Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Balayı ismini türeten gerizekanın ay mefhumu yokmuş! Ki olsaydı ona "ay" demez, beni de hasta etmezdi!

Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, yok anacım ben daha kendime balayında gideceğim yeri seçemedim. Ben gider en güzelini beğenirim, güzel de pahallıdır, ağzımın suyu akıyor valla otellerin sayfalarına baktıkça. Çalıştığım şirketin turizm tarafında hele geçen gece vakti gelip, benim evime “bir kere” de erken gitme zevkime limon sıkan ebleh suratlı balayı çiftinin az kalsın üstüne yürüyecektim. Thailand ve Phuket’e gidecek allahsızlar. Ben de bunlara, oraları 4 kez görmüş biri çalçene olarak detay verince yatır gibi kaldılar başımda. Car car car, saat oldu akşamın 9 buçuğu hala gitmediler. Neyse uzatmıyım bunlar elele, dudak dudağa, aşk böcüğü şeklinde aptal aptal hayallendiler, bir o kadar aptalca sorular sordular:
“sahilde ateş yakılabiliyo mu iğne hanım” “ valla çer-çöp bulursanız bi deneyin isterseniz ama sıcak olur hani temmuz ayı ve ekvator kuşağı; bilemiyorum yani”; “Bangkok sıcak mıdır?”, “az evvel de dediğim gibi Thailand her daim sıcak ama temmuz ayı baya sıcak”, “ama iğne hanım, ben Bangkok’u soruyorum”, “…!!!!****, hanfendi Bangkok Thailand’ın başkenti olur, genelde bir kent , ait olduğu ülkenin sınırlarını pek aşmaz, sıcaklık aynıdır, üşümezsiniz merak etmeyin” iç-ses:“sa-lak, sa-lak, sa-lak”, “orkide ucuz mu iğne hanım” “evet ucuz”, ne kadardır mesela iğne hanım”, “valla çok ucuz işte, ben diyim 1 milyon, siz diyin 3 milyon”, “Türkiye’ye getirebilir miyiz?”, “höö? Valla isterseniz size karışamam, sonuçta siz ne isterseniz onu alırsınız… hem ne diyebilirler ki çiçek bu”, “ya hani türkiyeden taş falan çıkartılmasına izin verilmiyor ya, o bakımdan şeyettiydim”, “……..”, “iğne hanım, timsah fabrikaları varmış doğru mu?”, “höö? Fabrika mı? Ben oradayken timsah çiftlikleri vardı herhangi bir endüstriyel timsah imalatı yapılmıyordu”, “ayyy, iğne hanımcım ben şey anlamında sordum, timsahlara şov yaptıyorlarmış da, onu sorcaktım”, “siz balayına gidiyordunuz diy mi?”, “evet, balayı di mi aşkımmm?”, “…… !!!!#*** neyse neden o güzel anlarınızı güzelim otelde beyaz kumsallarda geçirmiyorsunuz? Hem o sıcakta timsah çiftliklerinde tepe sersemi olursunuz”, “ayyy, çok şahane iğne hanım, di mi aşkım”, “……..”, iğne hanım, ben alerjik bünyeliyim, sizce ben orda deniz mahsülü yesem bişey olur mu?”, “valla bünye sizin, bi ona sorun isterseniz”, “ayy aşkımmm, karides yesem bişey olmaz di mi aşkımmm”, “iğne hanım son bi sorum olcak benim, ay saat de 10a geliyo pardon sizi de tuttuk da”, “buyurun, ben de bugün işim var 8e kadar kalırım diyodum, olsun buyurun”, “şeyy benim midem çabuk bozulur, orda ben naparım, yiyecekler dokunursa?”, “eeeee…. *!!****!^^%&{[]}***!!”

İşte böyleydi bir balayı yeri bulma macerası. Peki ya ben? Otellerin hepsi anasının nikahı, hatta geçen gün Rixos belek Premium açılmış, salak gibi online rezervasyon yaptım bize. Bi de ne göreyim, benim 1 haftalık paket tur sandığım program meğersem günlükmüş! Pöhhhh! 1 hafta kalmak istersen, günlüğü kişi başı 1250 eurodan, 2 kişi yaklaşık12bin euro verecekmişsin hemşehrim! (aha işte burası)
Almıyim, alana da mani olmiyim dedim, hadi tamam çok güzel bayıldım, dibim düştü de ben o 12bin euroyla dünyayı gezerim ömür boyu.
Şimdi 2 adete indirdik seçenekleri. Hem fiyatları da rixos premiumla karşılaştırınca bir ucuz kalıyo ki anlatamam. Sevinmek için önce eşeği kaybedeceksin tabi. Hadi bakalım o güzelim balhaftam için yaratıcı fikir ve önerilerinizi bekliyorum.

