Pazartesi, Ocak 09, 2006

DİLİMİZDEN UTANMAYALIM!


Reklam Yaratıcıları Derneği’nin Başlattığı Kampanya’ya Katılıyoruz...
Lütfen Dilimize sahip çıkalım çünkü Atamızdan yadigar bir tek o kaldı...

Neyimiz doğruydu ki? Atamızdan yadigar bir tek dilimiz kalmıştı. Onu da bozduk sonunda, utanır olduk o güzel dilimizden, sokuşturuverir olduk araya ingilizceleri, fransızcaları. Osmanlı’dan kalma farsça ve arapçalar zaten başa belaydı, yanınızda bir arap dursun, ne konuştuğunu az buçuk anlardınız. Sonra bir de bu çok kirliliğin üstüne, frenk üzümlerinin ve anglosakson yumurtalarının yurduma çaktırmadan dil işgali geldi; sonrası mı? Sonrası, önüm arkam sağım solum “oha falan oldu” (!)
Bir kültürün en büyük göstergelerinden biri de dilidir. Bir milleti “millet” yapan en önemli unsur, “dilidir” yani bizim de Türk milleti olmamızın en önemli unsurudur Türkçemiz. Atatürk “Türk Dil Kurumu”nu kurmuştu. Amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin ana dilinin arapça ve farsçadan arınmış bir Türkçeyi egemen kılmak idi. Sonra yıllar geçti, kültürel yozlaşma ile birlikte “dil” yozlaşması da her bir yere saçıldı. Televizyon programlarında, dizilerde, gazete sayfalarında beyinler yıkanarak kültür yozlaştırılırken en büyük yozlaşma da dilimizde yapılıyor. Türkçemiz, Arapçanın, Farsçanın etkisinden kurtarılsın derken, Amerikan
kültürünün, İngilizcenin boyunduruğuna mı teslim ediliyor?

Farkında mısınız bilmem ama güzel Türkçemizde özellikle son yıllarda yaşanan kirlenme ve yanlış kullanım ciddi boyutlara ulaştı. Bu durum, hem Türkçede karşılığı olduğu halde yabancı sözcüklerin kullanımı hem de Türkçe ifadede anlam yanlışlığı ve sözcüklerin yanlış kullanımı ile karşımıza çıkıyor.

İşte size bazı örnekler:
Bir toplantıya gideceğiz; önceden toplantı programını gönderiyorlar. Programda saat 10.30-11.00 arası “coffee break”.. Ee iyi de toplantı Türkçe olacak, program da Türkçe yazıyor, peki neden kahve arası ingilizce yazılmış?
Bir mobilya mağazası haftasonunda gazeteye reklam vermiş, ilanda Türk malı olmasıyla gurur duyuyor ama “Yeni Show Room Açılışımıza Bekleriz” diyor. Show room???
Vakko gelinlik satmaya başlamış, gelinlik mağazasının adı da ” Vakko-wedding”. Vayy beee!
Bilgisayarın adı PC (pi-si) oldu. Halbuki bilgisayar; computer (kompütır)ın Türkçesi olarak ne de güzel adapte edilmişti dilimize. Şimdi PC oldu, yazıcı da printer.. Ofiste çalışanlar birbirine “printer’a bir yazı gönderdim, çıkmış mı bakabilir misin?” diye sesleniyorlar. Diğeri de “okeydir” diye cevap veriyor.
En büyük nefretliğim de İstanbul’da her gün bir yenisi açılan o büyük alışveriş ve yaşam merkezleri... İsimleri ya “Tower”dır, “City” dir, “Metro”dur ya “Plaza” ya da “Mall”.. Yok bizim bildiğimiz “mal” değil- ha belki sahipleri gerçek bir mal olabilir ama bu “mall”lar başka... Gökdelen de, İş Merkezi de, Alışveriş Merkezi de ama yok “Tower” de, olaya tarz kat.
Televizyonu açıyorsun “Talk-show” var! Talk show denen yersiz, düzeysiz ve bir o kadar da gereksiz programda Hakan Ural denen adam “Benim background’um .... diye başlıyor lafa... Senin background’ını da futureground’ını da yesinler diye devam ettiriyorum tabi ben de...
Ofiste telefonda konuşuyorum biriyle. Toplantı tarihi hakkında uzlaşmaya çalışıyoruz. “Ben bir schedule’uma bakiyim ve size döniyim” diyor. Nasıl yani?
Komşumuzun kızı da dolamış ağzına “oha falan oldum- kal geldi” laflarını... Doğru düzgün kelimeler bulsana konuşurken diyorum, aman canım ne var, televizyonda söylüyorlar, kötü birşey olsa söylenmez ki diyor. Ben de söylenir, asıl en büyük dil düşmanı televizyon oldu, iyisi mi ben sana benim çocuk kitaplarımı çıkartıp bulayım onları oku, bak ne güzel yazmış Kemalettin Tuğcu, Rıfat Ilgaz, Milliyet Çocuk Kitaplarım da vardı benim diyorum. Bizim ki amaaan, sen de amma loo loo yaptın diyor..Loo lo yapmak! Bakın bunu da yazın bir yere. “Lo lo”. Nedir o? “Hebele hübele” gibi bişi... E peki hebele hübele ne?
D&R Müzik zamanında Doğan Medya Grubu ile Raks Müzik oraklığında kurulmuştu. Doğan’ın “D”si ile Raks’ın “R”si birleşmiş ve D&R olmuştu. Düşünsenize “de ve re” harflari neden birdenbire “di and ar” oldu? Sanki sahiplerinin isimleri “Diana ve Ronald” olsa anlıycam, kısaltmaları da ingilizce okunsun. Bildiğimiz Doğan ve Raks neden kısalınca ingilizceye dönüşüverir? Eğer Kanal D’nin de “D”si Doğan’dan geliyorsa neden ona channel di denmiyor.
Vitrinlerde de indirim yerine zaman zaman “sale” ya da bazı yaratıcı geyikler “in-dream” yazıyor ya ben sinir oluyorum. Sanki içerdeki tezgahtarlar içerde çatır çatır ingilizce konuşuyorlar da, turist dolu memlekette, hepsi Türkiye’deki ‘in-dream’i bekliyor.. Oysa kaç kez başıma geldi, şahit oldum ve de esnafa tercümanlıkta yardım ettim: dışarda “sale” yazıyor, hasbel kader bir iki turist girmiş dükkandan içeri, içerdeki tezgahtarlar ve dükkan sahibi kalakalıyorlar. Turiste bir tek “hello, sale var sale var, comon plizzzz” diyip şişen ve turiste mel mel bakan çok esnaf gördüm ben. Oysa vitrinine çakmışsın “sale ve in-dream” yazılarını, hani nerde, konuşsana.
Pazarlar da daha komiktir. Badi, bodi, baudi, body ve türevlerini yazarlar ve cırtlak sesleriyle bağırırlar. Koomon ablalar, yengeler... badi vaar, çok ucuz, gel ablaa geeeel diye. Orada penye atlet, bluz var dese, kimse anlamaz sanki.
Bankalar da el değiştirdikçe (daha doğrusu bizim Türkler bankacılığı beceremeyince) satıveriyorlar yabancılara, ‘çaat’, isimler de değişiyor. Demirbank vardı, HSBC (eyç es bi si-lütfen doğru okuyalım) oldu; Dışbank da gitti o da Fortis oldu (neyse ki italyanca kelimelerin büyük çoğunluğu yazıldığı gibi okunuyor da yırttık), basında da (pardon media denecek ona da) Skytürk, show (şov değil ama- mutlaka ‘w’ olacak), star, shopping channel da var bu arada kablo tv’de gördüm. Kanalın adı “shopping channel”. Ekranda iki tane dişi geyik canlı yayında kalitesiz malları pazarlamaya çalışıyorlardı.

