Çarşamba, Şubat 27, 2008

Bu bir şikayet yazısıdır. Mev'zu bahis yer İzmir'de Reci's Kafe'sidir.

Blogların gücü adına. Beni orda misafirlerimize kepaze edip bana Kezban muamelesi çekersiniz haaa. Alın sizi ben de bloguma post diye asmazsam, sizin postunuzu elinize vermezsem; bana da Toplu İğne demesinler...

Başlık ve ara başlıktan da anlaşılacağı gibi dumanı üstünde bir yazıdır bu. Henüz orda yediğim yemekler değil, körfezi boylamak, midemde öğütülmeye bile başlamamıştır. Bu akşam iş çıkışı, eşimle, kayınvalidem, görümcem ve kızıyla alsancakta buluştuk Reyhan'da. Ordan sonra yürümek zor geldi uzağa (yürümeyi g.t.m.z yemedi daha doğrusu), biz onları överek Recis cafeye götürdük. Tabiki orda kepaze olacağımı bilseydim hiç öeverk oraya gidermiydik!

Neyse gittik, verdik siparişleri oturduk dışarda. Ben af buyrun kıl ve gıcık bir sosyopat olduğum için menünün ilk sayfasına yapıştırılmış deniz mahsüllü özel (!) menüden bir penne istedim. Recisin kapasitesini biliyorsun, "Paper moon" mu sandın orayı? Yoksa Miami'de yediğin Bay Side'daki "Scandal" restoran mı? Yoksa Avrupa'nın alalade bir kıçı kırık kafesi de olsa; müşteri her zaman haklıdır politikasıyla yola çıkan adam gibi bir yer mi sandın? Öküz iğne! Sonuçta gittiğimiz yer belli, ne bekliyorsun ki?

Neyse, ortaya af buyrun yine benim öküzlüğüm yengeç bacağı pane de istedik (denizden babam çıksa yerim ben, ne yapayım?) benim dışımda herkes de normal şeyler yedi. Ben kaşındım yani itiraf ediyorum. Benimkinin yanına da yazmışlar "beyaz şarapla pişirilmiş" diye. Peeeeeh, yesinler beyaz şarabınızı. Geldi penne makarnalar (pigme cinsi, bildiğimiz o büyük penne de değil), benim deniz mahsulleri üstünde duruyor, pardon durur gibi yapıyor, sanırım yanında olta da vereceklerdi ki , hadi rasgele deyip atayım oltamı, bekleyeyim artık 2-3 saat 1 tane karides parçası çıkacak diye. Epey bir karıştırdım makarnanın içini, oltaya ne gelen var, ne de giden. Bol domates parçası (parça diyorum dikkat, maksat zengin dursun), bol o iğrenç kapari, yeşil biber, tuzlu salçayı, kaktır içine acı-sosu, bi de serp unuttuğunu sandığın tuzu 3 kez. ve en sonda da assolist 3 adet karides parçası (dikkat edin 3 adet karides demiyorum, 1 adet çimçimi böl 3'e, koy benim tabağıma, kaktır gitsin)

O kadar acıkmışım ki, koca bir çatalı daldırdım makarnaya, karıştırdım karıştırdım karides yok, güldüm hınzırca, iğne fazla beklenti içine girme dedim kendi kendime, bak hep bunu yapıyorsun sonra duvara tosluyorsun, olduğu gibi kabul et bazı şeyleri" dedim... nafile. ağzıma aldığım anda salçalı karışımı, kulaklarımdan, burnumdan ve ağzımdan ateşler çıkmaya başladı. Yandım anaaam diye bağırdım. Hayatımda acı biber fıçısına düşmüş bir makarnadan daha kötüsü nedir? Nedir Nedir diye bağırın lütfen... Acı fıçısının üstüne bir de tuz fıçısına düşmüş bir makarna çalışmasıdır ki feci bir deneyim. Can havliyle ortadaki yengeç bacağına sarıldım (denize düşen yılana saırılır misali); tabağın ortasına da kelebek kondurmuşlar; çanak içine sos koymuşlar. Tereddütsüz yengeci soktum o serin sosun içine, serin sularda yüzmek misali. Yandım anaaamm, nasılsa bu sos da berbat acı. Eşim garsonu çağırdı, ben yanıyorum, 1 kova su içtim gözlerim yaşardı. Garson geldi ve işte benim rezil olmam bundan sonra başladı...