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Buyur Burdan Yak - Anneannem der ki:..............

Sabah Gazetesi, 24.05.2006
'Triplekste üç hanım lazım'

Kültür Bakanı Koç'un Cezayir'de Bakan Güler'i kahkahalara boğan (aman ne komik- yalakalığa bakın: dikkat ederseniz, sabah gazetesi konuyu esefle kınamak bir yana, bir de kahkahalara boğuldu diye yorum yaparak şirinlik ve yalakalık yapıyor!- T.İ)"üç kadın" muhabbeti şöyleydi:."HALİL ÜRÜN İYİ BİLİR" "Bizde evler büyük olur (bu "bizde" lafı ne demek sizce? siz - biz nedir? ayrımcılık bu kadar da ayyuka mı çıkartılır? -T.İ) . Dubleks evde oturacaksan hanımın iki tane, tripleks evde oturacaksan üç tane olacak. (yok yaaa! kim diyor bunu? yoksa bu da mı kutsal kitapta yazıyor? çüşünüz. bu kadar da ulemalık (!) olmaz! - T.İ) Bunu Halil Ürün iyi bilir, ona sormak lazım. Bir hanım aldığın zaman er, iki aldığın zaman şer, üç aldığın zaman o da er." (eveeet! bunu koskoca T.C.'nin bakanı söylüyor arkadaşlar. koskoca bir bakan, bunu şakşaklayan en büyük gazetelerden biri- utanmıyorlar bunu birinci sayfadan espri niyetine vermeye... - T.İ)

anneannem der ki; "Atam, atam, sen kalk da ben yatam!"
saygılar
T.İ

Salı, Mayıs 23, 2006

83 yıllık Cumhuriyet'in tek karelik özeti....



Başka ne denilebilir ki? Ümmeti değil milletimi düşünen herkese...
"Ne Mutlu Türküm Diyene! "

Cuma, Mayıs 19, 2006

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK...
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mercedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.
BÜTÜN SUÇU
2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

"Arkadaslar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En dogru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim BİN tane. Bilin bakalım nedir bu?

Dün benim evlenince oturacağım evimizde tam bir telaş vardı. Annem, kayınannem (tiki selin gibi “e” harfini inceltip yayarak okuyun lütfen); - ben işteyim tabi -, altın kızlar buluştular; bavullar, poşetler, bohçalarla hem benim hem nişanlımın çeyiz denen çoğu gereksiz bir sürü ıvır zıvırı evde yerleştirmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü ev doğal yapısına uygun olarak tasarlanmış. Mimar ne bilsin anormal çeyiz durumlarını. Adamcağız çapına göre dolap koymuş da annemlere göre ev küçük, biz sığmıyoruz.

Eve yerleştirilmeye çalışılan çeyizlik ıvır zıvır envanterini sunuyorum sizlere:

150 adet çift kişilik nevresim takımı çift kişilik
40 adet tek kişiliği
40 adet yazlık pike çift kişilik
10 adet çift kişiliği
9 adet çift kişilik battaniye
3 adet çift kişilik battaniye
4 yorgan çift
2 yorgan tek
20 adet yatak örtüsü
80 adet plaj havlusu
150 adet el havlusu (bir kısmı danteli arkadaşlar: havlu ve dantel iç içe… şu asalete bakar mısınız? Kim ütüleyecek onları?)
40 adet hamam takımı ve bornoz
50 adet yastık kılıfı (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet çarşaf (nevresim takımlarından bağımsız)
50 adet “dertsiz” denen ama benim başıma dert olan masa örtüsü
90 adet masa örtüsü ve kumaş peçete güruhu
40 adet Şimenditabla (ben söylemelerinden öyle anladım, belki yazılışı ve okunuşu daha farklıdır) ve hala ne işe yaradığını çözemedim
30 adet runner
100 adet sehpa ve konsol örtüsü
50 adet balkon masasına örtü ve peçetelikleri
30 adet birbirleriyle takım renklerde set oluşturan sehpa örtüleri
Ve olmazsa olmazlar 40 adet set de danteller ve iğne oyaları
200 adet çorap (nişanlım ve benim için)
100 adet don (yine her ikimiz için ama az geldi gözüme, don bu, insan en az çorap kadar alır, diy mi ama?)
10 adet röpdeşambır (bu da böyle mi yazılırdı? Aman neyse anladınız işte)
40 adet erkek pijaması
80 adet bana pijama ve gecelik

