazla vergi vermeyi şevkle istemesi
Her isteyenin kolay cumbaba olamaması
Polisin yakaladığının mahkemede aynı gün serbest bırakılmaması
Tecavüzcü sapıklar, hırsızlar ve gaspçılar için şeriat kanunlarının işlemesi
Tazminat davalarında maddi tazminatların cumhuriyetin ilk yıllarındaki fiyat paritesinden çıkıp can yakan tazminatlara çıkması
Milletvekili olmak için en az üniversite mezunu olmak gerektiği ile ilgili yasa çıkartılması
Dokunulmazlıkların kaldırılıp tüm siyasilere zevkle dokunulabilmesi
Ülkemin lobiciliği ve halkla ilişkiler çalışmalarının ihaleyle değil, ehil kuruluşlara yaptırılarak imajının hızla ve programlı bir şekilde yapılması
Toplumun kafadaki örtüyle değil bilimle uğraşacak kıvama gelmesi
Silahın sadece polislere ve güvenlik kurumlarına verilmesi
Push’a ananı da al git diyebilmek
Osmanlı arşivlerini korkusuzca dünyaya açabilmek

Eğitime dair dileklerim
Malta şövalyelerini değil, eski başbabakanını yassıada’da neden astığını öğreten bir inkilap tarihi dersi
Missisipinin uzunluğunun kaç kilometre olduğunu, avustralyada yetişen koyun türlerini öğreten değil, ülkemde en son kaç ilçenin il yapıldığını ve bunların gerçek anlamda kaçının gerçek bir il konumunda olduğunu, halen kaç bin tane köye su verilemediğini öğreten bir coğrafya dersi
Biber acıdır hayat da acıdır, o halde hayat biberdir’den ibaret gereksiz ve mantısız bir mantık dersi yerine, toplumla beraber nasıl yaşanır tarzı, toplum ve çevre kurallarının öğretildiği bir ders
Yeteneksiz olan çocuğu psikolojik olarak çökerten resim, müzik, beden derslerinin içeriğinin değişerek, çocuklara ressamları ve akımları öğreten, müzikalleri, operetleri anlatan, sanatın sadece resim ve müzikten ibaret, sporun futbol ve basketten ibaret olmadığını anlatan alternatif dersler
İngilizce, almanca, Fransızca derslerinin yanı sıra doğru düzgün Türkçe konuşmayı öğreten dersler
Genel kültür ve dünya meselelerini öğrencilere öğreten dersler
Sadece din değil, güzel ahlaklı bir insan, bir birey olmayı öğreten dersler
Okullara cep telefonu, kesici ve patlayıcı silah denen bilumum zararlı malzeme sokulmasının önlenmesi
Okul önlerinde bağımlılık maddesi satılmasının sıkı takibi

Blog dileklerim
Herkesin tüm gerçekliğiyle, yalansız dolansız, kendiyle barışık, hilesiz, dümensiz blog yazarlığı yapması
Chucky’lerin yaptıklarından utanıp doğru düzgün “insan” gibi insan olması
Blogspot sapıtmadan, tüm yazı ve fotolarımı yükleyebilmek (foto yükleyemiyorum- hayret bişr şey!)
Blog sayesinde edindiğim dostluklarımın hiç bitmemesi
Anonim isminin sadece yazarı belli olmayan eski halk ozanları olduğu günlerde kaldığını, artık anonimlerin, isimlerini yazmadıkları için, blog dünyasında kendilerini kimsenin iplemediğini anlaması
Bloguma resim koyabileceğim teknoloji dolu günler gelince, bir gün evimin, mutfağımın, çantalarımın, kendimce markalı makyaj malzemelerimin fotosunu çekip blog alemine “benim de var, hu hu, bakın benim de nelerim var” diyebilmek ve sonra aslıyla oturup nihaa haa haa ben de koydum diyerek kendimle dalga geçebilmek

Ve kendime dair dileklerim
Kocamla çok mutlu bir yıl geçirmek
2 işte birden çalışıyorum, iş yoğunluğumu hafifletip kendime ve sevdiklerime daha çok vakit ayırmak
Hamile kalmak ve dolayısıyla minicik bir iğne hanım ya da iğne beyi kollarımda uyutmak, onu koklamak, nefesini hissetmek
Kendimi ifade edebileceğim eğlenceli ve hep hayalini kurduğum serbest çalışabileceğim bir işe başlamak
Havuzdan kaptığım o pis virüse bir daha hiç karşılaşmamak üzere veda etmek
3-4 kilo fazlalığımı rejim yapmadan vermek ve kusursuz bir fücuta sahip olmak
Deviasyon olan burnumu yaptırıp rahat bir nefes alıp havayı akciğerlerime kadar çekebilmek
Urla’daki evimi kaktırabileceğim bir alıcı bulup yerine kışlık bir ev almak, kiraya vermek
Kira geliriyle “oh la la Paris” diyebilmek, sefora’da sınırsız sorunsuz bir alışveriş yapabilmek
H&M’de (eyç and em) , Champs Elyse’de (şanzelize okunuşu anacım – doğru okuyun) alışverişin dibine vurmak, Montmartre tepesindeki (mon mart diye oku- daha afili oluyor) küçük lokantalarda bol peynirli soğan çorbası içip içip güzelleşmek
Saint Germain’de (sen jermen bu da) hayvani boyutta köpüklü bir cafeéde vien ( kafe dö viyen) içip gelen geçene takılı kalmak
Kocamla 4 sene okuduğu San Francisco’ya gidip hep anlattığı sahil kıyılarında bizdeki fiyatlara oranla beleş kalan istakoz ve devasa karidesleri kusuncaya kadar ellerimle yemek, çok yemekten geğirmek, yağlı parmaklarımı ağzıma sokup temizlemek, o dik yokuşlardaki tramvaylara binmek, sonra yokuşta inip minareden at beni, in aşağıya tut beni demek, üzüm bağlarını gezip her gördüğümü tatmak, oralardan beğendiğim şarapları almak, kırmadan Türkiye’ye getirebilme becerisine sahip olmak
ordan Las Vegas’a geçip şeytanımın bol olması (kira gelecek ya, o bakımdan dilek tutarken bile girdi – çıktı muhasebesini yapıyorum, ne kadar da bilinçli bir kumarbazım allahım? :))
ve en sonunda gafur kardeş gibi sormadan edemiyorum:

“NASILIM?”