Dırı nı nıımmmm. Burdan sonrası intikam soğuk yenen bir yemektir sonucuyla bağlanacak olan final sahneleri:
Garson gelir, ben garsona "he dö hödö hedö" şeklinde derdimi anlatırım. Aşağıda okuyacaklarınız önce garson sonra da oranın işletmecisi hanfendinin saçmalamalarıdır. Lütfen ayarlarınızla oynamayınız.
Garson (bundan böyle G olarak anılacaktır. Ben T.İ.'yim, işletmeci bayan; İ diye yazılacaktır, ayarlarınızla oynamayın)
G: hanfendi acı ve tuzlu olmasına imkan yok.
T.İ: acı bu beyfendi, bakın içinde gram deniz mahsülü olmamasına bile takık değilim, bu kadar acı ve tuzu niye koyuyorsunuz
G: hanfendi hafif acılıdır bu deniz mahsüllü makarnalar
T.İ: ben bunu nerden bilebilirim, yani size göre hafif acılı olan şey bana göre bu kadar acı olursa benim ne yapmam gerekir?
G: höö? bakın alın size menü, işte bakın hafif acılı diyor, yazmışız burda hala vır vır dır dır,
T.İ: beyfendi yazmış olabilirsiniz ama hafif acılı demek, berbat acı ve de tuzlu mu demek. yiyemem ben bunu alın tabağı değiştirin, istemiyorum ben bu zehir gibi tuzlu ve acı yemeği (bakın bu muhabbet 5 dakka sürdü, masadakiler yedi bitirdi yemeklerini, garson hala pardon diyip almıyor). Bu arada işletmeci bayan girdi sahneye. asıl burdan sonrası "PES"...
İ: buyrun hanfendi bişey mi çıktı?
T.İ: hayırbişey çıkmadı ama yediğim deniz mahsüllü penne berbat. hem çok acı hem de acaip tuzlu.
İ: hanfendi hafif acılı yazıyor menüde.
T.İ: anlatamıyorum galiba, acı kavramında hafif-orta-çok sıfatlamalarını tanımlamanız neye göre acaba? yandım ben burda hanfendi. hadi onu bırakın, çok tuzlu bu. zehir gibi. (bekleyin dumur geliyor)
İ: deniz mahsülleri tuzlu olur, dondurulmuş oluyor bunlar, tuzla donduruluyor
T.İ: hö?
İ: karidesler, ahtapotlar tuzlanır dondurulur... (bir yaşıma daha girdim, eeee? anlat bakalım, sanki tuzlu balık istedim reciste)
T.İ: hanfendi doldurmuşsunuz kapariyi içine, tuz zehiri o da
İ: kapari de tuzludur ve tuzda bekletilir
T.İ: hıııı, yaaaa, öyle mi? allah allah, enteresann... (şimdi dalıcam ama misafirlere ayıp olacak, biri beni durdursun yahu, ya da alsanıza şu tabağı önümden, 2 saat bana had bildirmeye çalışacağınıza)
İ: hödö hedö, hödö
T.İ: hanfendi ben bunu beğenmedim berbat, alın istemiyorum bunu ben, yarım saattir aynı sularda dolanıyoruz, değiştirin, bu kadar zor mu?
aradan zaman geçer, ben istemem artık 1 şey dedim, ısrar etti eşim, yeni bir makarna denemesi. yesene kıymalı makarna be kadın. yok bu sefer de rokforlu istettim.
geldi haşlak makarna, üstüne löök diye elle ezilmiş topak şeklinde 3 adet rokfor parçası koymuşlar getirdiler önüme. arkadaşlar şöyle kremalı, soslu bir makarna yemek istemek hakkım değil miydi benim? fırrrk. kös kös yedim çakma çökelek kırıntılı makarnayı. işletmeci bayan geldi masamıza yine. bana dönüp:
İ: hanfendi mutfaktaki arkadaşlar tattı sizin makarnayı (muhtemelen o salça boca edilmiş makarnayı elleriyle yapan zat-ı dingil), gayet güzel dediler (pardon sahip, sıçmışım makarnayı ben bilememişim, köyde de deniz mahsüllü penne mi yirdim, aha işte boca ettim acıyı mı diycekti), acısı da tuzu da normal, neyi beğenmediniz hayret ettik doğrusu! ben kısa kestim
T.İ: tamam hanfendi, benim ağzımın tadı yok, sizin makarna gayet güzel ama ben bilmiyorum demek ki nasıl bir şey bu deniz mahsüllü makarna dedim
İ: deniz mahsüllü makarna böyle yapılır dedi ve uzaklaştı.
Bakın bir pardon hemen değiştirelim demek bu kadar mı zordur? ben bunu sorguluyorum şuanda. Ne kadar zor olabilir müşteriden özür dilemek ve olayı uzatmamak?