Ay bi de dün annem arıyor evden “kızım siz evinize sakın bir şey almayın ha, öldürürüm yoksa seni”; “ee neden anne? hayırdır”, “dolaplar almıyor kızım, o kadar çok şeyiniz var ki sığmıyor, siz dolap yaptırmalısınız acilen, o güzelim örtüler buruşacak şimdi, yer kalmadı, tıkıştırdık hepsini”

Yaaa güleyim mi ağlıyayım mı… bana mı sordunuz o kadar ıvır zıvır alırken, napacam ben o kadar şeyi, sanki her akşam onlarca insanı davet edecem evime yemeğe? Sanki ölene kadar yatıya misafirim gelecek?, ya da ben tatil köyü açacam da o kadar havlu ve yatak örtüsünü serecem?

Ayy acaba benim kendi zevkime göre almış olduğum unique art ve days in colors yatak örtüleri ve nevresim takımlarını, internetten aldığım V.S. geceliklerimi bizimkilere göstermesem mi? :)

Cuma, Mayıs 12, 2006

Kına'ma az kaldı kızlar!

Efendime söyliyim, anacığımın en büyük hayaliydi kızını evlendirmek ve öncesinde de şöyle bir şatafatlı kına gecesi yapmak. E kolay değil, 32 yaşında küçücük (!), daha hayatın baharında tazecik (!) bir kızı var. Naapsın kadıncağız, yıllardır bekledi durdu, kızını alacak birini. Bilumum arkadaşları, evlendirdi kızlarını zamanında, hatta torun-torba sahibi oldular, bizimkinde tık yok tabi. İçinde ukde kaldı anacığımın, ya kartoloş kızını kimse almazsa, taktı tabi bunca yıldır altınları, bilezikleri elalemin düğününde, şimdi elinde bloknot, habire düğünde kim ne takar hesabı yapıyo :). Dedim “anne kız, istersen kamera dolandıralım düğünde kıçımın (pardon kıç dedim) dibinden ayrılmasın, sen sonra seyreder, kim taktı kim takmadı kara listene alırsın”. Ben dedi, yıllardır altın taktım düğünlerde millete, seni alan çıkana kadar kuyumcu açsam yeriydi, şimdi tabi ki bekliycem; gerçi baba tarafından bekleme bişey, onlar pintinin önde geleni, asıl onların dibine kamera koymak lazım, takar gibi yapar onlar, hele o halanlar yokmuuuuu?, onlar sen doğduğunda da bişey takmamıştı. Bi de senin baban yeğenlerine ev bile hediye etti düğünde” Bu da ayrı bir hikayedir dostlar… Benim babişkom baya bi gönül adamıdır ama maalesef ben ona pek çekmemişim. Gerçi anama da çekmemişim galiba karma bir salak olup çıktım işte. (Bu babamın eli bolluğunu da bilahare anlatırım size). Neyse işte annemin bu geçmişi hatırladığı anlarda uzamak lazım arkadaşlar, valla gaza gelir halamları çağırmaz düğünüme.
Ah bi de benim zamanında annem ve babam tarafından bana çaktırılmadan görücülere gösterilme maceralarım vardır da onları bilahare anlatırım, çatlarsınız gülmekten.

Neyse uzatmayayım, babannem biyoniğim okuyamıyo sonra uzun yazınca. Güzel gözleri ona oyun oynuyormuş koyu renkli şablonları okurkene. Vah babannem vah :)) (Kız biyonik bak senin için hayvani puntoyla yazıyorum ki böylesi görülmedi)

Şimdi anacım bekledi ya bunca yıldır, düğün öncesi kına gecesi yapacak. 1 temmuza otelden gün ayırttık, bugün de basmış paraları leylaya, almış 1 temmuz cumartesini… Hepiniz davetlimsiniz kına partime. Artık kına yakılmadık yeriniz olana kadar kına yakıcaz hep birlikte. Bekliyorum hepinizi, İzmir’e, kına geceme… (Haaa, merak etmeyin, altınları düğünde takacanız, kınada değil! .ehe ehee ehe ehhheeee. Düğünüme gelip de takar gibi yapanları annem görür, sonra ne yapar bilmem, ben baştan uyarayım.

