Perşembe, Ocak 19, 2006

Resimdeki Gözyaşları

80’li yılların o iğrenç gençlik hallerini yaşamış bir nesilden geliyorum ben. Omuzlarda kocaman sünger vatkalar, dar paça olup yüksek bel taşlaşmış kot pantolonlar, rengarenk kareli kalın kumaş ceketler, gömlek yakalarından aşağıya sallandırılan siyah uzun deriden yapılma kovboy şeritleri, bazen de o sevimsiz erkek özentisi kravatlar, lasteks pantolonlar –dize kadar çekilen tozluklar, alına takılan renkli bantlar, şal desenli gömlekler, altları lastikli füzo (füzo da ne demekse?) pantolonlar, gülen suratlı (smiley) ve “acid” yazılı aptal penye tişörtler, üniversite ve lise yıllarında da gidilen diskoların gündüz matineleri... Elimizde kolalar, güneşli ve güzel günlerde kapanılan pis-tozlu ortamlar ve tavanda asılı yanar-döner koca toplar altında ter içinde edilen danslar. Saçlar tüm kızlarda aynı: Merinos koyunu gibi kıvırcık permalar ama mutlaka katlı kesim; önler jöleyle tiftilmiş ve o kadar tiftilmiş ki sanırsın elektrik prizine parmak ıslak elle sokulmuş! Yaşıtımız erkeklerde de durum daha az bir facia. Hiç değilse saçlarda perma yok! Ama onlarda da saçlar ense bitimine kadar uzun, arkaya ıslak jöleli (bakınız eski ozan orhon-suat suna resimleri), beyaz gömlek ama içlerinde mutlaka siyah boğazlı kazak), ebeveynlerinden ve hocalarından gizli içtikleri sigaralarıyla artistlik yapmalar, eskitme bordolu - siyahlı okul ayakkabıları... Biz bi de o iğrenç hallerimizle ve benzer tipsizlikteki oğlanlarla phil colins’in “another day in paradise” adlı sosyal içerikli şarkısıyla çok anlarmış gibi dans ederdik. Ay şimdi bunu yazarken bile gülüyorum hatırladıklarıma. Romantizme bir bakın! Gündüz saati izmir sıcağında diskodasın, tepende yanar döner koca bir küre, mor ışıktan dişler ve gözün beyaz yerleri uzaylı gibi fosfordan yıkılıyo ve sen vatkalı apoletler içinde napoleon gibisin, saçlar zaten rezalet, sivilceli ve boru sesli bir çirkin oğlanla avaz avaz “another day in paradise” sallanıyorsun...

Kollar birleştirilerek yığınla kitap ve defter taşımak da ayrı bir salaklıktı mesela. Kalemkutusu düşer, onu alırken kitabı düşürürsün, cüzdanı koyacak yer bulamazsın. Al bir çanta da as sırtına mı omzuna mı nereye asacaksan değil mi? Yok, illa ki elde taşınacak o gavur ölüsü gibi kitaplar! Kaset doldurtma da vardı, hatırlar mısınız? Benim bir kasetçim vardı okula yakın. Hiç üşenmeden beğendiğim şarkıların isimlerini biriktirir sonra dosdoğru kasetçiye götürür ve şimdiki geyik arkadaşların dediği şekliyle “best of”lar hazırlatırdım kendime. Top Gun filmi ilk çıktığında da Ray-Ban gözlüklerden almıştım. Tom Cruise’un taktıklarından. Küçücük surata kelebek konmuş gibi ne de gülünç ve iğrenç olmuştum, ama moda tabi.. O yıllarda demek ki iğrenç olma modası hüküm sürmekteydi. Benim tüm arkadaşlarım da aynı benim gibi koyu yeşil, ortasında (2 kaş arasında kemikten ya da deriden bir çubuk olan) yüzümün tümünü kaplayan Top Gun güneş gözlüklerimizle gerizekalı gibi dolaşırdık Alsancak’ta. Odalarda Duran Duran üyelerinin kollektif ya da bireysel (benimki John Taylor’du) üye posterleri asılı, annem isyanlarda, bi de sapık mı neydim Brooke Sheilds’a bayılırdım, onun da Sahara ve Mavi Göl filminden posterleri asılıydı. Tabi o zamanlar şimdiki zaman gençleri gibi kötü fikirli değildik. İnsan kendi hemcinsini beğenebilir ve resmini asabilirdi. Kaşlarımı ve saçlarımı Brooke Shields’a benzetebilmek ne çok uğraşırdım yarabbim? Beşiktaşlı Metin’e de bayılırdım ben, onun yüzünden spor sayfalarını çok anlarmış gibi okur, resimlerini keser ve defter kapaklarına yapıştırırdım (salak. salak. salak!), efes oteline gelirdi o zamanlar futbol takımları, biz de dersaneyi kırıp yukardaki değindiğim o iğrenç kılık kıyafetlerimizle futbolcu görmeye giderdik, elimizde eski model fotoğraf makinalarıyla, fotoğraf çektirmek için kapı görevlilerine az mı yalakalık yapmadık? Akşamları okul çıkışlarında pastanelerde oturur pasta yer, kola içerdik. Günün dedikodusunu yapardık ama eve gidince annemleri sinir ederek saatlerce telefonda bıdı bıdı konuşmayı sürdürürdük. O zamanlar cep telefonu yoktu tabi, bilgisayar ve internette... Olsa acaba biz de mi “yoz” olurduk? TRT’de “ahmet’in günlüğü” diye bir dizi vardı, ordan özenip ben de günlük tutmaya başlamıştım. Aptal saptal şeyler yazıyordum büyük ihtimalle, sonradan bulamayışımdan belli. Kimbilir nereye sokuşturuverdim, attım mı, yaktım mı, yırttım mı, akıbeti belli değil.