aradan zaman geçti, ortaya bir tabak ağzımızın tatlanması için browni getirdiler. ne kadar inceler değil mi? çay alır mıydınız diye sormaları da inanın o kadar etkileyiciydi, sevincimden ağlayacaktım. Hesabı istedi eşim, bekledim ki, müşteri memnuniyetini ön plana tutan bir yerse, o acı ve tuz fıçısına düşmüş ve geri gönderilmiş makarnayı hesaba dahil etmemişlerdir..
Heyhaaat, hasaba baktım yemediğim makarnayı hesaba afiyetle kaktırmışlar. Yuuuh dedik hepimiz, o kıçı kırık makarnayı hesaba eklemişler. Yersen! Eşim dedi ki şu browniyi eklememişsiniz, onu da ödeyelim, yemediğimiz şeyi eklemişsiniz, bunu da ekleyelim lütfen dedi. garson efendi büyük bir gururla bu ikram beyfendi dedi. kaçarcasına uzaklaştık ordan. sinirlendik, dayak mı yedim, makarna mı anlamadım, överek getirdiğimiz misafirlerimize rezil olduk. bir daha mı neyin nasıl yapılacağını bilmeyen yere gitmek tövbeeee. elveda recis.
yaşasın restoran eleştirmenliği. bundan böyle T.İ olarak restoran-kafe ajanı olarak yeni adalet neferiniz olmaya gayret edeceğim. Pabucumun kafeleri, restoranları size sesleniyorum. Korkun benden. Bitti!

Pazartesi, Şubat 18, 2008

İstanbul, İstanbul Olalı Böyle İğne Görmedi

Haftasonu İstanbul'daydım. Anasını sattığımın memleketi, meteorolojinin uyarılarına rağmen sen kalk İstanbul'a güzelim İzmir'i bırakıp git. Beter ol de mi? Aslında mecburiyetten tabi. Bir üniversite'nin konferansına konuşmacı olarak davet edildik. 3 kişi mecbur gideceğiz. Hava nasıl dedik İstanbul'dakilere, güzel dediler. Bu mudur yani sizin güzellikten algıladığınız? Ama soğuk üstünüze kalın şeyler alın dediler. Altımda anneannemin kalın donlarına benzer bir paçalı don, üstüne 2 külotlu çorap, yetmedi yün şoşet çorap, pantalon (zor kapandı o kadar alt parçayı giyince), yün atlet, 2 kazak, yetmedi, yün ceket, yetmedi takım elbisenin ceketi, üstüne manto, atkı ve bere. ve işte havaalanı işkencesi. son bipleyenin saat olduğunu anladığımızda, adm havaalanı sapığına çıkacaktı neredeyse. Soyuna soyuna striptizci haline geldim, arkada uzun kuyruklar oluştu, çıkar çıkar bitmiyor. Hadi İzmir'de öterken çıkarttım kimse bişey demez, ne de olsa "Gavur İzmir" değil mi? (saygılar RT)... Çıkarttıklarımı tekrar giyip 3 kez kontrolden sonra uçağa binince, üstündekileri çıkartmak gerekti, malum mabad sığamadı koltuğa. Başladım yine mantoyu çıkar, ceketi çıkar, yün ceketi çıkar. offf şiştim doğrusu. İstanbula indik de dışarı çıkınca acı gerçek yüzüme vurdu.
Kardan bahsediyorum. Çenemin hiç durmamasıyla ilgili sürekli ağzım açık oluna yedim karları bi güzel. Ağzım burnum gözüm kaşım kar oldu. Uçaktaki sallantıları bahsetmiyorum çünkü dönüş tam anlamıyla Lost dizisi uçak içi performansı gibiydi. Üniversiteye gittik, kar manzarasında konferansı verdik, akşam bir embesil gibi sokakta yürümeye çalıştım.
1. karda yürümek konusunda sıfır deneyim
2.üzerimdeki kat kat giysiler sebebiyle hareket edememe
3. hakikatten kayan asfalt
4.topuklu çizmeler
5.sakar t.iğne
6.rakı (saygılar RT)

