Pazartesi, Ocak 02, 2006

O-r-g-a-n-i-z-e İ-ş-le-r Bunlar

Dün akşam nişanlımla Organize İşler’i izlemeye sinemaya gittik. Pek de iyi organize edilememiş bir film izledik doğrusu. Çıktığımızda baktık birbirimize, “eeeee, neydi bu?” der gibi... Madem filmin adını “organize işler” koyacaksın o zaman büyük lokma ye ama büyük laf konuşma atasözünün anlamını çok iyi bileceksin. Bizim insanlarımız olayın kolayına kaçmakta birebirdir zaten. Ülkemizde yeterince şan-şöhret mertebesine ulaştıysan bu senin büyük yönetmen olmak için gereken tek şarttır. Hele de elinde sürekli çalıştığın tanıdık eş-dosttan pirim yapmış kadrolu sanatçın varsa, serpiştiriverirsin onları filmde bazı karelere; otursa da olur oturmasa da... Bi de atarsın ortaya belden aşağı esprileri, bilindik muhabbetleri ve bir o kadar da bilindik sosyal içerikleri; al sana film işte... Biz zannediyoruz ki yabancı kameramanı ve digital montajcıyı ithal edelim, hareketli kamera oyunları, yükselsin alçalsın, helikopterden çekim yapılsın, hollywood’da kullanılan her ne teknik özellik varsa, bastıralım parayı (sponsorlar sağolsun!) kiralayalım; al sana film.. Eee peki sonra sorarız işte kendimize “neydi bu?” diye. Bir kere bir yönetmen her çektiği filmde ısrarla aynı kadrodan şaşmıyorsa, esas oğlanı hep kendisi oynuyorsa, ana karakterlerden en yan karaktere kadar tüm isimleri hep bilindik isimlerden seçerse, hergün medyadan görmekten bay gelen medya maymunlarına filmin tüm rollerini verirse, ; eh söyleyin allahaşkına siz o filmden nasıl bir sanat bekleyeblirsiniz ki? Artık ülkemizle ilgili “hiciv” içerikli komedimsilerden bıktım usandım... Biraz da yaratıcı olun yav. Biraz da başka konulardan bahsedin, mesela aşkı anlatın bize, sevmeyi anlatın; sevmek’le güldürün bizi, aşk’la güldürün. Aldatma ile güldürün. Abuklaşmadan korkutun, ağlatın bizi, ağlatın ama sinirden değil. His’lendirin bizi. Belden aşağıya inerek yapmayın esprilerinizi, Olacak O Kadar espirileri de istemiyoruz biz. Güldürmüyor onlar bizi. Biz sizin hala durmakta olduğunuz yıllarda yaşamıyoruz çünkü. Bizim en az sizler kadar kıvrak zekamız ve de kaliteli bir zevkimiz var. Eğer sizin sinema filminizin hedef kitlesi bizsek, o zaman bizim ne zekamızı aşağılayın ne de zevkimizi...