Dilimiz yozlaştırılıyor. Hem de gençlerin ve çocukların beyinleri yıkanarak.Türkçemiz, Arapçanın, Farsçanın etkisinden kurtarılsın derken, Amerikan kültürünün, İngilizcenin boyunduruğuna mı teslim ediliyor? Bir toplumun en önemli kültürel mirası olan dilin bu kadar kirlenmesi de doğal olarak toplumun kültürüne zarar veriyor.

Bu yazıyı yazmama gazetede gördüğüm Reklam Yaratıcıları Derneği’nin düzenlediği “Dilinizden Utanmayın” kampanyası sebep oldu. Hoş dil hepimizin, kampanya sloganı olarak neden ikinci çoğul kişiyi kullandılar anlayamadım. Keşke “Dilimizden utanmayalım” deselerdi, dili kirletenler sadece halk değil ki, reklamcılar ve basın mensupları da bu konuda suçlu bence. Kampanya süreci, basın ilanı ile, bir ünlünün dilinden utanmayarak “dil çıkarması” ile sürecekmiş. Ben Haldun Dormen ve Ahmet Gülhan’ın yer aldığı kampanyaları gördüm. Hoşuma gitti. Umarım toplumda bir farkındalık yaratıp olumlu yönde amaca hizmet verir.
Sonuç olarak, dilimizden utanmayalım! Türkçe dünyanın en zengin ve en güzel
dillerinden biri. Onu yabancı sözcüklerle kirletmeyelim. Türkçe kullanalım.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Yine harika yazmışsın.Sana tamamen katılırken,bazen benimde yanlış kelimeler kullandığımı farkettim .Daha dikkatli olacağım.

Ilgaz Gürses dedi ki...

Ben de çok sinir oluyorum bu yozlara. Beyinden dile gelene kadar bile tutamıyor insanlar akıllarında düşüncelerini, sonra da anlamsız sözcükler, anlamını doğru dürüst bilmediği devşirme kelimelerle dert anlatmaya çalışıyorlar.Nasıl anlatacaklarını bilmeyince anlatacakları şeyin de anlamı kalmıyor. Basın da bence en büyük suçlu bu durumda, bazen 3 kelimelik manşetlerde bile anlam hataları yapabiliyor muhteremler.

Adsız dedi ki...

Tersköşeciğim,bana yazdığın yorum için geldim.
Gelmişken hadi artık,bak en son ne zaman yazmışsın diye bir de hatırlatma yapmak istedim.:P
Merak etme sen,38 bedende biri en fazla 74 kilo falan oluyor.(gözlerin faltaşı gibi değil mi?
Ben oldum,bizzat test ettim yani.Ama kendini o kadar güzel hissediyorsun ki...
Bence 36 beden hayal olarak kalacak artık çünkü doğumdan sonra ne kadar zayıflarsan zayıfla bir çeşit genişliyorsun.İnat etme,bol bol alışveriş et derim ben :)
(Süper indirimler var etrafta,ama ben sana kotonu öneririm sırf kalıpları büyük diye,geçen gün 36 beden etek aldım denemeden,büyük geldi,ha ha ha ,çok mutluyum)