pazar günü daha berbattı. meteorolji halen sakın sokağa çıkmayın ve hatta seyahat planlarınız varsa iptal edin akıllı olun yoksa aklınızı alırım diyordu. Heyhaaat, mecburum güzel izmirime dönmem lazım benim. Tek kelimeyle dönüşü söylüyorum: BERBAT'tı. İStanbul havaalanında zor girdik saatlerce yollardaydık, oysaki havaalanı dışındaki kavşaktaydık. İçeri girmemiz saatler aldı. Hadi girdik içeri. Be insaf, burada her yerim öttü. Çizmelerimi bile çıkarttım, düşünün bir don paça kalmadığım kaldı. Ve 3 ayrı yerde 3 kez striptiz yapmak zorunda kaldım. En son yanımda arkadaşım çıplak botları koyvermiş, çıplak yürümeye başlamıştı. heryerde çıkartılır mı herşey? Orası ayrı bir konu da benim için asıl eziyet her seferinde üst baş çıkarmak ve o suratsız nursuz güvenlik elemanlarının höt zötüne maruz kalmaktı. Yahu sanki görevi uçmak için orda bulunan vatandaşlara "ben sana şimdi bir uçarsam, görürsün" şeklinde bir görevlendirmeleri var gibilerdi. Haspaların bir dövmediği kaldı vatandaşı. Beni de tabi ki. Erkekleri de aynı nevaleydi. Hani yetki versen, seni oracıkta allah ne verdiyse, dövecekler...

En son çizmeleri çıkardığımda, koyverip herşeyi çıkaracaktım da, orası istanbul, ne olur ne olmaz dedim :)) (araya sosyal içeriği de attırıvereyim bari)

Ve havada.... Gidiyorduk dostlar. Hayır İzmire değil, öbür tarafa. allahtan kat kat giyiniktim de, bir yerlere düşseydik, hiç değilse kameralara rezil olmayacaktım. Şaka bir yana, hayatımın en bedbaht yolculuğuydu. Saatlerce havada dolandık durduk, inmek bilemedik, çığlıklar, kusmalar, dualar, patırtılar, çatırtılar, vertigosu tutan İğne, kısmi felç olup eklemlerini ağzı dahil hareket ettiremeyen İğne (yeminle doğru söylüyorum)... Lost'u seyredersen olacağı budur salak İğne. Velhasıl güzel memleketime döndüm. İptalim. Sevgiler

Cuma, Şubat 08, 2008

KOCA BİR YUHH DİYORUM

Selam tüm sevenlerime, nasıl özledim anlatamam.
O yuh bana yanlız, kimselere değil! Kendime koca bir YUH - OHAA - ÇÜŞ - BÜRSSTT - falan diyorum. SEBEP? Bloga son girişimin üstünden ne çok zaman geçmiş. Hiç kendime yakıştıramadım bunu. Kendimi esefle kınıyorum. Sizlerden de özür diliyorum. Konuşacak çok şey birikti. Ben yine bir sürü şeye gıcık oldum, Facebookla ilk başta aldattım sizi itiraf ediyorum, ama ona da 2 aydır girmiyorum, ne bileyim, bütün gün işte yüzbin tane makale falan okuyunca, gözlerim z. beyaz hoca'ya benzedi, küçüldü falan.

Neyse z. beyaz hoca derken aklıma geldi; hocam yine çok güzel bir laf etmiş, ben de aynen katılıyorum ve sözü böyle işte balla kesiyorum:
"Bir parça bezde kutsallık aranacaksa, en kutsal bez, don'dur"

not: Valla artık burdayım, tükkana geri döndüm. öperim hepinizi.