Hey gidi günler heeey! Şimdi bakıyordum da eski resimlerime, aklıma Cem Karaca’nın o çok sevdiğim şarkısı geldi. “Bir gün belki hayatta, geçmişteki günlerde...” Onu başladım dinlemeye. Dinlerken de aklıma küçüklüğüm ve ergenliğim geldi ve de nedense de 80’lerde yaşadıklarım ve tükettiğim yıllar. Başladım bu yazıyı yazmaya. Oh be geçmişimi unutmamışım!

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Yine süpersin.

Ah ah o günler unutulabilir mi?Bir daha dünya yüzü o kadar zevksiz yıllar görmeyecek,eminim.

Aynı şeyleri yapmaya çalışıyordum desem sana?Evet ben de o kurbanlardandım.Aciiiiiiiid diye bağırarak hoplayıp zıplardık:)

Yalnız,hiç ray ban almadım.Kafam kadardı ya onlar,annem aldırmadı sanırım o nedenle.

Ben de bir ara yazmıştım bir şeyler ama seninki kadar uzun değil.

www.blogcu.com/71803

Bu arada yarasa kolları,kelebek tokları,taşlanmış beyazımsı kot pantolon,çizme,çanta,kısa ceket(zımbalı) takımları da unutma ve her hatırladıkça ağla halimize :)

Toplu İğne dedi ki...

Aslıcım teşekkürler, ödevimi yaptım ben sadece :)ve evet nasıl unuttum ben; bir de zımbalı kısa siyah deri ceketler vardı; her taraftan zımba ve fermuarlar sarkardı,cket boyu da tam belde biterdi. Düdük gibi bişeydi.saçlar permalı ama serpil çakmaklı gibi tepeden kelebek takardık (gerçi kelebekler benim hala vazgeçilmezim-ama saçıma takarken doğru yolu bulmuş görünüyorum).

Diğer aslıcım,sağol güzel övgülerin için, napalım ayşe arman olamadık, gerçi deniz akkayanın ve seda sayanın dergisi varmış ama bizim de blogumuz var değil mi?

Adsız dedi ki...

Ters köşeciğim,yakında adım propogandacıya çıkacak,aman ha! :)
İşe geç kalmaktan değilde,bu yüzden kesin kapının önüne koyarlar.

Ben'ce dedi ki...

sevgili tersköşecim beni de aldın götürdün o yıllara,hepimiz aynı modeldik, ne kadar zevksiz bir nesilmişiz o yaşlarda!!!bu arada loft çılgınlığını unutuyorsun,o iğrenç kotu alabilmek için saatlerce kuyrukta beklerdik, bir de bonjour un cts günleri gündüz discosu vardı,karışık meyve kokteyli içerdik acaip piyasa olurdu...Bizim evde de en büyük tartışmamız telefondu,servisten inerdim eve gelir gelmez üstümü değişir telefona sarılırdım,ne akıl ama 10dk önce ayrılmışsın ve hala cırcır telefonda konuşuyorsun acaba ne konuşurduk bu kadar çok merak ediyorum ama babamdan ciddi fırçalar yerdim...bir de "cesur ve güzel" dizisi vardı,mutlaka izlerdik ve bitince hemen telefonlara sarılır kritiğini yapardık saatlerce...ah ah hey gidi günler...

Adsız dedi ki...

bir de dolma model saçlar vardı ki aralarından bir tutam suratıma doru sallanırdı.Eski resimlerime hala bakamıyorsam nedeni o tutam saç sanırım. Bİr de kot takım olayı vardı ki altüst kot giyip got got olmam takıntısı yine eski resimlerden geliyor.:)

Toplu İğne dedi ki...

zeyacım,
dolma model saçtan kastın, alındaki uzamış kahküllerin rulo yapılıp,hafif bollaştırılarak altın tam üstüne gelecek şekilde bri tokayla tutturulması mı? 1 tutam da mutlaka göze doğru sallandırılırdı. Eğer aynı şeyi kastediyorsak... Bende de vardı o iirenç fotoğraflardan ama nişanlım sordu bakmak için lise fotoğraflarıma nedense(!) bulunamadı!

Toplu İğne dedi ki...

sevgili kurabiye canavarı,
ortak çok şeyimiz var demekki.buna çok sevindim. yazılarımı beğenmene de çok sevindim,80'li yılların zevksizliğini de paylaşıyormuşuz demekki.Sen yazınca aklıma tuhafiyecilerden alınan vatkalar geldi.evet penye tişörtlerin içine sünger vatkalardan alır ve sütyen askısının altına koyardık ki kaymasın :)
Düğün stresi şimdiden gerdi,haziran sonu olacak,son karar :)
sevgiler