Berrak Tüzünataç diye bir kız vardı filmde. Tüm yaz gazetelerin magazin sayfalarını kızımızın bodrumda bitmek tükenmez tatilinin bol bikinili fotoğrafları süslemekteydi. Ebru Akel’i ise yıllardır zap’lasak da bir başka kanala transfer olarak, yayın saatini haftanın her gününe yayarak karabasan gibi ümüğümüzde hissetmekteydik. Kurtlar vadisinin ünlü Türk düşünürü polat efendinin sevgilisinden, özel hayatında çakırın sevgilisinden başka bir atraksiyonunu bilmediğimiz Özgü Namal, Bir İstanbul Masalı’ndaki iyi niyet ötesi kutsal yürek Altan Erkekli, halen ne iş yaptığını çözemediğim sevgi böcüğü gamzeli insan İclal Aydın, Yılmaz Erdoğan da olmasa elinden kimsenin tutmadığı ve tutmayacağı- ailenin bir türlü meşhur olamamış tek kardeşi Deniz Erdoğan, Yılmaz Erdoğan’ın özkızı (bir Gülben eksikti aileden!), Bir Demet Tiyatro’nun full kadrosu (Fadıl Fıdıllıoğlundan, Eyvah Necdet’e, Mücverin sevgililerinden Mükremin’in Asu’suna, kimi arasanız vardı filmde. BKM’ye bağlı her kim varsa hepsi topyekün cumburlop filmde! Ya yeterin ama ya! Sanki bir kadro var kiralık; “film yapıyoruz, hadi abi toplanalım, istikamet Van Gevaş, istikamet İstanbul!” Ve tabiki canımız cananımız Cem Yılmaz. Ha Doritos Alaturca reklamı, ha 50 YTL bayılmaktan kendimizi alıkoyamadığımız bir CY standup show’u. Konu da Türkiye’de dönen olaylar olunca yönetmenin fazlaca da bi organize olmasına gerek kalmıyor tabi.. Çünkü elinde herkes-herşey var. Kimi arasan var, kamera da gereksiz oyunlarla sizi şaşı ediyor (hele helikopter çekiminde resmen arabada mideniz bulanır ya, resmen kamera tuttu, midem bulandı), o ne biçim abuk bir hava çekimi öyle. Hani verseniz kamerayı bana yeminle daha iyi bir acemi çekimi yaparım. Bu arada keşke kameramanı yurtdışından getirtirken promosyonu da var mı diye de sorsaydı da hiç değilse sesçiyi de ithal etselerdi, sesçi berbattı çünkü... Ara ara azalıyor, gidip geliyordu. Dış sesleri kalitesiz kaydetmişlerdi. Aman canım bunlar önemli değil ki; Y.E, C.Y ve diğerleri var nasıl olsa. Demet Akbağ herzamanki gibiydi. Oyunculuk kalitesini çok sevmeme rağmen, kocası rolündeki Altan Erkekli ile atışmaları bana hep Lütfiye'yi hatırlattı. aynı hazır cevaplık, benzer laf ebelikleri... Ama kadının suçu ne? Yıllardır Demet'in her oynadığı oyunu yazan ve yöneten ve de başrol oyuncusu aynı olursa olacağı budur tabi.

Lafın özü;
Lütfen hem film yönetip hem de başrolü oynamayın (cin olmadan şeytan çarpmayın: insan hem senarist, hem oyuncu hem de aynı anda yönetmen olamıyor. Olunca da işte, “o-r-g-a-n-i-z-e olamıyor!
Lütfen filmlerinizde kadrolaşma yapmayın (devlet dairesi gibisiniz)
Oyuncularınızı, sırf medyatik diye gazetelerin magazin sayfalarından “o piti piti” diyerek elinize geçeni seçmeyin
Doğru düzgün konu bulun (zira Türkiye’deki bilindik olayların hicivleri artık pek tutmuyor. Siz Levent Kırca’ya artık gülüyor musunuz mesela?)
Büyük laflar üretmeyin, büyük işler üretin
Yaratıcı olun, yaratın ve kendinizi taklitten kaçının
Doğru film yapmak istiyorsanız biz blog dostlarının sobelendikleri filmlere bakın.. Bakın ki öğrenin halk hangi filmleri beğeniyor, iyice okuyun, gözleyin.

Tersköşe cinema club hepinize iyi seyirler diler :)

2 yorum:

Ilgaz Gürses dedi ki...

Her kelimesine katılıyorum, aylar öncesinden bol reklamla, popüler siyasetle seyirciyi "organize" edip beyin yıkadıklarını sanıyorlar ama bu sefer yemeyecek sanırım. Yurt dışından kamera, kameraman filan getirmekle bitmiyor biraz da mentalite getirmek lazım herhalde.

Adsız dedi ki...

Bu film hakkında hiç ama hiç iyi bir yorum duymadım,olmamış hiç olmamış demek ki.