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

İstanbul maceralarım; buyurun buradan yakın.

Topkapı’da cevizkıran!

Ne garip bir başlık demeyin, anlatıcam, göreceksiniz bu başlığın ne menem bir şey olduğunu… Efendime söyliyim malumunuz İstanbul’a geldim 5 günlüğüne. Elimde yaş aralığı 75-85 olan lakin gönül yaşı büyük ihtimalle benden daha genç olduğu halde, metabolizmaları yavaş olduğu için karınca misali yürüyen, hareket eden, habire çişi gelen, çabuk yorulan bir demet yabancı misafirim vardı. Benim anneannecim daha 70indeyken iki dizi protezli ah’larla vah’larla yürüyemezken; benimkilerin maşallahı vardı.

Derken bir gün Topkapı’ya gittik. Ben, rehber ve 12 tane çıtır. Girdik içeri, turist dolu, rehber anlatıyo, bla, bla, bla… ben ve çıtırlar pür dikkat dinlerkene “çataaanaaaak” diye bir ses geldi arkamdan. Allah Allah bu nedir ki diye sağıma, arkama bakınırken bir “çatanaakk, çaaat, çattıırrrttt” diye gümbürtü gelince ne göreyim, harem dairesinin yanında uzun siyah çarşaflara bürünmüş bir teyzemiz, yanında aldığı 10-12 yaşlarındaki oğlan çocuğu ile yerde ayakkabısının üzerinde zıplayarak bir şeyler kırıyor. Benim çıtırlar da “T.İ; what’s that? Is it he or she? Is she arabian turist or a turkish one?, What’s she trying to break? Why does she jumping on her heel?, What’s that breaking noise?” gibi bir sürü ahiret soruları sordular. Ben de kahraman polis / dedektif edasıyla; “anacım siz şimdi bir geri çekilin, ben bi girişeyim teyzeme” der gibi onları geriye doğru iterek olayın içine son sürat daldım.
"Teyze, ne yapıyosun sen?" Çatttt, çatııırrrttt, (bu arada teyze değil yüzünden ve ses tonundan daha genç olduğunu anladım. Burkalar içinde pek anlaşılmıyo da).
Çaaaatttttt “ceviz kırıyom” dedi kadın.
“!!!!!. Ceviz mi kırıyon? Topkapı sarayı harem dairesi önünde? Hayvanat bahçesi mi sandın burayı kadın, şu yerlerin haline baksana sen, kabuk içinde bırakmışsın ortalığı”
“…Allah Allah, ne bağrıyon, çocuk istediydi, ceviz yidiriyom ona”
“!!!!! Karpuz da kesseydin, bak Enderun kısmında karpuz ilginç olabilir, bi dene orda istersen” dedim,
Ve kadın naptı biliyo musunuz? Yerdeki bütün ceviz pisliklerini ayağındaki kalın botlarıyla sıyırarak haremin bahçesine ittirdi. Rehber elimden kadını zor aldı, barbar türk imajı vermiyim diye turistlere.

Kutsal emanetler bölümünde bir tat bir doku:

Dışına asmışlar,” içerde Müslümanlar için çok kutsal materyaller sergilenmektedir. Lütfen dine olan saygınız sebebiyle sükunet içinde içeride gezin, kamera yasaktır” yani özeti şudur: “İçerde mal gibi dolaşmayın, eğerinizden kopmuş öküz gibi bir oraya bir buraya koşmayın, hayvan gibi bağırmayın” Dikkat ederseniz benzetme yaparken hep büyükbaşlardan tasvir yapıyorum ama o hayvanlara da kedi denmez di mi?

Girdik içeri çıtırlarımla birlikte. İçerden bir kuran sesi yükseliyor ki sanırınız topkapı’da değil, mekke’desiniz az sonra da hacı olacaksınız. Benimkiler de sordular “T.İ; what’s that song? Turkish?” “no, I said; it’s kuran, our holy book… Perhabs, it’s a cd track”, “So T.İ, why did thepalace exhibit the pray in that hole? “!!!!!!!!! Iııııııı, eeeeee, şeeeeyyyyy” Bu arada da sesin geldiği odacığa girdik. Haydaaaa, bu adam da kim, ne işi var o küçük camdan kafeste? Evet arkadaşlar, Topkapı Sarayı kutsal emanetler odasının içinde küçük bir camekanlı bölüm yapmış bizim yetkilierimiz. İçine hayvani bir mikrofon yerleştirmişler, hoparlörler de cabası! Adamcağız camekanda sergileniyor, kuran okuyor, ve dışardan da bizler yani turistler turistler, adamı maymun gibi seyrediyoruz. Abdesti olan var mı, pis misin, kokmuş musun, hangi amaçla gelmişsin, nerden gelmişsin? Çıtırlardan yeni bir soru bombası daha geldi tabi: “T.İ; why is this man praying here? Do you allowed to make a religious show in public areas?” “!!!!! Well, aaaa, eeeee, in fact, show business in religion is restricly prohibitted but why these hayvans made such a shitty show in this silent area?, I have no idea”, “T.İ, what is hayvan?”

Tam bu soruya cevap verecekken, ilkokul 1.ve 2. sınıflardan oluşan 80 kişilik bir öğrenci grubu sadece 1 adet mevcut hocalarıyla içeri girdiler. Aman allahım, o ne gürültü öyle? Camekanlarda sergilenen her tür kutsal emanete saygısızca bağırarak dil çıkaran mı, dillerini cama yapıştıran mı? Camekandaki hocanın durduğu cama “tık tık tık, eyi günler” diyen mi, hocanın arkasından dolaşıp adamın omzuna parmakla “şişt, baksana” diyenler mi? Öğretmenleri de muhtemelen kendisine bu zorla verilen görevden memnun değil, salmış bunları çayıra. Hele bir tanesi tam önümde sakal-ı şerifin durduğu cama kafasını küüt diye çarptı, bana “what is hayvan” diyen yabancı konuğuma döndüm, çocuğu işaret ettim “yes Gordon, this is hayvan” diyerek cevap verdim.

Ankara’nın palyaçosu, İstanbul’un salağı. İşte tam bir kültür mozaiği: Bendeniz Toplu iğne

Geçen hafta beyan ettiğim gibi İstanbul’a gidecem ya, blog dostlarımla da görüşecez ya, sormayın bende bir heves, bir heyecan. Yaptım planlarımı; kristalim, damlacım ve deadoram’la buluşup voltranı oluşturacaz. İstanbul’da koşuşturacak olan benim… O yüzden kızlar benden haber bekliyorlar. Ben bir güzel ayarladım Pazar günümü, çıtırları rehbere emanet ettim, 1 gün öncesinden de mail attım, kızlar cebim şu, arayın beni, boyayın beni diye… Pazar günü “bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin” şarkısı eşliğinde otelde bekledim, saat 14.30 gibi olmuştu ki ben yani salak iğne, nişantaşına gittim, nişanlımla takıldık, yemek yedik (o da geldi, canımın içi endoskopi oldu orda). Ben bir güzel oyalandım, kayınvalideme gittik, akşam saat 8 gibi otele döndüm, artık benim çıtırlar boğaz turundan geleceklerdi… Dediler ki “T.İ hanım, bir bayan geldi sizi görmeye, ulaşamamış size, not bıraktı”. “!!!!!!!! Hiiiih, nası yaniiii????? Ver bakiyim şu kağadı, amanin, dea’m gelmiş, fıırrrkk, bulamamış beni, fırrrk, ama ama kağatta “numaranı yanlış vermişsin iğnecim, arıyom hep başkası çıkıyo, ben de geleyim dedim” diye yazıyo..fırrrk, nasıl olur ben cep nomu yanlış mı yazmışım, deam taa buralara mı gelmiş hiihhhhh???”

O an öleyim mi güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim arkadaşlar. Hemen aradım deamı, konuştuk, meğersem zavallım gün içinde sözkonusu ben olduğum sandığı numarayı bayaa bi taciz etmiş mesajla, karşıdan cevap gelmeyince bekle geliyorum o zaman oraya diye yazmış. Ehe ehe hüeeee. Sonra yine cevap alamayınca aramış tabi, ne cevap vermiyon lan bana diye, adamın biri de kısaca “de get başımdan sabahtan beri vır vır dır dır, car car, beynimi yidin, Hangi hıyar verdiyse bu noyu; yanlış” demiş :) yaaa, işte madara oldum, kristalcim de aynı herifle muhatap olmuş, büyük ihtimal damlacıma haber gitmiştir, sakın arama o numarayı, adam ters, küfür edecek diye…

Diyorum size, bu aralar ben de bir haller var, 22 diceme 02 diye yazmışım. Salak, angut insan ben yani T.İ, kızlarla görüşemeden döndüm. Kristalimle de bari pazartesi uçağa binmeden koklaşalım diye planladık ama o da olmadı, gerçi canım benim bana interaktif bir kahve ısmarladı ki, keşke yanımda olsaydı da karşılıklı içseydik. Velhasıl, bir salağın son 1 haftasını okumuş bulunmaktasınız. Ne olur beni seyahatlerimdeki salaklıklarımla değerlendirmeyin, ühü, ühü, valla ben özünde zeki biriyimdir aslında, fıırrkk, beni sevin ama acımayın, ne olur?

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

İğne hanım İstanbul’a geliyoooo!

Epeydir koklaşamadık senle ey okuyucu dost… T.İ yoğunluktan blog-mlog olayına giremedi. Ama pazar günü mobilyalarımı gördüm ya nihayet, artık ölsem de gam yemem. Ama yatak odası demonteydi. Yani onu görsem de ne olacaktı ki? Marangoz geldi montaj yapmaya. Bendeniz 100 adet mobilyacı gezip hiçbirini beğenmeyince, bir gün İzmir’de açılan ikea ziyaretimde vuruldum bir yatak odası takımına. Filhakika demonteymiş nerden bileyim? Nişanlıma dedim ki “aha işte bu. Bunu alalım” . Aldık nihayetinde, öyle 2 hafta durdu kutular evde yatır gibi. Pazar günü marangozu aldık eve getirdik. Benim iyi niyetli nişanlım adamı evinden aldığı yetmiyor gibi bi de pazar kahvaltısına da götürmüş (brunch diyor ya hani bazı ukalalar), allahım allahım geldi bunlar eve, bahar yorgunu tabi ikisi. Akşam 6’dıydı yatak odasının montajı bitti. 1 yatak, 2 komodin, 1 de şifonyer… Öyle dolap falan da yok. Anlayın işte bahar güneşi ne hale getirmiş bunları :) Yatakları da ayrı yerden sipariş ettik, sandım ki esnaf sözünde durur, zamanında getirir, marangoz ve yamağı nişanlım işlerini bitirdiler ama yatakçı gelmedi anasını satıyim. Akşam 7’ye kadar ordaydık. Ne gelen oldu ne de giden. Yatak olayı hala beklemede.


Perşembe günü istanbul’a gidiyorum ama bu sefer valizle:) yanıma türlü türlü giysi alıcam, banu alkan gibi sürü sepet valizle gidicem. 4 gün ordayım. Ofis işi gene. Ama bu sefer her şeyi ayarladım, bir t.c. vatandaşı olarak kazık kadar oldum halen hiçbir tarihi yeri göremedim, dolmabahçeyi, topkapıyı, yerebatanı, ayasofyayı da görücem.

Meraklısına ve kafası karışana önemli not: benim her bi boku (çok afedersiniz, bok dedim) yapan şirketim ayrıca turizm işinde de. Ben de her bi halta maydonoz olan bi insan olarak turizm işine de el attım, yabancı misafirleri rehberle Türkiye turuna gönderdik, İstanbul parkuruna ben de gidiyorum. Tabi bayılmıyorum aslında çünkü İzmir’de de yapılacak çok işim var ama patron denen vatandaş “iğnecim, sen de git, İstanbul karışık, bi de özel misafir hepsi, rehbere çok güvenemiyorum, sen gidersen daha iyi olur” diyince eh peki madem dedim. Şimdi benim 12 kişilik yaş aralıkları 75-85 olan nurtopu gibi bir birleşmiş milletler topluluğu misafirim var. Onlar dolanırken ben de onlara takılayım da bari görgüm-bilgim artsın. Beleşe yer göreyim diy mi ama? :)

Bi özel not daha: İstanbul’a harbiden tepeden bakıcam (Pier Loti’de kalıcam da…), erguvanları kokluycam, tam mevsimi gelmiş öyle diyorlar.bir de fırsat bulursam nikah şekeri ve davetiye bakıcam. İstanbullu blog dostlarım, iğne geliyor, e artık bana bir program yaparsınız.
Öptüm herkesi